İhracat bu yıl geçen yıla göre daha üstün bir performans sergiliyor. Geçen yıl ihracat gerek iç talep yetersizliği, gerekse TL'nin değer yitirmesiyle güç kazanmıştı. Bu yılın başında, TL değer kazansa da ihracatın ağırlıklı olarak yapıldığı euro yüzde 30'a yakın değer kazanınca aynı trend sürdü. Üstelik yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre üretimde çalışanlarda yüzde 5, çalışılan saatte ise yüzde 5.4'lük verim artışı sağlandı. Ancak kur böyle giderse, bir süre sonra ihracat yavaşlayabilir. Çünkü bir yandan euro değer kaybederken, diğer yandan TL değer kazanmayı sürdürüyor. Üstelik, artık iç talepte ciddi toparlanmalar gözleniyor. Mesela haziran ayında perakende satışlarda yüzde 1 kadar artış gözleniyor. Özellikle gıda, konut ve giyime yapılan harcamalarda gözlenen bu artış, otel ve lokanta harcamalarında yüzde 25'i aşıyor. Gerçi bu artış kısmen mevsimsellikten kaynaklanıyor. Nitekim, otomotivde ve özelikle ev eşyası alışverişlerinde ciddi düşüşler var.Artık resmi kuruluşlarca da kabul edilen Tüketici Güven Endeksi'ne (TGE) gelince. Mayısta 12.82 olan TGE, haziranda 114.89'a çıktı. Bu artış büyük ölçüde Tüketim Eğilimi Endeksi'nden kaynaklanıyor; mayısta 140.85 iken,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Krizin ilk yılında yüzde 9.5 küçülen ekonomi, geçen yıl yüzde 7.8 büyümüştü. Daha çok stok yenileme ve ihracatla elde edilen bu büyümede, az da olsa tarımın da olumlu bir katkısı oldu. Bu yıla girerken beklenti, bu trendin bu kez iç tüketimle elde edilmesiydi. Tabii ihracatın da aynı hızla devam etmesi gerekiyor.
İhracat bu yıl geçen yıla göre daha üstün bir performans sergiliyor. Geçen yıl ihracat gerek iç talep yetersizliği, gerekse TL'nin değer yitirmesiyle güç kazanmıştı. Bu yılın başında, TL değer kazansa da ihracatın ağırlıklı olarak yapıldığı euro yüzde 30'a yakın değer kazanınca aynı trend sürdü. Üstelik yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre üretimde çalışanlarda yüzde 5, çalışılan saatte ise yüzde 5.4'lük verim artışı sağlandı. Ancak kur böyle giderse, bir süre sonra ihracat yavaşlayabilir. Çünkü bir yandan euro değer kaybederken, diğer yandan TL değer kazanmayı sürdürüyor. Üstelik, artık iç talepte ciddi toparlanmalar gözleniyor. Mesela haziran ayında perakende satışlarda yüzde 1 kadar artış gözleniyor. Özellikle gıda, konut ve giyime yapılan harcamalarda gözlenen bu artış, otel ve lokanta
Devlet eski Bakanı Kemal Derviş'in sıklıkla tekrarladığı bir arzu var; ekonomik ilişkiler dış politikadan ayrı tutulmalı. Aksi takdirde ülke siyasal olarak bağımlılaşır. Bu arzu, pek gerçekçi olmamakla birlikte, sürdürülmesi gereken bir politika. Malum, ekonomik olarak bağımlı ülkelerin dış politikaları da bağımlı hale geliyor. Bundan kaçınmak zor. Belki de, Derviş'in dediği gibi, borçların doğrudan belli ülkelerden değil, resmi kuruluşlardan alınmasının gereği buradan kaynaklanıyor. Borca rağmen bağımsız kalmak da olanaksız değil. Borçlu ülke borcunu ödeyebilecek güçteyse ya da en azından yeni borç alma gereksinimi içinde değilse, bağımlılığı azalır. Ancak sürekli borç gereksinimi içindeyse, ya ekonomik koşutlar zorlanır ya da siyasal. Türkiye de çok borçlu IMF çeşitli ülkelerden milli gelirine göre katkı alan ve sıkıntıda olan ülkelere borç veren bir uluslararası kurum. Resmen Birleşmiş Milletler'e bağlı. Genellikle ülke döviz sıkıntısına düştüğünde borç veriyor. Ancak en büyük mali katkıyı ABD verdiğinden iki kurumda da ABD'nin borusu ötüyor. Bu nedenle IMF'yi ABD Hazinesi'nin arka bahçesi gibi görmek gerekir. IMF'nin uygulayacağı, hatta önereceği politikalar, ABD Hazinesi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Devlet eski Bakanı Kemal Derviş'in sıklıkla tekrarladığı bir arzu var; ekonomik ilişkiler dış politikadan ayrı tutulmalı. Aksi takdirde ülke siyasal olarak bağımlılaşır. Bu arzu, pek gerçekçi olmamakla birlikte, sürdürülmesi gereken bir politika. Malum, ekonomik olarak bağımlı ülkelerin dış politikaları da bağımlı hale geliyor. Bundan kaçınmak zor. Belki de, Derviş'in dediği gibi, borçların doğrudan belli ülkelerden değil, resmi kuruluşlardan alınmasının gereği buradan kaynaklanıyor. Borca rağmen bağımsız kalmak da olanaksız değil. Borçlu ülke borcunu ödeyebilecek güçteyse ya da en azından yeni borç alma gereksinimi içinde değilse, bağımlılığı azalır. Ancak sürekli borç gereksinimi içindeyse, ya ekonomik koşutlar zorlanır ya da siyasal.
Türkiye de çok borçlu
Türkiye de çok borçlu bir ülke. Dış borçları 133 milyar doları buluyor. Bunun 87 milyar doları kamunun. Kamu borçları içinde de 40 milyar dolara yakın Dünya Bankası ve IMF'ye borç var. Bu kurumlara bu denli borçluyken ve hatta diğer borçlarda da IMF referansının katkısı varken, elbette IMF'den kopmak
Gerçekten Meksika hem petrol rezervleriyle, hem de bir gümrük birliği olan NAFTA anlaşmasını ABD'yle imzalayarak büyük avantaj sağladı. Rusya'nın da petrolü var. Krize yüklü bir borçla giren Rusya'nın, cari işlemlerde yaşadığı sorun zaten petrol fiyatlarındaki geçici düşüşten kaynaklanıyordu. Petrol fiyatlarının toparlanmasıyla da toparlandı. Geçenlerde Devlet Bakanı Ali Babacan ile yaptığımız toplantıda Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Fatih Özatay da vardı. Sohbetin koyulaştığı bir süreçte istikrar politikaları ve stratejileri konuşuluyordu. Özatay Meksika örneğiyle bir şeyler söylemeye çalışınca Deniz Gökçe itiraz etti: "Onlar bize örnek olamaz, onların petrolü var." Onlarda petrol, bizde borç Rusya da yüklü bir borç baskısı altındaydı, ama bu milli gelirin yüzde 42'si kadardı. Oysa bizde bu oran neredeyse milli gelir kadar. Kısacası, Türkiye çok daha borçlu bir ülke.Malezya'nın durumu ise oldukça basitti. Ciddi bir kamu açığı yoktu. Enflasyon da bulunmuyordu. Tek sorun sabit kur ve içerideki ciddi boyuttaki yabancı sermayeydi. Bu sıcak paranın aniden çıkması olasılığı karşısında nelerin çökeceği görülüyordu. Ani bir devalüasyonla yabancıların çıkması engellendi. Diğer yandan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Geçenlerde Devlet Bakanı Ali Babacan ile yaptığımız toplantıda Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Fatih Özatay da vardı. Sohbetin koyulaştığı bir süreçte istikrar politikaları ve stratejileri konuşuluyordu. Özatay Meksika örneğiyle bir şeyler söylemeye çalışınca Deniz Gökçe itiraz etti: "Onlar bize örnek olamaz, onların petrolü var."
Gerçekten Meksika hem petrol rezervleriyle, hem de bir gümrük birliği olan NAFTA anlaşmasını ABD'yle imzalayarak büyük avantaj sağladı. Rusya'nın da petrolü var. Krize yüklü bir borçla giren Rusya'nın, cari işlemlerde yaşadığı sorun zaten petrol fiyatlarındaki geçici düşüşten kaynaklanıyordu. Petrol fiyatlarının toparlanmasıyla da toparlandı.
Onlarda petrol, bizde borç
Oysa bizde ne petrol var ne de büyük ölçekte maden. Öte yandan, bizde bankacılık hiçbir zaman Rusya kadar ilkel olmadı. Hepsinden önemlisi Türkiye şu anda ciddi bir mali disiplin uyguluyor. Öylesine ki, milli gelirin yüzde 6.5'u kadar faiz - dışı fazlayı tutturan ülke yok.
Rusya da yüklü bir borç
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Dünkü yazımızda Rusya'nın neden bir krizle karşılaştığını ve krizi nasıl aştığını yazdık. Yanıt kısaydı. Petrol fiyatlarının düşmesiyle krize giren ülke, fiyatların toparlanmasıyla krizi aştı.
Ancak başka etmenler de vardı. Birincisi, Rusya'da kriz öncesi küçülme gözleniyordu. Öte yandan, 1991 sonrası liberalizasyon sürecinde kamu açıkları sürekli büyüyor ve 1995 yılına dek enflasyon kontrol edilemiyordu. 1994 yılında enflasyon yüzde 200'leri aşıp, müthiş bir daralma süreci başlayınca, önlem alma gereği doğdu. Alınan önlemlerle önce işsizlik artmaya başladı. Ancak ekonomideki daralma süreci de yavaşladı. Zamanla, yaratılan faiz - dışı fazla ile enflasyon da yavaşladı.
1998 yılında Rusya krizi çıktığında herkes çok kötümserdi. Rusya çok yönlü bir borçla krize yakalanmıştı. Ne borcu çevirebiliyor ne de döviz dengesini yerli yerine oturtabiliyordu. Tam bir dağınıklık içindeydi.Krizin birçok nedeni vardı. Sosyalist sistemden çıkarken ortaya çıkan zafiyetler, Güneydoğu Asya ülkelerinde çıkan kriz ve hepsinden önemlisi, 1998 yılında ciddi ölçülerde düşen petrol fiyatları krizi oluşturdu. Bu hem bütçeyi, hem de döviz dengelerini olumsuz yönde etkiledi. Bilindiği gibi, Rusya doğal olarak kaynak ihracatında bir dünya devi. Petrolde de dünyada önemli paya sahip. Rusya yanı başımızda bir dev. Onunla yeterince ilgilenmiyoruz. Oysa Rusya müthiş bir değişim içinde. Bu yazı dizisinde Rusyaya bakacağız. (mr.$) 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002İhracat 90.5 88.7 74.8 85.8 105.9 101.7 107.3İthalat 67.4 71.3 57.4 39.6 44.9 56.7 60.9Dış ticaret 23.1 17.3 17.4 46.2 61.0 55.0 46.2Cari işlemler 11.6 3.3 -2.3 21.9 44.2 30.1 27.9 Bozulan dengeler Aşağıda da görüldüğü gibi, krizden sonra beş yıl içinde milli gelir adeta ikiye katlanmış. Bunda bir etmen yüksek büyüme hızı. Tabii reel olarak rublenin dolar karşısında değer kazanması da buna katkı sağlıyor. Rusyada 1997