2000 yılında her şey güllük gülistanken tarım pek parlak bir performans göstermemiş, yüzde 4ün altında bir büyüme sergilemişti. 2001 yılında krize girdiğimizde, her şey olumsuz giderken, tarım da olumsuz bir performans sergilemiş, yüzde 12den fazla küçülme gözlenmişti. Geçen yıl ihracata ve stok tazelemeye dayalı bir büyüme ortaya çıkarken ise, tarım da karınca kararınca katkı vermiş, yüzde 7.1lik büyüme göstermişti.Bu yılın büyüme hedefi yüzde 5. Tarımın yine olumlu katkı sağlaması bekleniyor. İşin sevindirici yanı, tarımda iyi gelişmeler beklenirken fiyatlar da yüksek seyrediyor. Oysa tarımın iyi gittiği yıllarda tarımsal ürünlerde piyasada fiyatlar düşer. Yahut da devlet tek fiyat belirleyiciyse fiyatları çok artırma gereksinimi duymaz. Çünkü hasat iyidir, köylüyü mağdur etmemiştir.Geçenlerde Devlet İstatistik Enstitüsü çiftçinin eline geçen fiyatları yayımladı. Buradaki veriler çok ilginçti.Alttaki tabloda da görüldüğü gibi, gerek geçen yılın aynı ayına göre, gerekse son 12 ayda tarımda fiyatlar yüzde 45 kadar artmış. Oysa toptan eşya fiyat endeksi bugüne değin yüzde 30 bile artmadı. Demek ki, köylünün veya çiftçinin eline enflasyondan fazla gelir geçti. Üstelik hasat da iyi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Tarım önemli. Oysa tarımı yeterince tartışmıyoruz. Aslında hala milli gelirin yüzde 15'ini tarım yaratıyor. Ve asıl önemlisi yarattığı istihdam gücü. Ülkemizde nüfusun hala büyük bölümü tarımla geçiniyor. Bu aynı zamanda şu da demek; nüfusun yarıdan fazlası milli gelirin yüzde 15'i ile yetinmek zorunda kalıyor.
2000 yılında her şey güllük gülistanken tarım pek parlak bir performans göstermemiş, yüzde 4'ün altında bir büyüme sergilemişti. 2001 yılında krize girdiğimizde, her şey olumsuz giderken, tarım da olumsuz bir performans sergilemiş, yüzde 12'den fazla küçülme gözlenmişti. Geçen yıl ihracata ve stok tazelemeye dayalı bir büyüme ortaya çıkarken ise, tarım da karınca kararınca katkı vermiş, yüzde 7.1'lik büyüme göstermişti.
Bu yılın büyüme hedefi yüzde 5. Tarımın yine olumlu katkı sağlaması bekleniyor. İşin sevindirici yanı, tarımda iyi gelişmeler beklenirken fiyatlar da yüksek seyrediyor. Oysa tarımın iyi gittiği yıllarda tarımsal ürünlerde piyasada fiyatlar düşer. Yahut da devlet tek fiyat belirleyiciyse fiyatları çok artırma gereksinimi duymaz. Çünkü hasat
Bir ülkede enflasyon yüksekse ve bunun nedenlerinden biri aşırı kamu harcamaları nedeniyle şişen iç talepse, yahut da bütçe açığı para basarak finanse edilmişse, bunu önlemenin bir yöntemi bütçeden az harcayıp, çok vergi toplayarak ortaya çıkan fazla ile borcu ödemektir. Türkiye de bunu yapıyor.Bir ülkede sık sık ödemeler dengesinde cari işlemler açığı çıkıyor, yani döviz gelirleri giderlerini karşılamıyorsa, iç talebin düşürülerek ithalatın frenlenmesi gerekir. İç talebin dizginlenmesi için de en bilinen yöntem bütçeden az harcayıp, çok vergi toplayarak ortaya çıkan fazla ile borcu ödemektir. Türkiye de bunu yapıyor.İşte faiz - dışı fazla yaratmanın üç gerekçesi. Türkiye milli gelirin yüzde 6.5u kadar faiz - dışı fazla yaratmayı hedefliyor. Milli gelir bu yıl 200 milyar dolar olacaksa, bu 13 milyar dolarlık bir faiz - dışı fazla demek. Bütçeye konulan hedefin 19.7 katrilyon olduğunu düşünürsek, yıl - sonu 1.600.000 TL üzerinden hesaplanmış kurla bu 21 katrilyon TL ediyor. Dün uluslararası yatırım kuruluşu J. P. Morgan milli gelirin ancak yüzde 5ine ulaşacağını açıkladı. Biz ise, hedef yakalanmasa bile daha yukarıda bir performans sağlanacağı kanısındayız.Haziran sonu bütçe
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Bir ülke aşırı kamu borcu taşıyorsa, bu borcu azaltmanın bir yöntemi de bütçeden az harcayıp, çok vergi toplayarak ortaya çıkan fazla ile borcu ödemektir. Türkiye de bunu yapıyor.
Bir ülkede enflasyon yüksekse ve bunun nedenlerinden biri aşırı kamu harcamaları nedeniyle şişen iç talepse, yahut da bütçe açığı para basarak finanse edilmişse, bunu önlemenin bir yöntemi bütçeden az harcayıp, çok vergi toplayarak ortaya çıkan fazla ile borcu ödemektir. Türkiye de bunu yapıyor.
Bir ülkede sık sık ödemeler dengesinde cari işlemler açığı çıkıyor, yani döviz gelirleri giderlerini karşılamıyorsa, iç talebin düşürülerek ithalatın frenlenmesi gerekir. İç talebin dizginlenmesi için de en bilinen yöntem bütçeden az harcayıp, çok vergi toplayarak ortaya çıkan fazla ile borcu ödemektir. Türkiye de bunu yapıyor.
İşte faiz - dışı fazla yaratmanın üç gerekçesi. Türkiye milli gelirin yüzde 6.5’u kadar faiz - dışı fazla yaratmayı hedefliyor. Milli gelir bu yıl 200 milyar dolar olacaksa, bu 13 milyar dolarlık bir faiz - dışı fazla demek. Bütçeye konulan hedefin 19.7 katrilyon
Indyk konuşmasının başında ABD'nin Irak'a müdahalesinin güdülerinden bahsetti. Uluslararası terör, kitle imha silahları, Ortadoğu'da İsrail'in güvenliği ve Batı'nın demokratik düzeninin tehdit altında olmaması gibi kalıplaşmış sözleri tekrarladı.ABD Büyükelçiliği'nin Indyk'ı davet etmesindeki kerametini anlamakta başta güçlük çekmiştik. Ne de olsa Demokratlara danışmanlık yapmıştı ve Bush'un politikasını savunması kolay olmasa gerekti. Nitekim, konuşmanın ardından rastladığımız Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ziya Öniş konuyu açarak; Clinton'ın iktidarda olması durumunda böylesi bir savaş olup olmayacağını sordu. Öniş olmazdı görüşündeydi. Toplantının ardından konuşma fırsatı bulduğum Dışişleri eski Bakanı Prof. Emre Gönensay da farklı düşünmüyordu. Clinton bu boyutta bir savaşa girmezdi. Gerçi Gönensay'a göre, böylesi bir savaş olmasaydı da uluslararası terörde son zamanlarda görülen yavaşlama yine gerçekleşirdi. ABD Büyükelçisi Pearson'ın görevden ayrılması nedeniyle dün Türk - Amerikan İş Konseyi bir yemek düzenlemişti. Yemek öncesi bir de konuk konuşmacı vardı: Martin Indyk. Clinton yönetimi sırasında Milli Güvenlik Konseyi'nde Ortadoğu danışmanı olarak görev yapan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> ABD Büyükelçisi Pearson'ın görevden ayrılması nedeniyle dün Türk - Amerikan İş Konseyi bir yemek düzenlemişti. Yemek öncesi bir de konuk konuşmacı vardı: Martin Indyk. Clinton yönetimi sırasında Milli Güvenlik Konseyi'nde Ortadoğu danışmanı olarak görev yapan Indyk'ın konuşması hayli netti.
Indyk konuşmasının başında ABD'nin Irak'a müdahalesinin güdülerinden bahsetti. Uluslararası terör, kitle imha silahları, Ortadoğu'da İsrail'in güvenliği ve Batı'nın demokratik düzeninin tehdit altında olmaması gibi kalıplaşmış sözleri tekrarladı.
ABD Büyükelçiliği'nin Indyk'ı davet etmesindeki kerametini anlamakta başta güçlük çekmiştik. Ne de olsa Demokratlara danışmanlık yapmıştı ve Bush'un politikasını savunması kolay olmasa gerekti. Nitekim, konuşmanın ardından rastladığımız Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ziya Öniş konuyu açarak; Clinton'ın iktidarda olması durumunda böylesi bir savaş olup olmayacağını sordu. Öniş olmazdı görüşündeydi. Toplantının ardından konuşma fırsatı bulduğum Dışişleri eski Bakanı Prof. Emre Gönensay da farklı düşünmüyordu. Clinton bu boyutta bir savaşa girmezdi. Gerçi
TL'nin bu şahlanışı karşısında bazı kesimler endişelenmiyor değil. Başta ihracatçılar. Hele euronun da değer kaybetmesiyle feryat ediyorlar. Borsada hisse senedi olanlar da şikayetçi. Revalüasyonla dolar bazında değer kazanan şirket sermayeleri yabancılar için cazip olmaktan çıkmış durumda. Öte yandan, dövizle borç vermiş olanlar da sıkıntıda. Hepsinden öte, içeride büyük ölçüde TL maliyetle çalışan turizm sektörü ciddi boyutlarda gelir kaybı içinde. Ancak dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, yüzde 5 civarında da emek verimliliği artışı gözleniyor. Başka alanlarda da verimlilik artışı varsa, bu zararın bir kısmı telafi ediliyor demektir. Gelişmekte olan ülkelerde sıkı mali disiplin uygulandığından, kur esnekse kur çöküşleri yaşanabiliyor. Bu hem yurtdışındaki finans çevrelerini, hem de resmi kreditörleri ürkütüyor. Çünkü hem yabancı yatırımcı için uygun olmayan bir kur düzeyi oluşuyor, hem de ülke ihracatla döviz üretir olmaktan çıkıyor.Rusya'da 1998 krizinden bu yana esnek, ya da dalgalı kur sistemi uygulanıyor. 1999 yılında enflasyon yüzde 37'ye dayandığında, yüzde 30 kadar devalüasyon olmuştu. 2000 yılında enflasyon yüzde 20'ye inerken, devalüasyon yüzde 4.4'te kalmıştı.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> İnanılmaz gelişmeler yaşıyoruz. Geçtiğimiz aylarda ABD doları euroya karşı yüzde 6'ya yakın değer kazanırken, TL'ye karşı yüzde 26 değer yitirdi. Üstelik Irak'taki gelişmeler hiç de iç açıcı değil. İstikrarın bir türlü sağlanamaması ABD'ye ayda 4 milyar dolara mal oluyor. Ve TL'de yükseliş trendi sürüyor. Yurtiçindeki enflasyon da hesaba katılırsa reel revalüasyon yüzde 40'a ulaşıyor.
TL'nin bu şahlanışı karşısında bazı kesimler endişelenmiyor değil. Başta ihracatçılar. Hele euronun da değer kaybetmesiyle feryat ediyorlar. Borsada hisse senedi olanlar da şikayetçi. Revalüasyonla dolar bazında değer kazanan şirket sermayeleri yabancılar için cazip olmaktan çıkmış durumda. Öte yandan, dövizle borç vermiş olanlar da sıkıntıda. Hepsinden öte, içeride büyük ölçüde TL maliyetle çalışan turizm sektörü ciddi boyutlarda gelir kaybı içinde. Ancak dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, yüzde 5 civarında da emek verimliliği artışı gözleniyor. Başka alanlarda da verimlilik artışı varsa, bu zararın bir kısmı telafi ediliyor demektir. Gelişmekte olan ülkelerde sıkı mali disiplin uygulandığından, kur esnekse kur çöküşleri