<#comment>#comment>
Maliye’ye Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi beyannamesi veren her vatandaş "kümese girmiş kazdır."
Kümese bir defa giren bir daha ancak ve ancak "iflas eder ise, dükkanı kapar ise" açık anlatımıyla "vücudunda yolunacak tüy kalmaz ve de bir daha tüylenemeyecek duruma düşer ise" kümesten çıkar.
Önemli olan kümesteki kazların sayısını artırmaktır. Ama bizde Maliye kaçanları kümese tıkmakta başarılı olamadığından, sadece kümese girenlerle uğraşır. Başı sıkıştıkça onların tüyünü biraz daha, biraz daha yolar... Bu bizde böyle gelmiştir. Böyle gider...
Amma velakin, haberler kötü... Son bir yılda, kriz sonucu kümesteki her 100 kazın 12’si "sizlere ömür!.."
Konuyu "sulandırmadan" anlatayım. 2000 yılında beyanname ile Maliye’ye gerçek usulde Gelir Vergisi ödeyen 2 milyon 80 bin vatandaş var iken, 2001 yılında bunların 312 bini (yüzde 15’i) vergi kaydını sildirmiş. 2000 yılında 581 bin banka veya şirket Kurumlar Vergisi beyannamesi vererek vergi öderken bunların 16 bini (yüzde 3’ü) bu yıl dükkanı kapatmış.
Yazının başında bir uyarı yapayım: (1) Hormon ve tarım ilaçlarının tümü zararlı değildir. Usulünde ve ölçülü kullanıldığında yarar sağlar. Sadece bizim ülkemizde değil, her ülkede kullanılır. (2) Serada yetişen her meyve ve sebze sağlığa zararlı ölçüde hormon ve tarım ilacı içermez. Böyle bir şey olsa serada üretim yasaklanır. (3) Serada meyve ve sebze üretimi hem tüketici için, hem ekonomi için önemli bir iştir. Buradan çok sayıda insan ekmek yiyor. Ülkeye döviz geliyor. Bilmeden tüm sera ürünlerimizin sağlığa zararlı ölçüde hormon ve tarım ilacı içerdiğini tekrarlamak, seracılığı öldürür. Binlerle çiftçi işsiz kalır. Türkiyenin yeni gelişmekte olan ihraç ürününün alıcısı kalmaz. (4) Sağlığa zararlı ölçüde hormon ve tarım ilacı kullanımının denetlenme şekli vardır. Yararlı ve zararlıyı ayırmanın yolu vardır. Bütün dünyada bu denetim yapılır. Bizde de yapılır ise, zararlı ürünü tanımak mümkün olur. Bu işi bir an önce yaparak sektörün tümü ile kötülenmesini önlemek Tarım Bakanlığının sorumluluğundadır.Bu uyarılardan sonra gelelim çilekteki hormon sorununa...Çileğin iriliğinin hormon ile doğrudan ilgisi yok. Şimdilerde üretilen çilekler "tohum cinsi" nedeniyle iri tür çilek. Bu
<#comment>#comment>Son günlerde "iri çilekler" nedeniyle "seralarda yetişen tüm çileklerin hormonlu olup olmadığı" tartışması kafaları karıştırdı. İnsanlar çilek yemekten korkar oldu.
Yazının başında bir uyarı yapayım: (1) Hormon ve tarım ilaçlarının tümü zararlı değildir. Usulünde ve ölçülü kullanıldığında yarar sağlar. Sadece bizim ülkemizde değil, her ülkede kullanılır. (2) Serada yetişen her meyve ve sebze sağlığa zararlı ölçüde hormon ve tarım ilacı içermez. Böyle bir şey olsa serada üretim yasaklanır. (3) Serada meyve ve sebze üretimi hem tüketici için, hem ekonomi için önemli bir iştir. Buradan çok sayıda insan ekmek yiyor. Ülkeye döviz geliyor. Bilmeden tüm sera ürünlerimizin sağlığa zararlı ölçüde hormon ve tarım ilacı içerdiğini tekrarlamak, seracılığı öldürür. Binlerle çiftçi işsiz kalır. Türkiye’nin yeni gelişmekte olan ihraç ürününün alıcısı kalmaz. (4) Sağlığa zararlı ölçüde hormon ve tarım ilacı kullanımının denetlenme şekli vardır. Yararlı ve zararlıyı ayırmanın yolu vardır. Bütün dünyada bu denetim yapılır. Bizde de yapılır ise, zararlı ürünü tanımak mümkün olur. Bu işi bir an önce yaparak sektörün tümü ile kötülenmesini önlemek Tarım Bakanlığı’nın sorumluluğundadır.
Bizanstan bu yana "erguvan veya mor" İstanbulun dağını taşını renklendirir.Boğazın iki yamacındaki erguvan ağaçları ne kadar kesilirse kesilsin, kalanlar gene de belli bir süre şehri renklendiriyor. Yeni dikilenler rengin kaybolmasını önlüyor.Bu yıl soğuklar uzayınca erguvanlar doğru dürüst açamadı. Ama açanlar da uzun süre yaşadı. Bu hafta erguvanların son haftası. Artık dökülüyor. Dökülen erguvan yaprakları ağaçların dibini mora boyuyor. Bir süre önce gazeteci Zeynep Göğüş, İstanbulda "bir erguvan ağacı dikelim" kampanyası başlatmıştı. Bu kampanyadan mı nedendir genç erguvan ağaçları sayısı artmaya başladı.İstanbul giderek yeşilleniyor. Bina yapmak için kesilen ağaçların yerine yeni yeni ağaçlar dikiliyor. Ağaç ve çiçek sevgisi giderek artıyor. Öncülüğü İstanbul Belediyesi Genel Sekreterliği döneminde Tuğrul Erkin yaptı. Yurtdışından yetişmiş ağaç ithal ederek yolları ağaçlandırmaya başladı. Daha sonraki dönemde belediye yolları ağaçlandırma yanında çiçeklendirmeye de özen gösterdi. Şimdiki belediye de ağaçlar dikiyor. Yol kenarlarına çiçekler ekiyor.Halkın da ağaca ve çiçeğe ilgisi arttı. Her mevsim ağaç dikilebilme imkanı ortaya çıktı. Boğazın iki yakasında yeşillenmeyen yer
<#comment>#comment>Erguvan - mor "İstanbul’un rengidir." Bizans İmparatorluk’ları, Sultanahmet’teki Büyük Saray’ın "mor oda"sında doğar, "erguvan" kaftan giyerdi. Semih Rıfat’a göre, Osmanlı nasıl ki, "İznik mavisi" ile simgelenir ise, Bizans’ın rengi de "erguvan veya morödur.
Bizans’tan bu yana "erguvan veya mor" İstanbul’un dağını taşını renklendirir.
Boğaz’ın iki yamacındaki erguvan ağaçları ne kadar kesilirse kesilsin, kalanlar gene de belli bir süre şehri renklendiriyor. Yeni dikilenler rengin kaybolmasını önlüyor.
Bu yıl soğuklar uzayınca erguvanlar doğru dürüst açamadı. Ama açanlar da uzun süre yaşadı. Bu hafta erguvanların son haftası. Artık dökülüyor. Dökülen erguvan yaprakları ağaçların dibini mora boyuyor. Bir süre önce gazeteci Zeynep Göğüş, İstanbul’da "bir erguvan ağacı dikelim" kampanyası başlatmıştı. Bu kampanyadan mı nedendir genç erguvan ağaçları sayısı artmaya başladı.
İstanbul giderek yeşilleniyor. Bina yapmak için kesilen ağaçların yerine yeni yeni ağaçlar dikiliyor. Ağaç ve çiçek sevgisi giderek artıyor. Öncülüğü İstanbul Belediyesi Genel Sekreterliği döneminde Tuğrul Erkin yaptı. Yurtdışından yetişmiş ağaç ithal ederek yolları ağaçlandırmaya
Milliyet Ekonomide yayımlanan İbrahim Ekincinin özel haberini okuyunuz ve de İbrahim Ekinci tarafından temin edilen listelere bakınız. Bu gidişle yakında havaalanındaki tuvaletler ile belediye tuvaletlerini de yabancı sermaye satın alırsa şaşırmayınız. Yabancı patronlar başka ülkeden işçi getirip çalıştırmaz ise, bizler de belki tuvalet temizliği yaparak ekmek paramızı doğrulturuz. Kriz çıktığında Yapacak iş bulamayacağız, Suudi Arabistana gidip Cidde Havaalanında tuvalet temizleyeceğiz şeklindeki yazıma kızanlar olmuştu. Ciddeye kadar gitmeye gerek kalmadı. Türkiyede doğru dürüst ne kadar işyeri var ise krizden bu yana yabancılar üç kuruşa beş kuruşa satın aldı. Koskoca Toyotadan, Demirbanka, Fruko Gazozdan, Toroslardan çıkan Hayat Suyua kadar ne var ne yok, batan geminin malları bunlar olarak yabancılar tarafından satın alındı. Beklediğimiz farklı idi Toros Dağlarından çıkan suyun dolum tesisini satın alarak, suyumuzu daha yüksek fiyatla bize içirtmesi için değil. Bizim ineklerden sağılan süt ile, bizim yaptığımız yoğurdu daha yüksek fiyat ile bize satması için değil.Biz, gelsin, bizim ufacık tesislerin yanına, dünya ölçeğinde, dünya teknolojisi ile, dünya fiyatında üretim
<#comment>#comment>Kriz çıktığında ‘Yapacak iş bulamayacağız, Suudi Arabistan’a gidip Cidde Havaalanı’nda tuvalet temizleyeceğiz’ şeklindeki yazıma kızanlar olmuştu. Cidde’ye kadar gitmeye gerek kalmadı. Türkiye’de doğru dürüst ne kadar işyeri var ise krizden bu yana yabancılar ‘üç kuruşa beş kuruşa’ satın aldı. Koskoca Toyota’dan, Demirbank’a, Fruko Gazoz’dan, Toroslar’dan çıkan Hayat Suyu’a kadar ne var ne yok, ‘batan geminin malları bunlar’ olarak yabancılar tarafından satın alındı.
Milliyet Ekonomi’de yayımlanan İbrahim Ekinci’nin özel haberini okuyunuz ve de İbrahim Ekinci tarafından temin edilen listelere bakınız. Bu gidişle yakında havaalanındaki tuvaletler ile belediye tuvaletlerini de yabancı sermaye satın alırsa şaşırmayınız. Yabancı patronlar başka ülkeden işçi getirip çalıştırmaz ise, bizler de belki tuvalet temizliği yaparak ekmek paramızı doğrulturuz.
Sayın okuyucularım, bir konuya dikkatinizi çekeyim: ‘Yabancı sermaye yatırımı’ dediğimizde, ‘yabancı sermaye gelsin de ekonomimizin kalkınmasına yardımcı olsun’ diyerek yıllardır çırpındığımızda bizim bekleyişimiz farklı idi. Hala da farklı. Biz yabancı yatırımcıyı, (1) Sermaye, (2) Teknoloji, (3) Yönetim
Koç Üniversitesi Yüksek Sağlık Okulu, Amiral Bristol Sağlık Merkez Lisesinin yerini alan kuruluştur.1920 yılında Kızılhaçın yardımlarıyla Amerikan Yüksek Komiserliği tarafından Çarşıkapıda ahşap bir köşkte açılan Amerikan Hastanesi 1939 yılında bugün Güzelbahçede faaliyetini sürdürdüğü yere taşındı. 1945 yılında hastaneye, Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbulda ABD Yüksek Komiserliği yapan ve hastaneye yardımları dokunan Amiral Bristolun adı verildi. Hastaneyi ayakta tutan ABD kaynaklı fonlar kuruyunca ve hastane kapanma aşamasına gelince Vehbi Koç Vakfı hastanenin yönetimini devraldı. Şimdi bu hastane Koç Amerikan Hastanesi olarak faaliyetini sürdürüyor.Amerikan Hastanesinin kuruluş yıllarında İstanbula gelen yabancı askerlerin tedavisine yardımcı olacak personel yetiştirmek amacıyla Amiral Bristolun gayreti ile bir hemşire okulu açılmıştı. 1920 yılında eğitime başlayan okul Cumhuriyet döneminde "Hususi Ecnebi Mektebi" statüsü ile faaliyetini sürdürdü. 1957 yılında "Hemşire Sağlık Koleji", 1981 yılında Amiral Bristol Özel Hemşire Meslek Lisesi, 1982 yılında Amiral Bristol Sağlık Meslek Lisesi adını aldı. 1990 yılına kadar bu eğitim kurumunu Amerikalı müdürler yönetti. Semahat ve