Giren dövizin 22.8 milyar doları döviz açığını kapattı. 23.3 milyar doları ise döviz rezervlerine eklendi.Ülkeye bu kadar çok döviz girdiği içindir ki, döviz fiyatları ucuz..."Döviz hem bol, hem ucuz... Oh ne güzel" diyebilir miyiz? Eğer gelen dövizi işsizlere iş, açlara aş imkânı yaratmak için kullanıyor isek, evet diyebiliriz. Ama ucuz dövizle ithalat yapar, dövizi Türk lirasına çevirerek yer, bitirirsek, yarın hem faizini hem de anapara taksitini ödemekte zorlanırız.Döviz neden bol? Çünkü ihtiyaçtan fazla döviz giriyor. Nereden ve neden geliyor? Yurtdışında bol miktarda tasarruf var. Bu tasarruf en yüksek getiri sağlayan ülkelere yöneliyor. Türkiye'de reel faiz oranı yüksek. Başka ülkeler dövize net yüzde 2-4 faiz verirken biz, net olarak yılda yüzde 10-15 dolayında getiri sağladığımız için bize geliyor.Kimse bir ülkeye "Biz biriktirdik. Yiyemedik. Buyurun siz yiyin" diyerek döviz göndermez. Yüksek getiri dövizin yönünü belirliyor. Türkiye'ye yüksek faizin cazibesiyle bolca döviz girince, önce dövizin fiyatı ucuzluyor. Ucuz döviz, ithalatı cazip hale getiriyor. Ucuz ucuz ithalat yapılınca, insanlar daha çok ithal malı kullanıyor. Ucuz döviz, ihracatçının döviz gelirini
Ama halkımız ve ekonomi bu açığın kötülüğünden (şimdilik) etkilenmiyor...Çünkü inanılmaz bir şekilde, oluk oluk ülkeye döviz girişi var. 2004 yılında ülkeye 19.9 milyar dolar döviz girmişti. 2005 yılında 46 milyar dolar döviz girdi. Giren dövizin 22.8 milyar doları ile döviz açığını kapattık. Kalan 23.2 milyar doları Merkez Bankası ne yapacağını bilemedi, döviz rezervine ekledi...Döviz açığımızın ana kaynağı dış ticaret açığı. İthalat patladı. Çok ithalat yapıyoruz. Yurtdışından getirilen mallara çok döviz gidiyor. İhracat arttığı halde aldığımıza ödediğimiz para ile sattığımızdan gelen para arasında 32.7 milyar dolar fark var. Bu fark 2004'te 23.8 milyar dolardı. 2005'te yüzde 37 oranında büyüdü. 2004 yılında 15.6 milyar dolar olan döviz açığı 2005 yılında yüzde 46 artarak 22.8 milyar dolara ulaştı. Bu ekonomi için çok kötü bir gösterge... Turizm ve diğer hizmet gelirleri dış ticaret açığının olumsuz etkisini azaltsa da "cari açık" denilen döviz açığımız büyüyor. Burada bir noktaya açıklık getirmekte yarar var. Ülke döviz açığı verdiği için bu açığı kapatmak için döviz arayışına çıkmaz. Tersine döviz bollaşınca ülke cömertçe dövizi harcar. Açık da büyür. Bizi de kötü yola sevk
Türk Telekom'un yeni yönetimi memurlara şu imkânları sunuyor: (1) Memuriyetten ayrılanların aylıklarına yüzde 35 yapılacak. (2) Pozisyona bağlı olarak çalışanlar rızaları dışında başka bölgeye atanmayacak. (3) Beş yıl içinde işten çıkarılacakların maaşları tam olarak ödenecek.Eski memurların, memur kalmaya veya özel sektör statüsüne geçmeye karar vermeleri için önlerinde 2 aylık süreleri daha var.Ama 8 Şubat tarihi itibariyle Türk Telekom'un 23.871 çalışanından 13.180'i memur kalmak için dilekçe vermiş durumda. Türk Telekom özelleştirildi. Özelleştirme şartlarına göre çalışanların 14 Kasım 2005 tarihinden 15 Nisan 2006 tarihine kadarki 5 aylık süre içinde bir seçim yapmaları gerekiyor. İsterlerse gene memur kalacaklar. Devlet Baba onlara herhangi bir kamu kuruluşunda bir iş bulacak. İsterlerse Türk Telekom'un yeni yönetimi onlarla iş sözleşmesi yapacak. Devlet memurları ağlıyor. Çünkü Devlet Baba memuruna yeterli maaş veremiyor. Memuruna yeteneğe göre iş, yeteneğe göre maaş veremiyor. Memurunun yetişmesi ve gelişmesi için özel programlar uygulayamıyor. Geliniz görünüz ki, herkes memur olmak için çırpınıyor. Herkes memur kalmak istiyor.Türk Telekom özelliği olan bir işletme. Bu
2004 yılının "Sevgililer Günü" öncesi 2 günde kredi kartıyla 123 milyon YTL harcama yapılmıştı, 2004 yılında harcama yüzde 123 arttı 282 milyon YTL'ye ulaştı.Bankalararası Kart Merkezi'nden özel günlerde yapılan harcamaların büyüklüğünü gösteren rakamlar istedim. Sayın Sertaç Özinal'dan aldığım bilgilere göre 2005 yılının Anneler Günü'nde 307 milyon YTL, Babalar Günü'nde 324 milyon YTL, Sevgililer Günü'nde 282 milyon YTL, Ramazan Bayramı'nda 438 milyon YTL, yılbaşında 438 milyon YTL, 2006 yılına sarkan Kurban Bayramı'nda 456 milyon YTL harcama yapılmış. 2005 yılında, bu özel günler dışında, benzer harcama sürelerinde kredi kartı harcamaları 200 milyon YTL dolayında. Geçen yıl "Sevgililer Günü" ve öncesi kredi kartıyla yapılan işlemler yüzde 20, harcamalar yüzde 18 oranında artış gösterdi. Bizde Ramazan ve Kurban bayramları nedeniyle aileler ek harcama yapar, ekonomi hareketlenir idi... Sonra yılbaşı ek bir harcama dönemi oldu... Derken Anneler, Babalar ve nihayet Sevgililer Günü "alışkanlığı başladı"...Gerçekte, Anneler, Babalar, Sevgililer günleri, daha önce Batı'nın zengin ülkelerinde ortaya çıkan, sonra bizim "taklit ettiğimiz", tüketim tuzakları.Anneye, babaya, sevgiliye
Bu sorularla ilgili tartışmaların tamamını özetlemek isterim ama, yerim sınırlı. En iyisi ben kendime göre önemli gördüğüm görüşleri değerlendirmeleri aktarayım: 2020 yılında hedef, "Yaşanabilir, orta gelir grubunda bir Türkiye"... İnsanlarımıza, asgari refah seviyesinde, mutlu yaşam şartlarını sağlayacak bir kalkınmanın ve gelişmenin gerçekleştirilmesi. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), 9'uncu 5 Yıllık Kalkınma Planı'nı hazırlıyor. DPT Müsteşarı Dr. Ahmet Tıktık'ın davetiyle geçen hafta sonu değişik kesimlerden (çoğu iktisatçı) 20 kişi Kızılcahamam'da toplandı. Kalkınma stratejisini tartıştı. DPT çalışanları tartışmaları izledi. (1) Orta dönemde, 2020 yılında Türkiye nerede olmalıdır? Türkiye'nin vizyonu ne olmalıdır? (2) Önümüzdeki 15 yılda dünyadaki trend (gelişmelerin yönü), hâkim rüzgârlar ne olacaktır? Bunları tahmin edelim ki, dümeni ona göre kıralım. (3) Bizi 2020'ye götürecek kalkınma stratejisi ne olmalıdır? (4) Bizim hedefe ulaşmamızda karşılaşacağımız engeller neler olabilir? Bunları nasıl aşarız? Ekonomik kalkınmanın motoru "sanayileşme"dir. Sanayileşmeden kalkınma olmaz. Sadece hizmet sektörüyle kalkınılmaz. Sanayi gelişince hizmet sektörü de gelişir.Sanayileşmek,
Gelişmişlik düzeyi, bu güçlerin nasıl kullanıldığına bağlıydı. Önemli soru şuydu: "Ülkemiz, küresel rekabetin neresinde? Başka ülkelerle nasıl işbirliği yapabiliriz?"(2) 1800'lerden 2000'e kadar süren küreselleşmenin ikinci döneminde dünya "Orta Boy"dan "Küçük Boy"a küçüldü. Küreselleşmenin arkasındaki dinamik güç çokuluslu şirketlerdi. Çokuluslu şirketler, pazar ve işgücü bulmak için dünyaya yayıldı. Bu dönemde en önemli soru şuydu: "Şirketim küresel ekonominin neresinde? Başka şirketlerle nasıl işbirliği yapabilirim?" Küreselleşme üç büyük dönemden oluşuyor. (1) Birinci dönem 1492'de Kolomb'un Amerika kıtasına çıkmasıyla başladı. 1800'lere kadar sürdü. Dünyayı "Büyük Boy"dan "Orta Boy"a küçülttü. Dönemin özelliği ülkelerin sahip olduğu güçtü. (İnsan gücü, beygir gücü, buhar gücü). (3) Birinci dönemde buhar makineleri, deniz yolu ve demiryolu araçları ulaşımda yaygınlığı sağladı. İkinci döneminde telgraf, telefon, PC, uydu, optik kablolar, deniz yolunda ulaşım ve iletişimde mesafe sorununu ortadan kaldırdı. Böylece 2000 dolaylarında yepyeni bir döneme girdik. Küreselleşmenin üçüncü dönemi başladı. Bu dönem dünyayı "Küçük Boy"dan "Minik Boy"a getirmekte. Birinci dönemde dinamik
Şu günlerde hükümetimiz nükleer santral yatırımı değil de birden fazla nükleer santral yatırımı niyetiyle hazırlıklar yapıyor. Enerji Bakanı bu arayışla ABD'ye gitti.(1) 1968-1969 yıllarında ABD-İspanyol firmaları "yapılabilirlik" (fizibilite) çalışması yaptı. 400 MW'lik (fakir-doğal uranyum kullanımlı) santral önerdi.(2) 1975-1976 yıllarında, Ecevit-Erbakan döneminde nükleer santral konusu gündeme geldi. Dış baskılarla konu rafa kaldırıldı.(3) 1982-1985 yıllarında, Özal döneminde, yap-işlet-devret modeliyle nükleer santral yapılacaktı. Gene dış baskılarla vazgeçildi.(4) 1998-2000 yıllarında, Ecevit-Yılmaz döneminde nükleer santral işi gündeme geldi. Almanların baskıları, 90 milyon dolarlık rüşvet iddialarıyla dosya kapatıldı. Biz 1968 yılından bu yana nükleer santral (atom santralı) konusunu tartışıyoruz. Bundan önceki hükümetler 4 defa nükleer santral yatırımı için yola çıktı. Değişik nedenlerle yatırım yapılamadı. Fizik Mühendisleri Odası'ndan nükleer enerji uzmanı Adil Bünyan diyor ki, "Artan elektrik enerjisi talebinin, hidrolik (baraj) ve termik (kömür, doğalgaz, petrol) santrallarla karşılanmasının imkânsız olduğu görüldü. Özellikle termik santralların hem pahalı, hem de
Biz bu topraklarda Osmanlı'dan bu yana ırk, dil, din farkı olmadan, Türk, Yahudi, Rum, Ermeni, Kürt ayrımı yapmadan yaşadık. Müslümanlar camiye giderken, gayrimüslimler kendi ibadethanelerine gitti.Ama birden ayrımcılık başladı. Sadece Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında değil, Müslümanların içinde de ayrımcılık başladı. Ülkede sayıları azalan başka ırk, din ve dillerden olanlara farklı gözlerle bakılmaya başlandı.Derken ayrımcılık, fikir hareketlerine bulaştı. Belli görüş ve inanışı savunanlar, başkalarının da aynı görüş ve inanış içinde olmasını bekler hale geldi.Ayrımcılar, kendi inanış ve görüşlerinde olmayanlara karşı "şiddet" kullanmaya başladı.İşin köküne inersek, hedef "ülke bütünlüğünü korumak". Ama uygulamaya bakarsak, biz bütünlüğü koruyacağız derken ülkenin parçalanmasına yol açacağız. Bu ülkede yaşayanların ortak arayışı nedir? Ülkenin bütünlüğünün korunması. Ülke bütünlüğünün göstergesi toprak bütünlüğüdür ama, insan bütünlüğü olmaz ise, toprak bütünlüğü korunamaz. Eğer kişiler veya ortak görüş sahibi gruplar, kendi inanışlarında ve görüşünde olmayanlara şiddet kullanarak, kendi inanış ve görüşlerini benimsemeye zorlar ise bu ülkede ne huzur kalır, ne birlik ve