Yaz hitimiz ne olur bilemem; buna karşılık yaz konserleri şimdiden belli. Gündem karışık biliyorum ama şu iki konser ihmale gelmez
* Aerosmith, 14 Mayıs: Steven Tyler hayatı boyunca kokaine 20 milyon dolar harcadığını ama artık temiz olduğunu gözyaşları içinde anlatmıştı “American Idol”ın jüri üyesi olduğunda. İnsanlar nedense böyle durumlarda katarsis yaşamalara, kendiyle barışmalara doyamıyor. İtiraflar, itiraflar...
Ben de kendisine hakkımı helal etmediğimi, parasını verip aldığım albümlerinin kokaine yatırılmasını kınadığımı, sırf bu sanatçılar bu lüksü yaşasın diye albümlerin bu kadar pahalı olmasının adil olmadığını yazmıştım.
14 Mayıs’ta İTÜ Stadyumu’na geliyorlar. Kalabalık olur, güzel olur, klasikler havada uçuşur, eski halinden pek eser yok Aerosmith’in ama yazın kaçırılmaması gereken konseridir. Vatandaş hit şarkıya doysun.
Konserlerinde klasiklerle yeni şarkıları güzel harmanlıyor
* Neil Young, 15 Temmuz: Bugün sevilen birçok sanatçının, Eddie Vedder’dan
Orhan Gencebay yıllar önce yazdığı bir şarkının sözlerini Berkin Elvan’a adamış geçenlerde...
“15 yaşında bir yavrucuk öldü. Seneler evvel yaptığım ‘Küçüksün Yavrum’un sözlerini Sevim Hanım’ın Instagram’ında ona ithafen yayınladım.”
Çok dokunaklı sözler.
Bizim de herhalde bu durumda yüreğimiz hızla çarparken bir yandan da Orhan Baba ne büyük, ne şefkatli, ne esaslı bir adam diye saygıyla titrememiz gerekiyor.
Samimi durmuyor
Kusura bakmayın bendeki hisler böyle değil.
- Kamu yararı, kamu yayıncılığı yapan TRT’nin AKP’ye seçim propagandası için 13 saat 32 dakika ayırması, buna karşılık CHP’ye 45 dakika, MHP’ye 48 dakika, BDP’ye
2 (iki) dakikayı uygun bulmasıdır. Bütün hükümet ve başbakan danışmanlarının her programda saatlerce konuşmasıdır kamu yararı.
- Kamu yararı, kamu hizmeti veren belediyelerin kamuya kiraladığı billboard’larda bir gecede binlerce “sağlam irade” posterinin belirmesidir.
- Kamu yararı, belediyelerin kamuya kiraladığı billboard’larda sadece AKP’nin adaylarının boy göstermesi, rakip adayların afiş ve posterlerinin düzenli olarak ortadan kaldırılması, tahrip edilmesi ya da zaten hiç konulmamasıdır.
- Kamu yararı, milletin meclisinin televizyonu Meclis TV’de AKP’nin hoşuna gitmeyen bir şey söyleyenler konuşurken sesin kesilmesidir.
- Kamu yararı, din-diyanet işlerinde bütün halkın ödediği vergilerle elde edilen imkanların sadece Sünni kesimin yararına kullanılmasıdır. Aleviler ve diğer dinlere mensup vatandaşlara yok kamunun bir yararı...
- Kamu yararı, hastalar tedavi beklerken, ulaşımı kesilen köylerde çocuklar ölürken, sağlık bakanının ambulans helikopterle mitinge gitmesidir.
Amerika’nın en “paralel” eyaleti. Çok uzaklarda ama pek tanıdık. Adı bile Türkçeleşti, Pensilvanya oldu artık. Gelin bu “şirin yöre”de yetişen müzisyenlerin elinden çıkma albümler önerelim bu hafta
* “Lost In The Dream” - The War On Drugs (2014): Geçen hafta yayımlandı.
Bu albümden çıkan ilk single “Red Eyes”ı dinleseniz, yeni bir grup Bruce Springsteen cover’ı yapmış diye düşünebilirsiniz. Aslında diğer şarkıları dinlediğinizde de aynı his devam edecek. 2011 tarihli “Slave Ambient”ı da muhabbetle hatırlayan biri olarak bu “Pensilvanyalı” gruba ve yeni albümlerine benim itirazım yok. (Aman yanlış anlaşılmasın, bizimkisi müzik yazısı.)
* “How I Got Over” - The Roots (2010): Grubun en iyi albümlerinden bence. Caz ve hiphop’ın birbirine bu kadar yakıştığı albüm azdır. Bu Philadelphia ekibi sokaktan yetişme şahane hiphop ve caz müzisyenlerini kalabalık ve değişken bir ekip olarak bir araya getiriyor. II. Dünya Savaşı döneminde güneyden gelen siyahlar bu bölgeyi caz ve sonra da hiphop’ta önemli merkezlerden biri yaptı. Sokak hayatını bir de onlardan dinleyin.
* “Wakin On A Pretty Daze” - Kurt Vile: The War On Drugs’ı bırakmasının ardınan solo çalışmalarıyla nasıl derler
Dünkü Milliyet’in manşeti. Adam facebook’ta tanıştıkları kadını iki aylık bir online muhabbetin ardından evine davet ediyor. Kahvaltı ediyorlar, hoş beş derken adam yakınlaşmaya çalışıyor.
Kadın olmaz ileri gitme diyor. Adam soyunmaya başlıyor. Kadını cinsel ilişkiye zorluyor. Kadın dur yapma n’oluyor diyor, adam dinlemiyor. Karşı koyunca ağzını elini kolunu tutup zorla cinsel ilişkiye giriyor, tecavüz ediyor kadına.
Kadın can havliyle yan odaya kaçıp kapıyı kilitliyor. Adam “aç kapıyı seni isteticem, ciddiyim” diyor (!). Sonra eline bir bıçak alıp “tamam gel beni öldür” diyor. Bu işkence saatler sürüyor. Kadın kurtulup kaçıyor, şikayetçi oluyor dava açılıyor. Bunun sizin başınıza geldiğini düşünün.
***
Hakim ne dedi biliyor musunuz? Rıza var. Kadın adamın evine gitmeseymiş. Önceden flörtleşmeseymiş.
Yani bir kadın bir adamla konuştu, iki kelam laf etti ya da diyelim olur ya, öpüştüler... Adamın sonrasında her türlü zorbalığa hakkı var. Hukuk bunu söyledi.
Bir insanın bir şeyi istemediğini anlatması için “yapma istemiyorum” demesi kafidir. Daha ne yapacak, mesaj vermek için kendini mi yakacak? Ama bizim hukukumuzda “hayır” yeterli değil.
Artık endişeli modern kalmadı. Daha doğrusu “modern”lerde endişe kalmadı. Modernlerde artık kafa net. Peki muhafazakarlarda?
Yolsuzluk, rüşvet, siyaset ve para arasındaki çarpık ilişkiler, devlet imkanlarıyla kanunsuzlukları örtbas etme, yargıya baskı, medyaya baskı, tek tipleştirme, farkılıkları yok sayma, ezme, yaşam tarzına müdahale... Bunlar endişe değil. Artık “acaba” diye endişelenecek bir şey yok. Her şey ortada.
Muhafazakar kalemler “endişeli modern” klişesinin etinden sütünden yıllarca güzel faydalandılar. Gelen vurdu giden vurdu. “Ne endişesi biz özgürlük neferiyiz” dendi. Bunu dile getirenlere deli gözüyle bakıldı. Endişeli modern, Kemalist teyze,
avizeli evlerinde robdöşambrlarıyla oturup puro içerek muhafazakarları, inananları ezen patronlar, bürokratlar, politikacılar, askerler... Meyhanelerde, barlarda Türkiye’yi kurtaran, Boğaz’a karşı kadeh kaldıran “enteller”... Bu klişeler, üzgünüz bitti. O dönem aşıldı. Geçmiş olsun.
Yeni bir eğlence bulmalılar
Yeni Türkiye deniyor ya. Yeni Türkiye’de bunlar yok. Yeni Türkiye’de Gezi ruhu var.
Bazıları çok taze, bazıları henüz yolda. Şu ara kulağınızın pasını silmeye aday altı albümü takdimimdir
* “Love Letters” - Metronomy: Lo-fi pop denen, hesapta “basit” ama ucu bucağı olmayan bir müzikal olasılıklar diyarında top koşturuyorlar. Geçen albümde en ticari sound’larını buldular, tanındılar. Bu albümde Joe Mount 80’lerden kalma efektlerini, bilgisayarını ve ekibini de yanına alıp odasına kapanmış gene anlaşılan. Ben bayıldım.
* “Supermodel” - Foster The People: Bu albümden çıkan single’lar arasında “Coming of Age” bir süredir radyoların gözdesiydi. Albüm bu yaz en fazla çalınacak radyo hitlerinden bazılarını barındırıyor olabilir. “Pseudolgia Fantastica” gibi fantastik hayal âlemlerinden kopup gelmiş şarkılar bir yanda,
“The Angelic Welcome of Mr. Jones” gibi Beach Boys’a
selam çakan “interude”lar bir yanda, “Best Friend” gibi saykodelik disko havaları ayrı bir yanda (hit adayım bu şarkı).
* “Too Much Information” - Maximo Park: Maximo Park şarkılarının arka planına elektronik tıkırtıları, vızırtıları ve bipbipleri ustaca ekleyerek hem tonunu hem görünüşünü değiştirdi müziğinin. Kuşkusuz albümün en büyük başarısı şahane synthe’leri ve Paul Smith’in
Çevre ve kültür projeleri beton içeren projelere göre çok daha sönük. Seçimlerde “gideri” yok. İnşaat yoksa nasıl para kazanılacak? Memlekette her işadamı dev ihaleci - müteahhit, her sıradan vatandaş da inşaatta amele olana kadar durmak yok yola devam. Hakim anlayış bu. Oysa çevre önemli. İşin bu yanı hep ihmal edildi.
CHP’nin İstanbul projeleri ise çevreye ve kültüre vurgu yapıyor. Bazılarını inceleyelim:
- Ekolojik koridorlar, su havzaları korunacak. Deniz suyunun arıtılarak kullanma suyuna dönüştürülmesi için çalışmalar başlatılacak. Belki de şehir için en hayati proje bu. 3. Havalimanı durduruluyor. Farklı bir yere alınması tartışılacak. Kuzey ormanları ve su havzaları korumaya alınıyor. Bilim adamlarının da önerdiği buydu. Şehrin geleceğini kurtarmak için başka bir yol yok.
- Atık suların yüzde 70’i arıtılmıyor. Buna son verilecek.