Bunlar kayıtlı işçilerden işini bırakanlar... Kayıtsızlardan bilgi ve rakam bulmak imkansız.Kayıtlı işçilerden bir yılda 1 milyon 479 bin 907'sinin işinden ayrılması Türkiye için çok "nemli bir olaydır. Çünkü bizim (1) Çalışan nüfus sayımız küçüktür. (2) Çalışan nüfustan kentlerde iş bulanların sayısı azdır. (3) Kentlerde çalışanların çok azı kayıtlı işte çalışabilmektedir.K"yleri bir yana bırakalım. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verilerine g"re kentlerdeki sivil nüfus 39.7 milyondur. Bunların 12.5 milyonu "işgücü" tanımına giriyor. 11.2'si de bir işte çalışıyor.Kentlerde bir iş bulup çalışanlar 11.2 milyon ama, bunların 3.2 milyonu kendi hesabına çalışanlarla, ücretsiz aile işçisi. Kentlerde ücret karşılığı iş bulabilenlerin sayısı 7.9 milyondur.Kentlerde ücret karşılığı, kendi hesabına veya ücretsiz çalışan toplam 11.2 milyon nüfusun 3.1 milyonu imalat sanayiinde, 863 bini inşaat işlerinde, 6.5 milyonu ise değişik hizmet işlerinde çalışıyor.2001 yılında 1 milyon 479 bin kişi işten ayrıldı ise, bunlar kentlerde ücretle çalışan 7 milyon 950 bin rakamının içinden çıktı demektir. Bu tablo, ücretle çalışanların çok büyük b"lümünün 2001 yılında işinden olduğunu ortaya
<#comment>#comment>Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2001 yılında emeklilik, işten çıkarma, sağlık, işyerinin kapanması veya başka yere taşınma gibi farklı nedenlerle toplam 1 milyon 479 bin 907 kişinin işten ayrıldığını açıkladı.
Bunlar kayıtlı işçilerden işini bırakanlar... Kayıtsızlardan bilgi ve rakam bulmak imkansız.
Kayıtlı işçilerden bir yılda 1 milyon 479 bin 907'sinin işinden ayrılması Türkiye için çok önemli bir olaydır. Çünkü bizim (1) Çalışan nüfus sayımız küçüktür. (2) Çalışan nüfustan kentlerde iş bulanların sayısı azdır. (3) Kentlerde çalışanların çok azı kayıtlı işte çalışabilmektedir.
Köyleri bir yana bırakalım. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verilerine göre kentlerdeki sivil nüfus 39.7 milyondur. Bunların 12.5 milyonu "işgücü" tanımına giriyor. 11.2'si de bir işte çalışıyor.
Kentlerde bir iş bulup çalışanlar 11.2 milyon ama, bunların 3.2 milyonu kendi hesabına çalışanlarla, ücretsiz aile işçisi. Kentlerde ücret karşılığı iş bulabilenlerin sayısı 7.9 milyondur.
Kentlerde ücret karşılığı, kendi hesabına veya ücretsiz çalışan toplam 11.2 milyon nüfusun 3.1 milyonu imalat sanayiinde, 863 bini inşaat işlerinde, 6.5 milyonu ise değişik hizmet
Şu günlerde dolar fiyatının inmesinin ana nedeni "iyi haberler".Dolar fiyatları devamlı artacak, Türk lirasının değeri pul olacak, doları olan kazanacak havası ile halkımız elindeki avcundaki Türk liralarını dolara çevirmişti. Bankalar açıklarını kapadı. Varlıklı kesim, dolara dönerek paraları yurtdışına postaladı. Halk dolarları yastık altına istif etti. Dolar fiyatı (o günün şartları ile) tepeye vurdu. İyimser haberler tepeden aşağıya dönüşü başlattı. İyimserlik süresi uzadıkça gevşeme hızlandı. Dolar fiyatı inmeye devam edecek. Merkez Bankası "fiyat tanzimi" için alıma geçmediği sürece inecek. Ta ki... Bir kötü haber çıkana kadar. Gevşeme nedenleri Ayrıca unutmamak gerekir ki, bizim döviz piyasamız çok sığ bir piyasadır. Tahtakalede, döviz büfelerinde toplam 5 milyon dolarlık döviz alımı veya satımı fiyatları çıkartıyor, indiriyor.Piyasayı bilenler şu günlerde bankaların doğrudan veya iştirakleri yoluyla dolaylı olarak pozisyon açmaya başladıklarını, döviz birikimlerini satarak Türk lirasına geçmeye başladıklarını belirtiyor. Gevşeme neden hızlandı: (1) Piyasa canlanmıyor. Reel ekonominin döviz talebi yok. (2) Ucuz döviz ithalatı cazip hale getiriyor ama, içeride ithal
<#comment>#comment>Dolar fiyatı inmeye devam edecek. Merkez Bankası "fiyat tanzimi" için alıma geçmediği sürece inecek. Ta ki... Bir kötü haber çıkana kadar.
Şu günlerde dolar fiyatının inmesinin ana nedeni "iyi haberler".
Dolar fiyatları devamlı artacak, Türk lirasının değeri pul olacak, doları olan kazanacak havası ile halkımız elindeki avcundaki Türk liralarını dolara çevirmişti. Bankalar açıklarını kapadı. Varlıklı kesim, dolara dönerek paraları yurtdışına postaladı. Halk dolarları yastık altına istif etti. Dolar fiyatı (o günün şartları ile) tepeye vurdu. İyimser haberler tepeden aşağıya dönüşü başlattı. İyimserlik süresi uzadıkça gevşeme hızlandı.
Gevşeme neden hızlandı: (1) Piyasa canlanmıyor. Reel ekonominin döviz talebi yok. (2) Ucuz döviz ithalatı cazip hale getiriyor ama, içeride ithal mallarına talep yok. (3) Döviz bitecek veya döviz alımı satımı yasaklanacak gibi bir tehlike yok. (4) IMF’den döviz gelecek. IMF hiç olmaz ise 2002 yılında döviz açığını kapatma garantisini vermiş durumda. (5) Yurtdışında ve yurtiçinde bankalar dövize faiz vermiyor. (6) Buna karşılık Türk lirası ayda yüzde 4 dolayında bir getiri sağlıyor. (7) Faiz getirisine önem verenler
Bu yeni bir durum da değil. Uzun süredir yukarıya değil, aşağıya gidip duruyoruz.Durumumuzun ne kadar k"tü olduğunu bilelim de sıkıntıya girmeden, çaba g"stermeden, üretmeden bu çukurdan çıkamayacağımızı anlayalım.İkinci kümedeki 25 ülkede enflasyonda, d"vizde ve faizde ne kadar k"tü durumda olduğumuzu "The Economist" dergisindeki rakamlardan oluşturduğum aşağıdaki tabloda g"receksiniz.Bu tablodaki rakamlar tabloda yer alan her ülkede aynı d"nemleri yansıttığı için Türkiye ile ilgili enflasyon, devalüasyon ve faiz rakamlarını düzeltmedim. Dergide kullanılan rakamları aldım.Son bir yılda Türkiye'de para değerinin yüzde 117 eridiği, enflasyonun yüzde 67'yi aştığı, faizin yüzde 57'lerde dolandığı, sanayi üretiminin yüzde 13.5 gerilediği, ekonominin yüzde 7.1 küçüldüğü g"rülüyor.Diğer 24 ülke arasında parası en fazla değer kaybeden ülkede değer kaybı yüzde 18.5'u aşmıyor. Enflasyonu en yüksek ülkede enflasyon yüzde 18.8 oranında. En yüksek faiz yüzde 25 oranında.Biz Türkiye'de yüksek enflasyona, yüksek devalüasyona, yüksek faize o kadar alıştık ki, değer yargılarımız yok oldu.Enflasyon yüzde 40'a iner ise başarılı olacağız diyoruz. Paranın değer kaybı yüzde 130'a tırmandıktan sonra
<#comment>#comment>Birinci sınıf ülkeler kümesine giremiyoruz ama, ikinci küme ülkeler arasında enflasyonda, dövizde ve faizde en rezil durumda olan (maalesef) biziz.
Bu yeni bir durum da değil. Uzun süredir yukarıya değil, aşağıya gidip duruyoruz.
Durumumuzun ne kadar kötü olduğunu bilelim de sıkıntıya girmeden, çaba göstermeden, üretmeden bu çukurdan çıkamayacağımızı anlayalım.
İkinci kümedeki 25 ülkede enflasyonda, dövizde ve faizde ne kadar kötü durumda olduğumuzu "The Economist" dergisindeki rakamlardan oluşturduğum aşağıdaki tabloda göreceksiniz.
Bu tablodaki rakamlar tabloda yer alan her ülkede aynı dönemleri yansıttığı için Türkiye ile ilgili enflasyon, devalüasyon ve faiz rakamlarını düzeltmedim. Dergide kullanılan rakamları aldım.
Son bir yılda Türkiye'de para değerinin yüzde 117 eridiği, enflasyonun yüzde 67'yi aştığı, faizin yüzde 57'lerde dolandığı, sanayi üretiminin yüzde 13.5 gerilediği, ekonominin yüzde 7.1 küçüldüğü görülüyor.
<#comment>#comment>Başıma gelenlerden utandığımdan kimseye söz etmiyordum ama, bu şartlarda anlatmak "vacip" oldu. 159 denilen şeyin bırakınız yeni halini, eski halinin ne olduğunu "damdan düşen" biri olarak, sayın okuyucularıma anlatacağım.
Bu sütunda 3 Nisan 2000’nde yayımlanan yazım "İstikrar avukatları düzenin bekçileri" başlığını taşıyordu. Bu yazı üzerine Genelkurmay Başkanlığı’nın talebi Adalet Bakanlığı’nın talimatı ile cumhuriyet savcısı, "Devletin askeri kuvvetlerini neşren tahkir ve tezyif etmek" suçlamasıyla, Türk Ceza Kanunu’nun 159/1 maddesine dayanarak Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakkımda dava açtı.
Yazımın davaya neden olan bölümünde şunlar vardı: "İstikrar avukatlarının korumak istedikleri düzen, Türk halkına refah getiren, Türkiye’yi çağdaş yaşam çizgisine yaklaştıran bir düzen mi? Yoksa bu düzen sadece ve sadece ‘dar çevre’ için çalışan, sadece ‘dar çevre’yi iktidar edip ‘besleyen’ bir düzen mi?.. Bugüne kadar ‘dar çevre’ her şeye hakim oldu. Her şeyi ‘kontrol’ etti. Bu dar ‘çevre politikacılar, askerler, bürokratlar ve büyük sanayicilerden oluşuyor.’ Dar çevre ‘hakim sınıf’ konumunu kaybetmemek için çaba gösteriyor. Değişim olacak ise kendi
İnanınız banka satın almak diye hiçbir niyetim yokken, bu yazınız üzerine araştırıp incelemeye başladım. Uzatmayayım. Sümerbankı satın aldım. Şimdi de bunu yaptığım için suçsuz yere on beş aydır hapisteyim..."Sayın okuyucularım, Milliyete gelen ve üzeri "Hapishane müdürlüğünce görülmüştür" damgalı mektubu okuyunca önce şaşırdım. Sonra üzüldüm. Mektup Hayyam Garipoğlundan geliyordu. Ve de yukarıda aktardığım şekilde başlıyordu. Hayyam Garipoğlunu hayatımda görmedim, tanımam ama mektubu beni etkiledi.Bakınız neler yazıyor: Ticarete 1971de Almanyada başladım. İlk fabrikam 1976 yılında Ceyhanda üretime geçti. Daha sonra Amasya, Lüleburgaz, Adıyaman, İzmir ve Bandırmada 15 fabrika kurdum. Beş bin kişiye istihdam imkanı sağladım. Devlete hiçbir şey satmadım. Sümerbank hariç devletten hiçbir şey almadım. Sümerbankı da şeffaf ihalede, kamera ve noter önünde pazarlıkla 115 milyon dolar karşılığı satın aldım. Sümerbank satın alma tarihi 1995 yılından el koyma tarihi 1999 Aralık ayına kadar benim yönetimimde 4 yıl 2 ay kaldı. Bu dönemde Rusya ve Uzakdoğuda 2 ekonomik kriz, Türkiyede 2 deprem krizi yaşadık. İktidar 3 defa değişti. Ekonomi çalkantılı günler yaşadı. Yüzde 80 faiz ile bankanın