<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
"Kamyonculuk ölüyor. Kamyoncuların elindeki kamyonlar eriyip hurdaya çıkınca bu meslek de biter. Hiçbir kamyoncu 110 - 120 milyar lira bularak yeni bir kamyon alabilecek birikime sahip değil. Şirketler kendi taşımalarını yapmaya başladı... Nakliye şirketleri de boşluğu doldurur..."
Niğde - Karaman yolu üzerinde, "Özkardeşler'in Yeri"nde kamyoncularla çay içiyorum... Kapının önü kamyon, çay salonunun içi kamyon şoförü ile dolu. Çayhaneyi işleten Rasim Öz ile ortağı eski polis memuru Hüseyin Yavuz, "Hocam, burası bu bölgedeki kamyon şoförlerinin ikinci evidir" diyor.
Oktay İlgi, Şereflikoçhisar'dan. 1996 Fatih International, 10 lastikli kamyonu var.
Anlatıyor: "Şereflikoçhisar'dan İskenderun'a tuz, İskenderun'dan Ereğli'ye demir taşırım. Kamyon 16 tonluk ama... Ben 30 ton yük atmaya mahkumum. 16 tonluk kamyona 30 ton yük atınca ne lastikten hayır kalır, ne kamyondan, ne de karayolundan... Bir lastik 750 milyon lira. 10 lastik fazla yükten ancak 6 ay dayanıyor. Ama daha düşük yük atsam kamyonu bağlamam lazım. Gidişte 500 km'ye 30 tonu 400 milyon liraya, dönüşte 300 km'ye 30 tonu 300 milyon liraya taşıyorum. Dönüş işini zamanında bulursam 3 gün
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
"İstanbul Laternası" bir müzik albümü ve bu albümle birlikte satılan 72 sayfalık küçük bir kitapçığın adı. Kitapçıkta, "İstanbul Laternası"nın hikayesi anlatılıyor. Albümde ise Haldun Dormen'in 1965'te yaptığı "Güzel bir gün için" başlıklı Türk filminde yer alan ve laterna ile seslendirilen şarkılar yer alıyor.
Bu albüm ve kitapçık Hasan Saltık'ın "Kalan Müzik Grubu" tarafından başlatılan "Yeşilçam Müzikleri" serisinin ilk ürünü.
Laterna, bir kolun çevrilmesiyle melodileri seslendiren sandık biçiminde, taşınabilir bir çalgı. Sandığın içine konulan üzeri çivili ahşap bir silindir döndükçe, çiviler metal tırnaklara takılarak ses çıkarıyor. Ahşap silindirin üzerindeki çiviler değiştirilerek, laternadan farklı melodiler çıkması sağlanıyor. Laterna sevilen şarkıları seslendiriyor.
1877'de Edison'un gramofonu bulmasından önce laterna benzeri çalgılar Avrupa'da yayılmaya başlamıştı. 1800'ün sonlarında, Bankalar Caddesi'nde bir dükkanı bulunan Giuseppe Turconi isimli bir Levanten, İtalya'dan getirttiği laternaları İstanbul'da satmaya başladı. Laternaların içindeki ahşap silindirler de İtalya'dan getirtildiğinden bu laternalarda sadece İtalyan melodileri
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Kethuda köyü Kastamonu'nun Cide'sine 30 km. uzaklıkta. 30 haneli bir köy. Remzi Yılmaz burada yaşıyor. 74 yaşında. 6 erkek, 1 kız çocuk babası. 6 erkek çocuğu İstanbul'a göç etmiş. Kimi kapıcılık yapıyor, kimi lokantada çalışıyor. Kızı, Akça köyden Ahmet Adak ile evli. Remzi Yılmaz'ın köyde 5 parça tarlası, iki katlı evi, 2 ineği, 4 danası, 2 öküzü, 1 katırı var.
Karı koca ahşap evin üst katında oturuyorlar. Alt katları hayvanların ahırı. Köyün yolu toprak. Ama köylülerin ifadesi ile "Allah Turgut Özal'dan razı olsun..." Köyün elektriği, telefonu bağlanmış, suyu getirilmiş. Remzi Yılmaz'ın evinde elektrik, televizyon, buzdolabı, telefon var.
Remzi Yılmaz ve karısı 5 parça tarlanın tamamını süremiyorlar. Traktörleri olmadığından 2 öküzü tarla sürmekte kullanıyorlar. Bu yıl kuraklık nedeniyle buğday 1'e 3 verdi. Mısırlar koçan bağlamadan kurudu.
Mandıracılara litresi 300 bin liradan biraz süt satabildiler. İşte o kadar. Remzi Yılmaz 65 yaş aylığı alıyor. Karısı için de kağıt çıkarttılar. O da yarım aylık alacak. Her şeyi katır sırtında taşıyorlar. Katır ile tarlaya gidip geliyorlar.
Hayat Cide'de. Önemli alışverişleri için Cide'ye gitmek
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Giderek daha fazla tarım ürünü ithal eder hale geliyoruz... Tarlalarımız artık bu halkı besleyemiyor.
2003'ün 9 aylık döneminde yurtdışından 585 milyon dolarlık hububat getirttik. Hayvansal ve bitkisel yağ ithalatına 375 milyon dolar ödedik. 320 milyon dolarlık yağlı tohum ve meyve satın aldık. Sebze ve meyveyi bile dışarıdan getirmeye başladık. Yılda 300 bin ton pirinç getirtiyoruz. Ayçiçeğimiz, mısırımız yetmiyor. Dışarıdan alıyoruz. Amerika ve Kanada bize mercimek satıyor. Fakirin yemeği, fasulye Çin'den geliyor. Simitlerin susamını Sudan'dan getirterek yılda 35 milyon dolar ödüyoruz...
Bir de sanayide kullanılan tarım ürünleri var. Örneğin pamuk... Örneğin deri... Yılda 625 milyon ton pamuk ithal ederek, geçen yıl dünya şampiyonluğunu kazandık... Bize n'olduğunu görmek için bu yazının altındaki özet tabloya bakınız. 2003'ün 9 ayında, tarım, ormancılık ve balıkçılık ürünleri toplam ihracatımız 1.4 milyar dolar, ithalatımız 2.0 milyar dolar. Satabildiğimizden daha fazla satın alıyoruz. Çünkü üretemiyoruz. Üüretimimiz halkın talebini karşılayamıyor.
N'olduğunu anladık... Şimdi sıra geldi "Neden böyle olduğunu" anlamaya... Nüfusun yüzde 35'i tarım
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Dokuz ayda, piyasaya kayıt dışından (nereden geldiği belli olmayan kaynaktan) 3.6 milyar dolar girdi.
Ne olduğu belli kaynaklardan da dokuz ayda ülkeye giren para net 5.9 milyar dolar. Toplayalım iki rakamı. Dokuz ayda ekonomiye net 9.6 milyar dolar döviz girişi oldu demektir.
Buna karşılık olağan döviz hareketleri dokuz ayda 4.0 milyar dolar açık verdi. 9.6 milyar doların 4.0 milyar doları ile döviz açığı kapatıldı. (Yuvarlanmış rakamlar veriyorum) Kaldı geriye 5.5 milyar döviz fazlası... Merkez Bankası bu dövizi de aldı. "Ak akçe kara gün içindir" diyerek "döviz rezervi hesabı"na ekledi...
Bu anlattıklarım çok önemli. Biraz açarak olan biteni hikaye edeyim.
Ülkenin döviz durumu "cari işlemler (döviz) hesabı" denilen hesaptan izlenir. Bu hesap ülkenin (faiz gelir gideri dahil/borç anapara gelir gideri hariç) olağan döviz gelir giderini gösterir. Bu hesabın bir yanında ihracat, turizm geliri gibi gelirler, öte yanında ithalat harcaması, faiz ödemesi gibi giderler yer alır.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Binası bombalanan HSBC AŞ, Türkiye'de Türk kanunlarına göre yabancı sermaye ile kurulmuş bir "Türk bankası". Sermayesinin yüzde yüzüne HSBC Bank Plc. isimli bir yabancı sermaye grubu sahip.
Türkiye'de Türk kanunlarına göre kurulmuş yabancı sermayeli 4 banka var. Bunlar: Arap Türk Bankası, Bank Europa, BNP - Ak - Dresdner Bank ve HSBC bankası.
Bu bankaların sermayelerinin yabancılara ait olması dışında Türk bankalarından farkı yok. Hepsi "anonim şirket" statüsünde olduğu için Türkiye'deki sorumlulukları Türkiye'ye getirdikleri sermaye ve varlıkları ile sınırlı. Bunlardan biri güç duruma düşer, kapısını kapatmak zorunda kalır ise, yurtdışındaki sermaye grubunun sorumluluğu yok.
Bunlar dışında, "Türkiye'de şube açan 10 yabancı banka" var... Türkiye'de şube açan bankaların Türkiye'deki sorumlulukları da şubelerine tahsis ettikleri sermaye ile sınırlı ise de, "dolaylı olarak şubelerin arkasında 'ana bankalar' var..." Fakat bu tür bankalarda da bir başka risk var. Yurtdışındaki ana bankanın güç duruma düşmesi, kapısını kapatmak zorunda kalması halinde Türkiye'deki şubenin tek başına ayakta kalması imkansız.
Yabancı sermayeli bankalar ile Türkiye'de
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Clemente Signoroni diyor ki: "Türk firmalarının önünde bir fırsat var. Avrupa'da konjonktür müsait. Türk firmaları pazarda tanınmış markalara ortak olabilir... Bu Türk ihracatının ufkunu açar... Bugünlerde Türkiye için fırsat yaratacak durumdaki Avrupa konjonktürü uzun süre devam etmez. Altı ay sonra fırsat kaçmış olur. Türk firmaları olan bitenin farkında değil..."
Clemente Signoroni bir İtalyan. Türkiye ile ilgili işler yapmış. Şimdilerde İstanbul'da büro açmış. Tekstil ve otomotiv ürünlerinin ihracına aracılık ediyor.
"Türkiye markasız, fason üretim yaparak ihracatını sürdüremez, geliştiremez. Fasona üretimde Çin gibi dev rakiplerle baş edilemez. Türkiye'de oturarak dünya pazarlarında rekabete girilemez. Türk firmalarının markaya geçmeleri, yönetim merkezlerini Avrupa'ya taşımaları şart... Fakat bunlar çok pahalı ve zaman alacak işler... Ama kolayı var. Türkiye'deki üreticilerin önünde bir fırsat var... Avrupa'da konjonktür kötüye gitti. Birçok marka satılık durumda. Türk firmaları bu konjonktürü değerlendirmeli. Kendi alanlarında marka sahibi Avrupa firmalarına ortak olmalı. Bu ortaklık yoluyla hem markaları olur hem yönetim merkezlerini Avrupa'ya
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Devlet Bakanı Ali Babacan, dün, Ekonomi Müdürümüz Murat Sabuncu ve editörümüz İbrahim Ekinci ile görüşürken onlara yabancılara kazığı önleme mevzuatı için yapılan hazırlıktan söz etti.
Nedir bu yabancılara kazığı önleme mevzuatı denilen şey? Anlatayım.
Bizim "bazı işadamlarımız" için ticaret demek "kazık atmak" demektir.
İşte o "bazı işadamlarımız", müşterilerini ve de borçlularını "kazıklaya kazıklaya" bir birikime sahip olduktan sonra, "moda"ya uyarak, halka açılmaya ortaklık kurmaya başladı. Halka açılmak, yerli veya yabancı kimselerle ortaklık kurmak, işi büyütmenin bir yolu. Ama bizim "bazı işadamlarımız" halka açılmayı, yerli ve yabancı kimselerle ortaklık kurmayı "adam kazıklamanın yeni bir yolu" olarak değerlendirmeye başladı.