Ancak kabak sadece Cavallo'nun başına patlamamalıdır. Yani tüm sorumluluğun Cavallo'ya yüklenmesi haksızlık olur. Nihayetinde bir ekonomik programı hazırlayan ve yürürlüğe koyan tek başına bir bakan değil, tüm hükümettir. Başarısızlığı da sadece tek bir bakan değil, tüm hükümet paylaşmalıdır. Arjantin'de ekonomiden sorumlu bakan Domingo Cavallo "nceki gün Devlet Başkanı de la Rua'ya hükümetin diğer üyeleriyle birlikte istifasını sundu. Başkan da Cavallo'nun istifasını diğer bazı bakanlarla beraber kabul edeceğini açıkladı. Doğrusu da buydu. Çünkü Arjantin'in içinde bulunduğu ekonomik kaos, bugüne dek uygulanan programdan kaynaklanıyor. Programın mimarı da, kaptanı da Cavallo olduğuna ve ç"ktüğüne g"re istifası da normal. Kaldı ki, yeni bir program ancak yeni bir kadro ile kredibilite sağlayabilir. Ah cari açıklar, vah borçlar! Bunlardan ilki; cari açıklar. Eğer bir ülkede d"viz açığı varsa ve kur esnek değilse, bir süre sonra kur üzerinde baskı oluşmaya başlıyor. Bu baskı sermaye kaçışına neden oluyor ve kur ç"küyor. Yani devalüsyon kaçınılmaz hale geliyor. Bundan korunmanın iki y"ntemi var; birincisi, sermaye akımlarının bazı vergilerle düzenlenmesi; ikincisi de kalıcı
<#comment>#comment>Arjantin'de ekonomiden sorumlu bakan Domingo Cavallo önceki gün Devlet Başkanı de la Rua'ya hükümetin diğer üyeleriyle birlikte istifasını sundu. Başkan da Cavallo'nun istifasını diğer bazı bakanlarla beraber kabul edeceğini açıkladı. Doğrusu da buydu. Çünkü Arjantin'in içinde bulunduğu ekonomik kaos, bugüne dek uygulanan programdan kaynaklanıyor. Programın mimarı da, kaptanı da Cavallo olduğuna ve çöktüğüne göre istifası da normal. Kaldı ki, yeni bir program ancak yeni bir kadro ile kredibilite sağlayabilir.
Ancak kabak sadece Cavallo'nun başına patlamamalıdır. Yani tüm sorumluluğun Cavallo'ya yüklenmesi haksızlık olur. Nihayetinde bir ekonomik programı hazırlayan ve yürürlüğe koyan tek başına bir bakan değil, tüm hükümettir. Başarısızlığı da sadece tek bir bakan değil, tüm hükümet paylaşmalıdır.
Arjantin'e ne oldu? Bunu anlamak için gelişmekte olan ülkelerin talihsiz öyküsünü iyi bilmek gerekiyor. Gelişmekte olan ülkeleri iki olgu finansal krizlere sokuyor.
Bunlardan ilki; cari açıklar. Eğer bir ülkede döviz açığı varsa ve kur esnek değilse, bir süre sonra kur üzerinde baskı oluşmaya başlıyor. Bu baskı sermaye kaçışına neden oluyor ve kur
Kamu bankalarının istihdam politikası için kullanılması ile kur politikası için kullanılması arasında fark olmayabilir. Çünkü her ikisi de zararlara neden olabilir. Mesela kurdaki düşüş sürerse yüksek kurlardan alınan d"vizin zararını kimin karşılayacaktır?MB neden kendisi kura müdahale edemiyor da başkalarını kullanıyor? Birincisi, bunun parasal hedeflerle uyuşmayacağını biliyor olabilir. Çünkü d"viz aldığınızda piyasaya TL verirsiniz. İkincisi de, kura bizzat müdahale etmeyerek zorunlu olduğu politikaya uyuyor izlenimi vermek istiyor olabilir.Bu tür durumlar kur rejimi tartışmalarını sürdürüyor. MB'nden beklenen politikalarla, uyguladığı politikalar arasında "nemli farklılıklar oluşunca bu tartışmalar doğal hale geliyor. Para ikamesinden (dolarizasyon) kurtulmak istemeyen bazı çevreler kur konusunda enflasyonla paralellik istiyor. Ve bu müdahaleli kur sistemine d"nme anlamına geliyor. Ve biliyoruz ki, o tür sistemler dış şoklara karşı dayanaksız. Krizlerle sonuçlanabiliyor.Serbest dalgalı kurun ne anlama geldiğini tekrarlayalım. 1) D"viz kurunu piyasa akt"rleri belirler.2) Merkez Bankası (MB) kura gerek olmadıkça müdahale etmez. Bu gereklilik ise kurun uzun vadeli denge
<#comment>#comment>Bayram arifesinde kamu bankaları dövizde alıcı olmaya ve kuru tırmandırmaya başladı. Bu da Merkez Bankası (MB) ile danışıklı dövüş izlenimi verdi. Dün Radikal gazetesi yazarlarından Uğur Gürses de bunun yanlışlığa işaret etti.
Kamu bankalarının istihdam politikası için kullanılması ile kur politikası için kullanılması arasında fark olmayabilir. Çünkü her ikisi de zararlara neden olabilir. Mesela kurdaki düşüş sürerse yüksek kurlardan alınan dövizin zararını kimin karşılayacaktır?
MB neden kendisi kura müdahale edemiyor da başkalarını kullanıyor? Birincisi, bunun parasal hedeflerle uyuşmayacağını biliyor olabilir. Çünkü döviz aldığınızda piyasaya TL verirsiniz. İkincisi de, kura bizzat müdahale etmeyerek zorunlu olduğu politikaya uyuyor izlenimi vermek istiyor olabilir.
Bu tür durumlar kur rejimi tartışmalarını sürdürüyor. MB'nden beklenen politikalarla, uyguladığı politikalar arasında önemli farklılıklar oluşunca bu tartışmalar doğal hale geliyor. Para ikamesinden (dolarizasyon) kurtulmak istemeyen bazı çevreler kur konusunda enflasyonla paralellik istiyor. Ve bu müdahaleli kur sistemine dönme anlamına geliyor. Ve biliyoruz ki, o tür sistemler dış
Geçen Perşembe, Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Vural Akışık televizyonda konuğumuzdu. Eski bankacı ibrahim Betille birlikte onu sorguladık. Akışık anlattı. Biz dinledik. Akışık kriz sonrası dönemden sorumlu olsa da, öncesine zaman kısıtından giremedik. Akışık son aylarda yaptıklarını üç noktada odaklıyor. Birincisi, şimdiye dek biriken zararın Hazine tarafından iç borç senediyle karşılanması; ikincisi, bu kağıtların karşılığında Merkez Bankasından likidite sağlanması; ve üçüncüsü de kredilerin kısılarak likidite ihtiyacının azalması, böylece kaynak yapısında giderek maliyetin düşmesi, ucuzlaması...Akışıkın rakamlarından derlediğimiz tablo kamu bankalarının geldiği noktayı apaçık gösteriyor:1) Eski program başlamadan önce bu bankaların görev zararları 10 katrilyon TLyi aşıyormuş. Belki de kısa vadeli borçlanma sınırlı kaldığı için IMF bu durumu göz ardı etti. Ama IMFnin bu boyutta bir zararla ilgilenmeyerek program başlatması büyük gaflet! üstelik Güney Doğu Asya krizinden sonra bankacılık konusunda epeyce ders aldıkları sanılıyordu.2) Marta gelindiğinde (yani tam üç ay sonra) kısa vadeli borçlanma da artarak 6,4 katrilyona ulaşmış. Yani riskler yükselirken, Hazine ve
<#comment>#comment>IMF’nin kamu bankaları operasyonu kimleri zengin etti? Kamu bankaları sorunu kasım krizinin, dolayısıyla geçen programın dinamitiydi. Patladı ve program da çöktü. şimdi bu bankaların reformu yeni programın da en önemli ayağını oluşturuyor.
Geçen Perşembe, Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Vural Akışık televizyonda konuğumuzdu. Eski bankacı ibrahim Betil’le birlikte onu sorguladık. Akışık anlattı. Biz dinledik. Akışık kriz sonrası dönemden sorumlu olsa da, öncesine zaman kısıtından giremedik.
Akışık son aylarda yaptıklarını üç noktada odaklıyor. Birincisi, şimdiye dek biriken zararın Hazine tarafından iç borç senediyle karşılanması; ikincisi, bu kağıtların karşılığında Merkez Bankası’ndan likidite sağlanması; ve üçüncüsü de kredilerin kısılarak likidite ihtiyacının azalması, böylece kaynak yapısında giderek maliyetin düşmesi, ucuzlaması...
Akışık’ın rakamlarından derlediğimiz tablo kamu bankalarının geldiği noktayı apaçık gösteriyor:
1) Eski program başlamadan önce bu bankaların görev zararları 10 katrilyon TL’yi aşıyormuş. Belki de kısa vadeli borçlanma sınırlı kaldığı için IMF bu durumu göz ardı etti. Ama IMF’nin bu boyutta bir zararla
<#comment>#comment>Bayramın da ekonomisi olur mu, demeyin. Bal gibi olur. Nasıl İstanbulluya göre patlıcanın, Karadenizliye göre de hamsinin, böreğinden zeytinyağlısına her çeşit yemeği olursa, iktisatçıya göre de her şeyin ekonomisi olur. (Urfalılara hatırlatalım: İsotun bile ekonomisi olur!)
Önce Türk insanının bayram yaklaşımına deyinelim; kimine göre Ramazan yılın herhangi bir ayı, kimine göre on bir ayın sultanıdır. İlk kesim oruç tutmaya gerek görmez ve gönül rahatlığıyla içki içer. Onlara göre bayram da tatillerden sadece biridir. Ya yurtdışına gidilir ya da ülkenin bir yöresine. Ülkemizin bu modern azınlığı bu ara kriz nedeniyle yurtdışına gidemedi. Evde oturmak zorunda kaldı. Ya da yurtiçi seyahatlerle yetiniyor.
Kimi de Ramazan ayında oruç tutmasa bile, içki içmez. (Sanki Kuran'da "Ramazan dışında içebiliriniz" der!) Kadir gecesi kaçırılmaz, mutlaka oruç tutulur. Allah'a olan inançları sürse de, İslam'ın şartlarını pek yerine getiremeyen modernleşme sürecindeki bu çoğunluk da, bu bayramda evde. Kimi bayramlaşmaya gidecek, kimi de bulunduğu kentte gezecek.Ramazan'da değil, hiçbir zaman içki içmeyen, otuz Ramazan da oruç tutan ülkemizin geleneksel çoğunluğu ise zat
Önce Türk insanının bayram yaklaşımına değinelim; kimine göre ramazan yılın herhangi bir ayı, kimine göre on bir ayın sultanıdır. İlk kesim oruç tutmaya gerek görmez ve gönül rahatlığıyla içki içer. Onlara göre bayram da tatillerden sadece biridir. Ya yurtdışına gidilir ya da ülkenin bir yöresine. Ülkemizin bu modern azınlığı bu ara kriz nedeniyle yurtdışına gidemedi. Evde oturmak zorunda kaldı. Ya da yurtiçi seyahatlerle yetiniyor.Kimi de ramazan ayında oruç tutmasa bile, içki içmez. (Sanki Kuranda "Ramazan dışında içebiliriniz" der!) Kadir gecesi kaçırılmaz, mutlaka oruç tutulur. Allaha olan inançları sürse de, İslamın şartlarını pek yerine getiremeyen modernleşme sürecindeki bu çoğunluk da, bu bayramda evde. Kimi bayramlaşmaya gidecek, kimi de bulunduğu kentte gezecek.Ramazanda değil, hiçbir zaman içki içmeyen, otuz ramazan da oruç tutan ülkemizin geleneksel çoğunluğu ise zaten yurtdışına tatile gitmezdi. Şimdi de gitmiyor. Dün kimi öteki dünyaya göçmüş, kimi de yaşayan büyüklerini ziyaret ettiler. Bugün de küçükleri el öpmeye bekliyorlar.Bu ülkede böylesi bir kültür çeşnisini paylaşıyoruz. Hoşgörü içinde mutluluğu aramalıyız! Bayramımız kutlu olsun!Bayramların ekonomik tarafı