<#comment>#comment>
<#comment>#comment> İstanbul'da iseniz veya şu günlerde İstanbul'a yolunuz düşer ise, Boğaz'a doğru şöyle uzanınız. Boğaz'ın iki yamacındaki erguvanları ve de mor salkımları seyrediniz. Yaprakları yeni yeni yeşeren ağaçların yeşillikleri arasında erguvanın rengi ile salkımların moru, o kadar güzel ki...
Hayat sadece faiz, döviz ve borsadan ibaret değil... Tabii ki ekonomik sorunlar önemli. Fakirlik başa bela... Herkesin kendine göre derdi var... Ama bütün bunlar çevredeki güzelliklere göz kapamayı gerektirmez ki... Tam tersine. Tabiatın sergilediği bu güzellikler, ekonomik sorunların da, ailevi sorunların da, kişisel sorunların da bir süre unutulmasına imkan verir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Tuğrul Erkin'in genel sekreter olduğu dönemde başlatılan ağaçlandırma ve çiçeklendirme faaliyeti devam ediyor. İnsanlar şimdilerde ağaca, çiçeğe daha fazla ilgi gösteriyor... Yolların iki yanı, parklar ve bahçeler giderek yeşilleniyor. Boğaz'daki çirkin yapılaşmanın bir bölümü yeşilin arkasında görünmez oluyor... Bunlar olumlu gelişmeler... İstanbul'un eski fotoğraflarına bakınız... Boğaz'ın iki yanındaki
Vergi geliri faize bile yetmediği için, hükümet parasızlıktan iş yapamaz halde. Memur maaşı borç para ile ödeniyor. Hükümet yatırım yapmak, çiftçiyi desteklemek için para bulamazken bir de Emekli Sandığı, SSK, Bağ - Kur sorunu ortaya çıktı. Bu üç kurumun açığı ilk dört ayda 5.8 katrilyon lira. 9.4 katrilyon lira olan personel ödemesine (çalışanlara yapılan maaş ve ücret ödemesine) yaklaşmış durumda... Hükümet vergi ile faiz ödeyecek... Maaş ödemek, iş yapmak için devamlı borçlanacak... Bu çark böyle döner mi? Yılın ilk dört ayında vergi geliri 22.3 katrilyon lira. Faiz gideri 23.1 katrilyon lira. Vergi geliri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 46.3 oranında arttığı halde faiz giderini karşılayamıyor. Bu bütçe ile iş yapılır mı? Bu durumdan kurtulmanın "normalde" iki yolu var: (1) Özelleştirme ile büyük ve devamlı gelir imkanı elde edilemeyeceğine göre vergi gelirleri artırılacak. (2) Kamu harcamaları kısılacak. İki "normal" yolda da yapılacak fazla bir şey kalmadı. (1) Vergi tabana yayılabilir ama vergi geliri kısa sürede daha fazla artırılamaz. (2) Harcama kalemlerinde ufak düzeltmeler yapılabilir ama, daha fazla kısıntı yapılamaz. Kısıntı yapmaktan yatırımlar durdu. Devlet
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Yılın ilk dört ayında vergi geliri 22.3 katrilyon lira. Faiz gideri 23.1 katrilyon lira. Vergi geliri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 46.3 oranında arttığı halde faiz giderini karşılayamıyor.
Vergi geliri faize bile yetmediği için, hükümet parasızlıktan iş yapamaz halde. Memur maaşı borç para ile ödeniyor. Hükümet yatırım yapmak, çiftçiyi desteklemek için para bulamazken bir de Emekli Sandığı, SSK, Bağ - Kur sorunu ortaya çıktı. Bu üç kurumun açığı ilk dört ayda 5.8 katrilyon lira. 9.4 katrilyon lira olan personel ödemesine (çalışanlara yapılan maaş ve ücret ödemesine) yaklaşmış durumda... Hükümet vergi ile faiz ödeyecek... Maaş ödemek, iş yapmak için devamlı borçlanacak... Bu çark böyle döner mi?
Bu bütçe ile iş yapılır mı?
Hükümet sadece faiz ve maaş ödemek ve de sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarını kapatarak günleri geçirebilir mi?
Bu durumdan kurtulmanın "normalde" iki yolu var: (1) Özelleştirme ile büyük ve devamlı gelir imkanı elde edilemeyeceğine göre vergi gelirleri
Hafta sonu Reuters kaynaklı bir haberde "Dünya Bankasının banka hisselerinin tamamının sandığa satılmasını istediği, banka çalışanlarının ise, sandığın gücünün yetmeyeceğini ileri sürerek buna karşı durdukları" belirtiliyordu.Bu haberde kafa karıştıran bir nokta var: Dünya Bankası, Vakıfbank hisselerinin çalışanlara satılması konusunda nasıl baskı yapabilir ki?Bu haberde endişe verici bir durum var: Vakıfbank hisselerinin tamamı çalışanların ve emeklilerin yardım sandığına satılır ise, bankanın hali ve geleceği ne olur? Çünkü "sandık bankası" sahipsiz banka demektir. Sandık bankalarının yaşaması ve gelişmesi imkansızdır. Hükümet IMFye söz verdi. Vakıfbank ekim sonuna kadar özelleştirilecek. Özelleştirilecek bankalara içeriden dışarıdan alıcı çıkmıyor. Herhalde bu nedenle olsa gerek Vakıfbankın hisselerinin tamamının çalışanlara ve emeklilere ait "sağlık ve yardımlaşma sandığına" satılması gündeme geldi. Sorun daha da büyür Sandık bankası olmak neden kötüdür. Anlatayım. Çalışanların ve emeklilerin yardım amacıyla kurdukları ve "dernek statüsünü" taşıyan sandıklar bankada yönetime hakim olacak büyüklükte sermaye sahibi olur ise, derneğin yönetimini ele geçiren kişi veya kişiler
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Hükümet IMF’ye söz verdi. Vakıfbank ekim sonuna kadar özelleştirilecek. Özelleştirilecek bankalara içeriden dışarıdan alıcı çıkmıyor. Herhalde bu nedenle olsa gerek Vakıfbank’ın hisselerinin tamamının çalışanlara ve emeklilere ait "sağlık ve yardımlaşma sandığına" satılması gündeme geldi.
Hafta sonu Reuters kaynaklı bir haberde "Dünya Bankası’nın banka hisselerinin tamamının sandığa satılmasını istediği, banka çalışanlarının ise, sandığın gücünün yetmeyeceğini ileri sürerek buna karşı durdukları" belirtiliyordu.
Bu haberde kafa karıştıran bir nokta var: Dünya Bankası, Vakıfbank hisselerinin çalışanlara satılması konusunda nasıl baskı yapabilir ki?
Bu haberde endişe verici bir durum var: Vakıfbank hisselerinin tamamı çalışanların ve emeklilerin yardım sandığına satılır ise, bankanın hali ve geleceği ne olur? Çünkü "sandık bankası" sahipsiz banka demektir. Sandık bankalarının yaşaması ve gelişmesi imkansızdır.
Sorun daha da büyür
Her ilin sınırları içinde, bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin parasal (katma) değeri, o ilin ülke milli gelirine katkısını gösterir. Bu rakam o ilde yaşayan nüfusa bölündüğünde, il nüfusunun kişi başı ortalama gelir payı ortaya çıkar.Açık anlatımıyla, bir ilin milli gelire katkısı, o ilin üretim gücünün göstergesidir. Bir ilde ne kadar çok mal ve hizmet üretiliyor ise, o ilin milli gelire katkısı o kadar büyük olur. Üretim demek, gelir demektir. Üretim karşılığı olarak bir ilde oluşan gelirden o ilde yaşayanlar istifade eder. Bu nedenle ilde yaratılan gelirin nüfus başına bölümü sonucu ortaya çıkan kişi başı ortalama gelir rakamı o ildeki yaşam düzeyini ortaya koyar.Devlet İstatistik Enstitüsü son olarak 2000 yılı için il bazında kişi başı milli gelir rakamlarını yayımladı. Türkiye genelinde 2000 yılı için kişi başı ortalama milli gelir 3.095 dolar iken, 21 ilde kişi başı milli gelir 1.500 doların altında idi.Bölgeler ve iller arasındaki gelişmişlik, farkının azaltılması, öncelikle bu 21 ilde üretimin artırılmasına bağlı.Üretim denilince, fakirlik denilince hemen akla, "fabrika" gelir... Ya devlet, ya da zenginler gelişememiş illerde fabrikalar kursun... Buralar zenginleşsin
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Başbakan, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını azaltmak amacıyla, kişi başına gelirin 1.500 doların altında kaldığı iller için özel teşvik tedbiri uygulanacağını açıkladı.
Her ilin sınırları içinde, bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin parasal (katma) değeri, o ilin ülke milli gelirine katkısını gösterir. Bu rakam o ilde yaşayan nüfusa bölündüğünde, il nüfusunun kişi başı ortalama gelir payı ortaya çıkar.
Açık anlatımıyla, bir ilin milli gelire katkısı, o ilin üretim gücünün göstergesidir. Bir ilde ne kadar çok mal ve hizmet üretiliyor ise, o ilin milli gelire katkısı o kadar büyük olur. Üretim demek, gelir demektir. Üretim karşılığı olarak bir ilde oluşan gelirden o ilde yaşayanlar istifade eder. Bu nedenle ilde yaratılan gelirin nüfus başına bölümü sonucu ortaya çıkan kişi başı ortalama gelir rakamı o ildeki yaşam düzeyini ortaya koyar.
Devlet İstatistik Enstitüsü son olarak 2000 yılı için il bazında kişi başı milli gelir rakamlarını yayımladı. Türkiye genelinde 2000 yılı için kişi başı ortalama milli gelir 3.095 dolar iken, 21 ilde kişi başı milli
Ülkenin döviz durumunun göstergesi "cari işlemler hesabı" denilen hesaptır. 2003'ün ilk 2 ayına ait cari işlemler hesabı alarm veriyor. 2 aylık açık aynı hızda büyür ise Türkiye dövizde gene duvara toslar. 2003'te 2 aylık döviz açığı 1.178 milyon dolara ulaştı. Bu açığın neden önemli olduğunu anlatmak için yakın geçmişte olanı hatırlayalım... 2000'in ilk 2 ayında açık 1.207 milyon dolardı. Büyüdü büyüdü. Yıl sonunda 9.919 milyon dolara ulaşınca Türkiye duvara tosladı. Kriz patladı.Yurtdışından Türk ekonomisini gözleyenler döviz büfelerinde dövizin bol olup olmadığına veya Tahtakale'de ucuza satılıp satılmadığına bakmaz. Döviz durumunu "cari işlemler hesabı"ndan izler. Hesap açık veriyor ise ülkenin döviz durumu kötüye gidiyor demektir... Döviz fiyatının artması gerekiyor demektir. Tedbir alınmaz ise ülkede kriz çıkar demektir.Cari işlemler hesabı döviz gelirleri ile giderleri arasındaki farkı gösterir. Gelirler ihracat, turizm, işçi dövizi, taşımacılık, müteahhit hizmetleri gelirleri gibi gelirlerdir. Giderler, ithalat, faiz gideri, taşımacılık gideri, Türklerin seyahat gideri gibi giderlerdir.Cari işlemler hesabı açık verince bu açık 2 yoldan karşılanır. (1) Ya ülke birikmiş