Karbon ayak izine önem veren müzisyenler arasına Kevin Parker da katıldı. Parker bir “aziz” değil ama bu dünyadan da değil pekTame Impala’nın yeni albümü “The Slow Rush” 14 Şubat’ta yayınlanmıştı. Şu ara yayınlanan en dikkat çekici albümlerden biri. Kevin Parker geçen hafta bir dizi röportaj verdi. Bunlardan anladığımıza göre karbon ayak izi sıfır olan konserler planlanıyor. Coldplay de birkaç ay önce aynı yönde bir açıklama yapmıştı. Kevin Parker daha mütevazı. Parker, “Karbon ayak izimizi tam olarak sıfırlayamasak da azaltabiliriz. En azından konuya dikkati çekmiş oluruz” diye konuşuyor.
Albüm muhtemelen 2020 yıl sonu listelerinde en iyiler arasında yer alacak. Parker, artık tek başına bestelediği ve kaydettiği Tame Impala müziğinde farklı bir seviyeye geldi. Bunu da müziğinin ve şarkılarının son üç albümde giderek kişiselleşmesine bağlıyor. Kendim hakkında ne kadar açık konuşursam müzik de o kadar tatmin edici oluyor demiş. Parker kozmoloji okumuş. Psychedelic pop gibi kendine has bir türe
Adı bu değil. Beyoğlu Kültür Yolu Planı olarak açıklandı. İçeriğine baktığımızda yine bir sürü tadilattan söz ediliyor. Tadilat ve inşaat ile Beyoğlu’na ve genel anlamda kültüre herhangi bir katkıda bulunulması mümkün değil. Ben, yetkililer bunu son 10-15 yılda yaşanan tecrübelerle anladılar diye düşünüyordum ama sanırım yanılmışım. En azından yetkililer arasında sayıları az da olsa birileri bunca yıl sonra “O masaları sokaktan kaldırmayacaktık, Beyoğlu’na hiç ilişmeyecektik” diye düşünüyordur diye hayal ediyordum. Ama durum
öyle değil.
Bir defa planlama konusuna itirazım var. Ülkeler plan yapabilir. Ekonomi, sağlık, eğitim planlanmalı. Ama her şey planlanamaz. Kültürel hareketler planlayabildiklerimizden değil, planlayamadık-larımızdan ortaya çıkar. Zapturapt altına alamadıklarımız bize kültürel hareketler olarak geri döner. Bizi zenginleştirir ve dönüştürürler. Çünkü kültürel hareketler tepkiden doğar. Tepkinin nasıl olacağını kestirmek, nereden filiz vereceğini bilmek
Et yerine geçen ama et olmayan yiyeceklerle, eğer Londra’da yaşıyorsanız çok daha fazla karşılaşıyorsunuz. Yüzde yüz bitkilerden üretilmiş ürünler, yiyecekler. Bizde olsa gülüp geçilir, esprileri yapılır. Soyadan Adana falan sanırım et sever bir millet olarak bize hâlâ çok uzak. Ama dünya başka bir yöne doğru evriliyor.
Bugün herhangi bir restorana ya da kafeye gittiğinizde, yani teması veganlık ya da vejetaryenlik olmayan sıradan bir kafeden bahsediyorum, karşınıza mutlaka normal menü yanında bir de vegan ya da vejetaryen menü çıkıyor. Ayrı bir menü yoksa mutlaka menünün bir kısmı buna ayrılmış oluyor.
İş yerlerindeki yemekhanelerde her gün, et yemeyenler için çeşitli öğünler dışında et görünümlü ama et olmayan yiyecekler çıkıyor. Fast food restoranları da bu doğrultuda menüler çoktan hazırladılar. Yani et yememek “niş” bir şey değil. Hatta et yememek kitlesel olmaya doğru evriliyor ve ben bunu Londra’da çok net bir biçimde görebiliyorum.
Geçenlerd
Müzik evrenimizde birkaç ay önce yer etmeye başlayan Murda, kızı Doğa’nın adını verdiği yeni albümünde bizi on iki şarkıyla buluşturuyor
Adı “Doğa”. Murda’nın kızının adı Doğa. Albümün kapağındaki görselde ve muhtemelen gelecek olan videolarda da henüz bir bebek olan kızına yer veriyor Murda. Şarkılar her ne kadar sert sözlere sahip olsa da “Doğa” sevimli minik bir bebek ve çocuğu olan herkesi bir noktada kalbinden yakalayan bir hareket bu.
Murda (Önder Doğan) hayatımıza birkaç ay önce girdi. Yurt dışındaki rap sahnesini özellikle takip etmeyenlerin tanıdığı bir isim değildi. Ezhel ile birlikte bir dizi şarkı yapınca, bu onun için bir dönüm noktası oldu. Şarkılar hit olunca Murda Ezhel ile birlikte Volkswagen Arena’yı ağzına kadar doldurdu ve sanırım hayatı bu noktada aniden değişti. Hollandaca, Almanca, İngilizce rap yapan Murda Türkçe şarkılar yazmaya başladı ve bu onun için büyük bir sıçrama oldu. Murda’nın müziği Latin, trap, raggae unsurlarına sahip. Sözleri akıcı ve Türkçeyi
Sevgililer Günü yaklaşıyor. Kalpli şeyler günü. Sevgililerin kalpli nesneler eşliğinde yemeğe çıkacağı gün. Birbirlerine şirin hediyeler alacakları gün. “Aşkım seni çok seviyorum” günü. “Anti” sevgililer günü insanlarının gerim gerim gerildiğini hissettirmeme günü. “Bu kadar saçma ve anlamsız bir gün nasıl olabiliyor da bu kadar ciddiye alınıyor” şeklindeki makul ve mantıklı soruyu bastırıp içine atma günü. Sabır ve psikolojik direnç haftası.
Yılın bu zamanları bana hafiften daral gelmeye başlıyor. Kafamda iki tip tartışmaya başlıyor. Sevgililer Günü’nün tüketim alışkanlıklarını tetiklemek üzere uydurulmuş bir gün olduğunu anlatmaya çalışsam, bir yanım şöyle diyor: Sanki biz bilmiyoruz. Esnaf da işte böyle günlerde iş yapacak üç kuruş kazanıp evine ekmek götürecek, ne olur yani. Biraz eğlen, çok gerginsin.
Buna karşılık diğer ses gürleşiyor: İyi de birader, Sevgililer Günü yüzünden bir sürü sevgili kavga edip duruyor.
Londra’nın kalabalık meydanlarında, istasyonlarda, merkezi caddelerde ağzı kapatan maskelerle dolaşanlar çoğaldı. Ülkedeki üçüncü corona vakası da resmi makamlarca açıklandıktan sonra insanların günlük konuşmalarında artık daha fazla virüs var. Toplu taşımada hapşıran, aksırıp tıksıranlara endişeyle bakılıyor. Hele ki Asyalı görünümlü biriyseniz. Sanki bütün çekik gözlüler virüs taşıyor gibi tepkiler veriliyor. Doğu Türkistan’da yaşananlara tepki için İstanbul’da Çinli arayıp bulamayınca Kazak ve Moğol döven göstericilerden ne farkı var şu “Corona ırkçısı” İngilizlerin bana söyler misiniz?
Geçenlerde Çin asıllı İngiliz vatandaşı bir gazetecinin uzun uzun tane tane “Lütfen Çinlilere karşı ön yargılı olmayın” mesajı verdiği bir video dolaşımdaydı. Çinli ve çekik gözlü Uzakdoğululara potansiyel tehlike gözüyle bakılıyor. Londra’da henüz değil ama İngiltere’nin diğer bölgelerinde marketlere alınmayan
Youtuber şarkıları milyonlarca izleyene ulaşıyor. Serdar Ortaç, romantik bir şarkıyla geldi. Anne-Marie ile Trevor Daniel dikkat çekiyor. Sevgililer Günü’nün yaklaştığı şarkılardan anlaşılıyor Geçenlerde en fazla stream edilen sanatçı listelerine göz gezdiriyordum. İnternette bunları gösteren pek çok adres var. Stream platformlarındaki popüler şarkıları takip etmek hem heyecanlı hem de açıkçası anlık ve haftalık trendleri takip etmek için çok faydalı. Hangi şarkı neden zirveye çıktı, bunun analizini yapmak bile çok eğlenceli. Bu listelerde çoğu zaman kimsenin tanımadığı isimler yer alıyor. Kimsenin tanımadığı derken yanlış anlaşılmasın, elbette birileri tanıyor ki bu şarkı ya da sanatçı tepeye çıkmış.
Demek istediğim genel anlamda mainstream’de bilinen isimler bulunmuyor çoğu zaman trend listelerinde. Siz yıllarca yatırım yapıyor, albüm çıkarıyor, uzun zahmetli süreçlerden geçiyorsunuz. Ama günümüzde bunların hiçbiri listelere yansımayabiliyor. Bir anda elinde gitarıyla bir
Geçenlerde içinde bulunduğum chat gruplarından birinde yüz tanıma sisteminden (face recognition) kaçmanın nasıl mümkün olabileceği tartışılıyordu. Yüz tanıma sisteminden kaçmak için öncelikle yüz tanıma sisteminden kaçmayı istemek gerekiyor. Yani “benim yüzüm özel kamera sistemleriyle taranmasın, dolayısıyla nerede ne yaptığım her an bilinmesin, özel hayatım bana aittir” falan gibi endişelere sahip olmanız lazım.
Böyle bir endişeniz varsa, o zaman başka türlü bir hayata geçmeniz şart.
Mesela kredi kartı kullanmamanız lazım. Ama bugün geçerli bir kredi kartı olmayan birinin otobüse trene binmesi bile imkânsız. Köprüden geçemezsiniz, muhtelif ulaşım kartlarından alamazsınız, uçakla yolculuk falan zaten tam bir hayal. İsterseniz kredi kartını olmadan bir uçak bileti almayı deneyin. Ben buna ve muhtelif call center’lara dair izlenimlerimi daha sonra paylaşacağım diyerek parantezi kapatayım.
Akıllı telefon kullanmamanız lazım. Casus ya da mafya hikâyelerindeki gibi koliyle ucuz telefon satın alıp