Üçüncü kriz şişirmesi

22 Haziran 2001


<#comment>Pazartesiden bu yana döviz kurlarında ciddi bir kıpırdanma gözleniyor. Bu da piyasalarda tedirginlik yaratıyor. "Takas bankaların açık pozisyonlarını kapatır, onlar da kurla oynarlar" tezi adeta geçerlik kazanmış oluyor. Tabii yanlış! Piyasalardaki durum siyasetteki kaygılardan kaynaklanıyor. Yabancıların yoğun çıkışları gözleniyor. Hatta bazıları üçüncü krizi pompalıyorlar. Tekrarlayalım; siyasette olağanüstü bir olumsuz gelişme olmazsa program belli bir 'istikar'ı sağlayacaktır!
Ekonomi talihsiz bir krizden çıkmaya çalışıyor. Tabii kolay iş değil, zorlanılıyor. Doğru programın uygulanması, yetenekli bir ekonomi yönetimi gerekiyor. Ama bu yetmiyor. Programın ardında ciddi bir siyasal irade olması gerekiyor. İrade ve kararlılık zaman içinde kredibiliteyi getirdiğinden, böylesi bir ortam da ekonomiyi istikrara kavuşturuyor. Tabii biz ekonomistlerin bir başka sorumluluğu daha var: uygulanan programı doğru algılamak ve kamuoyunu yanıltmamak!

Bize kalırsa geçen yıl uygulanan program teknik bakımdan güçlüydü. Kur frenlenecek, enflasyonist beklentiler de kırılacaktı. Bu arada yapısal reformlar gerçekleştirilecek, faizlerdeki düşüş de kalıcı hale gelecekti.

Yazının Devamı

Takastan sonra takoz konmamalı

20 Haziran 2001


<#comment>Takas başarıyla sona erdi. Ancak piyasalar olumlu havaya hemen girmedi. Borsa gevşedi. Döviz yukarı doğru hareket etti. Hatta faizler de arzu edilen düşüşü göstermedi. Malum eleştiriler de derhal başladı...
Ancak bu gelişmelerin altında farklı nedenler var;
İlki teknik, Hazine'nin sorunu şimdilik aşıldı. Bankaların da açık pozisyonu. Ama bankaların aktifleri, yani alacakları daha uzun vadeli hale geldi. Pasifleri, örneğin mevduat gibi yükümlülükleri ise hala kısa vadeli. Alacağınızın vadesi uzun borcunuzun vadesi kısa ise bu vade sorunu yaratır. Bu nedenle takasla birlikte vade sorunu arttı. Üstelik elde edilen döviz kağıtlarının likiditesi yok. Dolayısıyla likidite sorunu çift taraflı olarak arttı. Hele hele kredilerdeki tahsilat sorunları dikkate alınırsa bankaların sorunları daha rahat anlaşılacaktır. Bankalar da bu durumun farkında.
Şimdi bankaların mevduat vadelerinin uzun vadeye yayılması gerekiyor. Çünkü mevduatların ortalama vadesi 108 gün. Mevduatların yüzde 19'u vadesiz, yüzde 36'sı 1 - ay vadeli, yüzde 33'ü 3 - ay vadeli, yüzde 9'u 6 - ay vadeli. Kısacası uzun vadeli bono alınması arzu edilen bankaların mevduatlarının yüzde 97'si 6 aydan kısa

Yazının Devamı

IMF’den uyarılar sert geldi

18 Haziran 2001


<#comment>IMF kimine göre sert uyarılarda bulundu. Kimine göre üsturuplu biçimde ikaz etti, çünkü performanstan memnun. Bize kalırsa performanstan memnun olmalı. Gerçekten az zamanda çok mesafe alındı.
Ama IMF’in yine de kapalı kapılar ardında sert uyarılarda bulunduğuna kuşkumuz yok. Çünkü 15 Mayıs tarihli ve geçen hafta açıklanan Stand-by anlaşmasının gözden geçirme raporlarında yazılanlar dikkat çekiyor:
Bankaların yeniden yapılanması ek maliyetler getirebilir. Özellikle resesyon nedeniyle artan batık kredilerin ne olacağı belirsizdir.
Uygulama riskleri dikkat çekiyor. Özellikle kamu bankalarının düzenlenmesi, yeni yasaların uygulanması, vergilerin artması ve kamu fiyatları konularında zorluklar olacaktır.
Enflasyon düşmeyebilir. Devalüasyonla beraber enflasyon da artabilir ve yüzde 100’lere ulaşabilir.
Faizler düşmeyebilir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir finansal kriz çıkarsa durum kötüleşebilir.

Yazının Devamı

Yurtdışından gelen olumlu haberler

15 Haziran 2001


<#comment>Devlet Bakanı Derviş önceki gün 48 saatliğine yurtdışına çıktı. Ve dün döndü. İlk ziyaret Frankfurt’taki finans çevreleriydi. Derviş bu çevreleri programın işleyişi hakkında bilgilendirerek ikna etmeye çalıştı. Çünkü önümüzdeki aylarda vadesi dolan birçok kredi (mesela önümüzdeki üç ayda 2.7 milyar dolarlık sendikasyon) var ve yenilenmesi gerekiyor. Ziyaret öncesi duyumlar bunların azalarak devam ettirileceği yönündeydi. Ve sıkıntı veriyordu. Bu sadece bankalarımızı değil, aynı zamanda büyük kuruluşları da ilgilendiriyor. Ancak Derviş, Frankfurt’ta programa güvenerek eskisinden de fazlasını istemiş, "Türkiye’ye verdiğiniz kredilerin limitini artırın. Önceden gelirseniz daha karlı çıkarsınız" demiş. Doğru. Kur müsait. Revalüasyon oldu ve aşırı oldu. Üstelik şu anda hem bono faizleri çok yüksek, hem de borsa çok ucuz. Ama giderek bu karlar azalacağından girişin tam zamanıdır.
Derviş’in ikinci teması New York’taki finans çevreleri olmuş. Onlara toplu olarak bilgi vermiş. Bu toplantıların da çok olumlu geçtiği basına yansıdı... Bu iki ziyaretin son derece önemli etkileri olacağı kuşkusuz. Çünkü şu anda ekonomi bıçak sırtında. Böylesi bir dönemde yabancı finans

Yazının Devamı

Takas makas yedi mi?

13 Haziran 2001


<#comment>Nihayet iç borç takası konusunda açıklamalar geldi. Takas minimum 3 katrilyon liralık olacak, bunun üçte ikisi döviz, geri kalanı 1 yıl vadeli TL bazında (FRN: Floating Rate Note, yani dalgalanan faizli) senet olacak. Yani biraz gönüllü, biraz da zorunlu kısmi bir konsolidasyon. Sonuç taraflar için yeterince tatminkar bulunmayabilir! Çünkü takas, az da olsa, makas yedi!
Şubat krizinden bu yana bankalarımız hüngür hüngür ağlıyor. Zararlarının telafisini istiyorlar. Bankalar, halktan topladıklarını borç verirler. Mesela devlete. Ancak devlet uzun vadeli ve TL borçlanmak ister. Bankalar kaynaklarının çoğunu kısa vadeli ve döviz olarak toplarlar. Bankaların yükümlülüğü döviz, sattığı da TL olunca vade uyumsuzluğunun yanı sıra, devalüasyon riski taşımış olurlar. Bu ekonominin yapısından kaynaklanır. Kaçınılmazdır.

Devalüasyon normal trendde gittiğinde mesele olmaz. Ama Başbakan’la Cumhurbaşkanı kavga etmeye karar verince işler değişir. Bankaların kimi Karacaahmet’te, kimi de ambulans yetişebilmişse Cerrahpaşa’nın yoğun bakımında yerini alır. Kimi Cenabı Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur da gözleri açık kaldığından kimse kefen bezini getirmez. Canlı sanılır!

Yazının Devamı

Borçlarda durum kaygı verici

11 Haziran 2001


<#comment>Türk ekonomisinin en büyük sorunu kamu borcu. Siyasetçilerin popülizmi, bürokratların ya bilgisizlik, ya da vurdumduymazlığıyla birleşince borçlar inanılmaz boyutlara ulaşıyor. İşin kökeni 1988’de başlatılan mali serbestleşmedeki yanlış zamanlamaya dayansa bile 1998 Rusya krizindeki yanlış uygulamalar üstüne tuz biber ekti. O dönemde faizler 50 puana yakın arttığında Hazine vadeyi uzatarak vahim bir hata yaptı. Çünkü egemen olan anlayış, "faizin kamu borçlanmasının bir sonucu" olmasıydı. Oysa faizi belirleyen çok etmen var. Biri de Hazine!
Üstteki grafikte bu borçların Rusya krizi öncesi 32 milyar dolar düzeyinden üç yılda nasıl 52 milyar dolara tırmandığı görülüyor. Bu borçlar benzer ülkelere, hatta krizli ülkelere göre bile aşırı düzeyde. Kişi başına düşen geliri hayli düşük olan Türkiye’nin bu denli borç yükü taşımaması gerekiyor. üstelik bu denli yüksek faiz düzeyiyle.. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi bizim ortalama yurttaşımızdan yüzde 15 daha zengin olan Meksika’nın bile borçları bizim borç oranına göre neredeyse yarıdan az.
Bakan Derviş bu süreci tersine çevirmeye çalışıyor. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı faizi bir sonuç değil, borcu şişiren bir

Yazının Devamı

Neden Milliyet?

8 Haziran 2001


<#comment>Tüm okurlara kocaman bir merhaba! Aynı zamanda da kendime. Neden mi? Kendimi bildim bileli Milliyet okurum da ondan. Artık sabahları gazetemi açtığımda kendimi de okuyabileceğim.
Neden oldum olası Milliyet?.. Çünkü oldum olası Milliyet çok yönlü, fakat hem belli bağımlılıkları, hem de belli bağımsızlıkları olan bir gazetedir. Bağımlılığı Cumhuriyet’e, laikliğe ve demokrasiyedir. Geri kalanında ise hep bağımsız kalmıştır.
Yazı yazmaya gelince... Ülkemizde basın önemli bir sorunu yaşıyor. Rahmetli Uğur Mumcu’nun söylediği gibi basında "bilgi sahibi olmadan fikir yürüten kalemler" çoğaldı. Oysa bunu değiştirmek, kamuoyunu bilgilendirmek gerekiyor. Kaldı ki bilim adamlarının sorumluluğu da var. Özellikle ülkemiz çok hassas, çok kırılgan bir dönemden geçerken.
Son yıllarda ekonomiye ilgi giderek artıyor. Gayet de normal. Çünkü kamuoyu giderek daha bilinçli hale geliyor. Oysa, ne yazık ki yöneticilerimiz gitgide daha bilinçsiz, daha doğrusu daha duyarsız hale geldiğinden krizler birbirini izliyor. O takdirde kamuoyu ve onu oluşturan medyaya da önemli sorumluluklar düşüyor.
Bu sütunda bazı meslektaşlarımız gibi sürekli tahminlerde bulunmayacağız. Bizim

Yazının Devamı