<#comment>#comment>Artık seçim sonuçları belli oldu. Sandıklardan AKP patlayarak çıktı. CHP’nin de arkadan kovalayacağı sanılıyordu. Ancak arada fark çok büyük. Bu da Türkiye’yi bambaşka bir döneme sokuyor. Ne diyelim? Hayırlı olsun.
CHP’nin Meclis’e girmesi belki bazılarını sevindirebilir. Ama AKP’nin birinci parti çıkması kuşkusuz aydın kesimleri üzerinde şok yaratıyor. Ancak dövünmeyelim. Buraya kolay gelmedik. Erken seçim için büyük çaba gösterenler oldu. Erken seçimin olası sonuçlarını uyaran herkes eleştirildi, hırpalandı.
Mayıs ayında bir Bakanlar Kurulu toplantısında ekonomiden sorumlu bakan Derviş işlerin bir türlü olumlu yöne girmemesini "belirsizliklere" bağlıyordu. Gerçekten faizler çok yüksekti ve inmesi için bir şeyler gerekiyordu. Bunun üzerine Başbakan Yardımcısı Bahçeli kendisine bu belirsizliklerin kaynağını sordu ve Derviş de seçim tarihinin saptanmasıyla bunun önlenebileceğini yanıtladı. Oysa seçim tarihi belirsiz değildi. Bunun üzerine hükümeti oluşturan üç ortak toplandılar ve seçim tarihinin normal zamanda, yani Nisan 2004’te yapılacağını tekrarladılar.
Ancak piyasalarda pek bir değişiklik olmadı. Faiz ve kur çok az gevşedi, o kadar. Demek ki, başka
Sıkıntılar 2001 yılına kadar dayanıyor. Reel faizlerdeki süregelen aşırı yükseklik, izlenen politikayı zorluyor. Oysa enflasyon düşme eğilimi gösterdiğinde, uzun vadeli faizlerin kısa vadeli faizlerden düşük olması gerekir. Biz buna "faizlerdeki verim eğrisinin aşağı doğru olması" deriz. Verim eğrisi yukarı kalktı mı, enflasyonda gidişat olumsuz demektir. Krizden bu yana enflasyondaki düşme eğilimine rağmen, verim eğrisi hiç aşağı doğru sarkmadı. Hatta, Telekom krizinden bu yana uzun vadeli faizler daha yüksek oldu, demek daha doğru olur. Bunun nedeni ise büyük önem taşıyor.Piyasalar hiçbir zaman hükümetin bu programı sonuna dek sürdüreceğine emin olamadı. Gerçi kriz sonrası Dervişin Türkiyeye gelmesiyle başlayan ikinci IMF programı önceleri piyasalarda ciddi destek gördü. Ama iyiden iyiye erozyona uğramış olan hükümetin kredibilitesi Telekom kriziyle büsbütün yok oldu. Piyasalar miyoplaştı. Vadeler kısaldı. Her an ya hükümet çöker, ya da program, diye hop oturuldu, hop kalkıldı. "Nasıl olsa Derviş dayanamaz, günün birinde çeker gider" fikri akılların bir köşesinde yerleşti.Şimdi geriye dönüp baktığımızda o krizde yaşanan gerginliğe değdi mi, bilemiyoruz. Kuşkusuz, IMFnin atama
<#comment>#comment>Dünkü köşemizde 2002 maliye politikasında zorlanmaların gözlendiğini, 2003 yılı mali dengelerinde ise sıkıntıların gözüktüğünü yazdık. Bitirirken de, 2003 yılına girerken ekonominin dümeninde bulunmak istemezdik, dedik.
Sıkıntılar 2001 yılına kadar dayanıyor. Reel faizlerdeki süregelen aşırı yükseklik, izlenen politikayı zorluyor. Oysa enflasyon düşme eğilimi gösterdiğinde, uzun vadeli faizlerin kısa vadeli faizlerden düşük olması gerekir. Biz buna "faizlerdeki verim eğrisinin aşağı doğru olması" deriz. Verim eğrisi yukarı kalktı mı, enflasyonda gidişat olumsuz demektir. Krizden bu yana enflasyondaki düşme eğilimine rağmen, verim eğrisi hiç aşağı doğru sarkmadı. Hatta, Telekom krizinden bu yana uzun vadeli faizler daha yüksek oldu, demek daha doğru olur. Bunun nedeni ise büyük önem taşıyor.
Piyasalar hiçbir zaman hükümetin bu programı sonuna dek sürdüreceğine emin olamadı. Gerçi kriz sonrası Derviş’in Türkiye’ye gelmesiyle başlayan ikinci IMF programı önceleri piyasalarda ciddi destek gördü. Ama iyiden iyiye erozyona uğramış olan hükümetin kredibilitesi Telekom kriziyle büsbütün yok oldu. Piyasalar miyoplaştı. Vadeler kısaldı. Her an ya hükümet çöker, ya da
2002 yılında enflasyon düştü. Üretimde de ciddi kıpırdanmalar gözleniyor. Fakat son aylarda kamu mali dengelerinde belli performans düşüklükleri gözleniyor. Mesela ağustos ayı faiz - dışı hedefi (IMF tanımına göre) 9.6 katrilyondu. Zar zor, ite kaka 9.7 katrilyonu bulabildik.Verilerin gösterdiği şu; ağustos sonunda bütçe gelirleri yıl sonu hedefinin yüzde 69una ulaşmış. Ancak gider tarafında yıl sonu hedefinin yüzde 71i yapılıvermiş. Demek ki, açık büyümüş. Gelirlerdeki performans düşüklüğü ise daha çok vergi gelirlerinde gözlenmekte. Bu da gayet doğal. Geçen yıl artırılan dolaylı vergiler artık bir doyum noktasına ulaşıyor. Son birkaç ayda ne olacağını ise göreceğiz.2002 yılı hedeflerine göre bütçe gelirlerindeki artış, giderlerdeki artışı geçecekti. Böylece de bütçe açığı daralacaktı. Nitekim bu gerçekleşti. Ancak bütçenin harcama kalemleri arasında faiz ödemeleri 2003 yılına sarkıtılarak, ciddi bir finansman kolaylığı elde edildi. Üstelik oldukça yüklü de dövizle borçlanma yapıldığından (kur farkları da bütçede yer almadığından) denge kolaylıkla sağlandı.Ancak yanılmayalım. Elbette bu bir muhasebe oyunuydu. Gerçek değişmedi ve sonunda 2003 yılına sarkmış tüm ödemeler bütçeyi
<#comment>#comment>Bizde hep illüzyonlar oluşur. Bazen iyimserizdir, abartırız. Bazen karamsarızdır, aşırı hüzünleriniz. Oysa gerçek hep arada bir yerdedir. Seçim öncesi bir bahar yaşanıyor. Piyasalar gayet iyimser. Yurtdışı da bu seçimlerden ürkmüyor. Sanki her şey güllük gülistanlık. Ancak, durumu abartmamalıyız. 2002 yılında tedirgin edici gelişmeler yok değil. Kaldı ki, 2003 yılında da ciddi sıkıntılar kapıda bekliyor.
2002 yılında enflasyon düştü. Üretimde de ciddi kıpırdanmalar gözleniyor. Fakat son aylarda kamu mali dengelerinde belli performans düşüklükleri gözleniyor. Mesela ağustos ayı faiz - dışı hedefi (IMF tanımına göre) 9.6 katrilyondu. Zar zor, ite kaka 9.7 katrilyonu bulabildik.
Verilerin gösterdiği şu; ağustos sonunda bütçe gelirleri yıl sonu hedefinin yüzde 69’una ulaşmış. Ancak gider tarafında yıl sonu hedefinin yüzde 71’i yapılıvermiş. Demek ki, açık büyümüş. Gelirlerdeki performans düşüklüğü ise daha çok vergi gelirlerinde gözlenmekte. Bu da gayet doğal. Geçen yıl artırılan dolaylı vergiler artık bir doyum noktasına ulaşıyor. Son birkaç ayda ne olacağını ise göreceğiz.
2002 yılı hedeflerine göre bütçe gelirlerindeki artış, giderlerdeki artışı
AB yanlıları temmuz ayındaki uyum yasaları kampanyasında, Türkiye ev ödevlerini yapmazsa, üyelik kapısının da kapanacağını savunmuştu. MHP gibi karşıtlar ise, kapıların zaten açılmayacağını, bari (kendisine göre) teröre yardımcı olacak adımların atılmamasını uyarmıştı. Son gelişmeler adeta MHPyi haklı çıkarıyor; AB Dönem Başkanı Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen geçen hafta, herhangi bir takvimin verilemeyeceğini, Türkiyedeki seçim sonuçlarının belirleyici olacağını belirtince AB yanlılarının morali bozuldu.Kısacası, ABnin bu kez de savsaklama bahanesi hazır; beğenmedikleri bir siyasal tablo ile karşılaşmaları! Haşmetmaaplarına peşinen sormak gerekiyor; nasıl bir tablo ısmarlamak isterlerdi acaba?Türkiyenin Avrupa Birliği üyeliği 1963ten bu yana, kolaylaşmak şöyle dursun, giderek zorlaşıyor. Her geçen gün önümüze koşulan yokuş uzuyor, dikleşiyor. Acaba biz mi bir yerlerde hata yapıyor ve giderek daha kötü bir namzet oluyoruz? Yoksa bir şeyler mi değişiyor?Doğrusu kırk yıldır Avrupada çok şey değişti. Bizde ise çok az şey. Avrupa 1960lı ve 1970li yıllarda bir "ortak pazar" yaratma amacındaydı. Ancak 1980li yıllarda "Avrupa Ekonomik Topluluğu" kavramı yerine, "Avrupa
<#comment>#comment>Türkiye’nin Avrupalılaşma ülküsü altı hafta sonra Kopenhag’da karara bağlanacak. Ya Avrupa Birliği namzet üyesi olacağız, ya da pışpışlayıp gönlümüzü alacaklar. Üyelik takvimi de savsaklanacak. İlginçtir, Genç Parti seçimleri IMF eksenine oturtmaya çalışırken, MHP de seçimleri AB eksenine oturtmaya çalışıyor.
AB yanlıları temmuz ayındaki uyum yasaları kampanyasında, Türkiye ev ödevlerini yapmazsa, üyelik kapısının da kapanacağını savunmuştu. MHP gibi karşıtlar ise, kapıların zaten açılmayacağını, bari (kendisine göre) teröre yardımcı olacak adımların atılmamasını uyarmıştı. Son gelişmeler adeta MHP’yi haklı çıkarıyor; AB Dönem Başkanı Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen geçen hafta, herhangi bir takvimin verilemeyeceğini, Türkiye’deki seçim sonuçlarının belirleyici olacağını belirtince AB yanlılarının morali bozuldu.
Kısacası, AB’nin bu kez de savsaklama bahanesi hazır; beğenmedikleri bir siyasal tablo ile karşılaşmaları! Haşmetmaaplarına peşinen sormak gerekiyor; nasıl bir tablo ısmarlamak isterlerdi acaba?
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği 1963’ten bu yana, kolaylaşmak şöyle dursun, giderek zorlaşıyor. Her geçen gün önümüze koşulan yokuş uzuyor,
Açıkçası son krize girdiğimizden, ve Dervişin Türkiyeye gelmesinden bu yana IMFnin sütten çıkmış ak kaşık olduğu yargısı egemenleşti. Sanki siyasetçilerin hepsi ülkeyi yanlış politikalara sürüklenmiş münafık. IMF de bize hep doğruları göstermiş kurum! Medya ve iş alemindeki egemen görüş bu.Oysa, 2000 yılında uygulanan programın tasarımcısı IMFydi. O programın ise bir krizle karşılaşması olasılığı çok yüksekti. Çünkü, riskli bir programdı. Yani yaşanan bu krizde IMFnin büyük payı var. Gerçi siyasetten, her ülkede meydana gelen hatalardan hükümet sorumludur. Ama "IMF iyi siyasetçiler kötü" fikrinden çıkmazsak, ülkede demokrasi kalmaz. Ülke yönetimi tümüyle ABD Hazinesine devrolunur. O da 15 günde 15 yasa ister.Şu anda IMF yediği naneyi temizlemeye çalışıyor. Bunu yaparken de hem devlet yapısına biçim vermeye çalışıyor, hem de siyasetin işleyiş biçimine. Daha önceki yıllarda IMF ödemeler dengesi ve enflasyonla mücadele ederdi. Bugün krize giren çoğu ülke borç sorunuyla karşı karşıya olduğundan, IMF de ister istemez borcun etmenlerine müdahale ediyor. Yani ülkelerin iç işlerine ve siyasete daha da fazla karışıyor. IMFnin devletin kurumsal yapısının yeniden yapılanması, özellikle