<#comment>#comment>Yıl başında, yüzde 35’lik enflasyon hedefi gündeme geldiğinde gerçekçi olalım ki, çok kişi bunun olabileceğine inanmadı. Dün açıklanan eylül ayı fiyat artış oranlarının, yıl sonunda yüzde 35’lik enflasyon hedefinin gerçekleşeceğini gösteriyor.
Türk halkı bu hedefin gerçekleşmesi için çok fedakarlıkta bulundu, bulunuyor. Önemli olan hedefe ulaşıldıktan sonra "ipin ucunun bırakılmaması" ve inişin kalıcı olması. Çünkü ipin ucu bir daha kaçar ise, "yazık olur emeklere"!.. Enflasyonu aşağıya çekmek çok zor ama, yukarıya sıçratmak çok kolay.
Eylül ayının üç özelliği vardı: (1) Harman sonu tarımsal üreticinin eline geçen para bu ay harcanmaya başlandı. (2) Okullar açıldı. İlkokuldan üniversiteye milyonlarla çocuk için harcama yapıldı. (3) Tatilciler evlerine döndü. Tatilciler ve de tatile gidemeyenler kış hazırlığına başladı.
Bu üç nedenle eylül ayında piyasaya diğer aylara göre biraz daha fazla para çıktı.
Buna rağmen toptan eşya fiyat artışlarının yüzde 3.1’de, tüketici fiyatları artışının yüzde 3.5’ta kalması olumlu bir gelişmedir. Aylık fiyat artış oranlarının düşük olması ve de yıl sonu enflasyon hedefinin tutturulması iyi de... Halkımızın
Tarım ürünleri ihracatımızın toplam ihracat içindeki payı yüzde 11.2den yüzde 8.6ya düştü.Bunlar çok çok olumsuz iki önemli gösterge. (1) Türkiyede tarım geriliyor. Tarım ülkesi olan Türkiye kendi ihtiyacı olan tarım ürünlerini üretemeyecek duruma düştü. (2) Tarım kesimi dünya pazarlarında talebi olan, para eden mal üretemiyor. Bu nedenle hem tarımdaki insanlar fakirleşiyor, hem de ekonomiye ve ihracata katkıları giderek küçülüyor.İşgücünün 13 milyonu kentlerde, 10 milyonu kırlarda yaşıyor. 7 milyonu tarım sektöründe çalışıyor. Toplam işgücünün yüzde 34ü tarımsal üretimi gerçekleştiriyor. Ama bakıyoruz, ülkenin gayri safi yurt içi üretim rakamında tarımsal üretimin payı sadece yüzde 13.5, 14.0 dolayında.... Kalan üretim sanayi ve hizmetler kesimindeki işgücü tarafından gerçekleştiriliyor.Tarımsal üretimin artacak yerde gerilemesinin sonucu, Türk tarımı, iç talebi karşılayamaz duruma düştü. Geçen yıl buğday ithalatına 124 milyon dolar, ayçiçeği ithalatına 94 milyon dolar, soya fasulyesi ithalatına 83 milyon dolar, nohuta 17 milyon dolar, mısır yağına 45 milyon dolar ödedik. Bu yılın ilk yedi ayında 262 milyon dolarlık hububat, 207 milyon dolarlık hayvansal ve bitkisel yağ ithal
<#comment>#comment>Ocak - temmuz döneminde tarım ürünleri ithalatımız geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 29.4 oranında arttı. Buna karşılık tarım ürünleri ihracatımız yüzde 17.9 oranında geriledi.
Tarım ürünleri ihracatımızın toplam ihracat içindeki payı yüzde 11.2’den yüzde 8.6’ya düştü.
Bunlar çok çok olumsuz iki önemli gösterge. (1) Türkiye’de tarım geriliyor. Tarım ülkesi olan Türkiye kendi ihtiyacı olan tarım ürünlerini üretemeyecek duruma düştü. (2) Tarım kesimi dünya pazarlarında talebi olan, para eden mal üretemiyor. Bu nedenle hem tarımdaki insanlar fakirleşiyor, hem de ekonomiye ve ihracata katkıları giderek küçülüyor.
İşgücünün 13 milyonu kentlerde, 10 milyonu kırlarda yaşıyor. 7 milyonu tarım sektöründe çalışıyor. Toplam işgücünün yüzde 34’ü tarımsal üretimi gerçekleştiriyor. Ama bakıyoruz, ülkenin gayri safi yurt içi üretim rakamında tarımsal üretimin payı sadece yüzde 13.5, 14.0 dolayında.... Kalan üretim sanayi ve hizmetler kesimindeki işgücü tarafından gerçekleştiriliyor.
Tarımsal üretimin artacak yerde gerilemesinin sonucu, Türk tarımı, iç talebi karşılayamaz duruma düştü. Geçen yıl buğday ithalatına 124 milyon dolar, ayçiçeği ithalatına 94 milyon
Acaba bu para Türkiyeye geldi ve fakirlere dağıtıldı da mı fakirler sokaklara dökülmedi? IMF ve Dünya Bankası toplantılarına katılmak için şimdilerde Washingtonda bulunan ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Masum Türkerin Dünya Bankasından bu imkana ek olarak 100 milyon dolar daha talep ettiği haberi gazetelerde yer aldı.Acaba Dünya Bankası 500 milyon dolara ek olarak 100 milyon daha göndermez ise fakirlerin sokaklara dökülme tehlikesi mi gündemde?Bu konu önemli. Neyin ne olduğunu anlatayım: (1) Dünya Bankası sosyal riski (sosyal tepkiyi / patlamayı) önlemek için Türkiyeye yardım yapmadı. Faiz karşılığı kredi açtı. (2) Dünya Bankası kredisinin bugüne kadar 100 milyon doları kullanıldı. Kullanılmamış daha 400 milyon dolar para var. (3) Sosyal riski azaltmak için bizim Dünya Bankasından kredi almamıza, Dünya Bankasının faizli kredisini kullanmamıza gerek yok. Bizim bu amaçla kullanılacak özel bir fonumuz var. Kriz nedeniyle işlerini kaybedenlerin, fakirleşenlerin Güney Amerika ülkelerindekine benzer şekilde sokaklara dökülmelerini önlemek için Dünya Bankası geçen yıl Türkiyeye 500 milyon dolar vermeyi kararlaştırdı. Fak - Fuk - Fon işliyor Fonun Başbakanlığa bağlı bir yönetimi var. Bu
<#comment>#comment>Kriz nedeniyle işlerini kaybedenlerin, fakirleşenlerin Güney Amerika ülkelerindekine benzer şekilde sokaklara dökülmelerini önlemek için Dünya Bankası geçen yıl Türkiye’ye 500 milyon dolar vermeyi kararlaştırdı.
Acaba bu para Türkiye’ye geldi ve fakirlere dağıtıldı da mı fakirler sokaklara dökülmedi? IMF ve Dünya Bankası toplantılarına katılmak için şimdilerde Washington’da bulunan ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Masum Türker’in Dünya Bankası’ndan bu imkana ek olarak 100 milyon dolar daha talep ettiği haberi gazetelerde yer aldı.
Acaba Dünya Bankası 500 milyon dolara ek olarak 100 milyon daha göndermez ise fakirlerin sokaklara dökülme tehlikesi mi gündemde?
Bu konu önemli. Neyin ne olduğunu anlatayım: (1) Dünya Bankası sosyal riski (sosyal tepkiyi / patlamayı) önlemek için Türkiye’ye yardım yapmadı. Faiz karşılığı kredi açtı. (2) Dünya Bankası kredisinin bugüne kadar 100 milyon doları kullanıldı. Kullanılmamış daha 400 milyon dolar para var. (3) Sosyal riski azaltmak için bizim Dünya Bankası’ndan kredi almamıza, Dünya Bankası’nın faizli kredisini kullanmamıza gerek yok. Bizim bu amaçla kullanılacak özel bir fonumuz var.
Fak - Fuk - Fon
Şu günlerde Washingtonda yapılan IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantısında borçlu ülkeleri çok çok ilgilendiren ciddi kararlar alınıyor... Biz ise burada seçim havasına girdik... Washingtonda olan bitenden habersiz "IMFsiz de yaparız... IMFyi kovarız... Borçları da ödemeyiz..." şeklinde bol keseden atıp tutuyoruz.Aslında bu gelişmeler IMFnin kuruluş amacına ters gelişmeler ama, bu iflas formülü ile IMF bir bakıma sorumluluktan da sıyrılma arayışında. IMFnin kuruluş amacı, ülkelerin "ödeme güçlüğüne düşmelerini ve de dünya döviz trafiğinin tıkanmasını önlemek"tir. Geliniz görünüz ki IMF bugüne kadar amacına dönük çabalarında pek başarılı olamadı. Stand - by anlaşması yaptığı 48 ülkeden 32si daha kötü duruma düştü. Güney Amerika ülkelerinin borç sorununu bir türlü çözemedi...IMF bir ülke ile "stand - by anlaşması" imzalayınca, o ülkenin geleceği hakkında "garanti" vermiş oluyor. "Yeşil ışık" yakıyor. Bu "yeşil ışık"a güvenen kredi kuruluşları ülkeye borç vermeye başlıyor. Ülke borçları alıyor. Alıyor. Borcu büyüyor. Ama durumu düzelmiyor. IMF stand - bylarının başarısızlığı bir yanda ülkelerin borçlarının artmasına öte yanda dünya finans kuruluşlarının (bankalarının) bu ülkelere
<#comment>#comment>IMF, borcunu ödeyemeyecek duruma düşen ülkelerin "iflasını isteyecek." "İflas masası" kurulacak. Alacaklılar, ülkenin varını yoğunu alacak. Paralarını kurtaracak.
Şu günlerde Washington’da yapılan IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantısında borçlu ülkeleri çok çok ilgilendiren ciddi kararlar alınıyor... Biz ise burada seçim havasına girdik... Washington’da olan bitenden habersiz "IMF’siz de yaparız... IMF’yi kovarız... Borçları da ödemeyiz..." şeklinde bol keseden atıp tutuyoruz.
Aslında bu gelişmeler IMF’nin kuruluş amacına ters gelişmeler ama, bu iflas formülü ile IMF bir bakıma sorumluluktan da sıyrılma arayışında. IMF’nin kuruluş amacı, ülkelerin "ödeme güçlüğüne düşmelerini ve de dünya döviz trafiğinin tıkanmasını önlemekötir. Geliniz görünüz ki IMF bugüne kadar amacına dönük çabalarında pek başarılı olamadı. Stand - by anlaşması yaptığı 48 ülkeden 32’si daha kötü duruma düştü. Güney Amerika ülkelerinin borç sorununu bir türlü çözemedi...
IMF bir ülke ile "stand - by anlaşması" imzalayınca, o ülkenin geleceği hakkında "garanti" vermiş oluyor. "Yeşil ışık" yakıyor. Bu "yeşil ışık"a güvenen kredi kuruluşları ülkeye borç vermeye başlıyor. Ülke borçları
Bu çok çok önemli bir gelişmedir. Çünkü üretimde, ihracatta başarının sırrı "verimliliği artırmak"tır. Verimliliği artırmak demek, aynı emeği, aynı sermayeyi kullanarak daha çok katma değer yaratmak, daha bol, daha kaliteli üretim yapmak demektir.Verimlilik, işçinin daha çok üretim yapması ile veya üretimi sağlayan yatırımlardaki gelişme ve değişme ile sağlanır. Bir işçi günde 2 gömlek dikerken 6 gömlek diker. Böylece daha fazla katma değer yaratır. Bu katma değer artışı nedeniyle hem kendi geliri, hem de firmanın geliri, hem ülkenin geliri artar. Veya sanayici yeni teknolojiyi getirerek, yeni makineler satın alarak üretim yapısını değiştirir. Aynı yatırım (sermaye) ve aynı işçiler ile günde 100 gömlek yerine 600 gömlek üretilir.Acaba 2000 yılının ilk yarısında ne oldu da Türkiyede verimlilik arttı? Yıllardır özlediğimiz, beklediğimiz verimlilik artışı trenine nasıl bindik? Tren bundan sonra tam hız gidecek mi?İlk altı ayın göstergelerine bakıyoruz... Neler olduğunu görüyoruz: 2000 yılının ilk altı aylık dönemine ait göstergeler Türkiyede imalat sanayiinde üretim artışını ortaya koyuyor. Yılın ilk altı ayında ihracat artışına dayalı büyümenin verimlilikten kaynaklandığı