Medyanın bir toplumun yaşamında ne kadar önemli unsur olduğunu bir kez de Rasmussen olayı vesilesiyle gördük.
Bizim Başbakan NATO toplantılarında diklendi ama dik duramadı malum.
Batılılar bastırınca Rasmussen’in genel sekreterliğini kabul etti.
Basınımız ertesi sabah Başbakanı korumaya aldı:
- Rasmussen özür dileyecek... Rasmussen Roj TV için söz verdi... Obama güvence verdi vb...
Ama Rasmussen bu haberleri 24 saat içinde yalanladı.
Yalanlama haberleri satır aralarında kayboldu...
Barack Obama bugüne dek Türkiye’ye gelen ABD başkanları arasında en fazla sempati toplayanı oldu... Hem göbek adı Hüseyin hem rengi bizimkine daha yakın. Konuşmaları da sempatikti. Laikliğin üzerine sıkı sıkıya bastı. Ermenistan konusunu ortadan idare etti. Bol bol Atatürk’ten alıntı yaptı.
Obama Türkiye’ye neden geldi? Amerikan çıkarlarını tıkayan kimi sorunları aşmak için... Ne istiyor ABD?
Irak’taki Kürt liderlerle anlaşmamızı... Kuzey Irak Kürtlerini himayeye almamızı... Ermenistan sınırını ve Ruhban Okulu’nu açmamızı... Afganistan’a destek vermemizi... vs...
Bunların tümü ABD’nin çıkarına ilişkin konulardır..
Ama basınımız bu durumu da kuşkusuz lehimize şişirecek, zafere dönüştürecektir.
Rasmussen olayının nasıl aktarıldığını gördünüz...
Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne kuvvetle itiraz eden Erdoğan, Başkan Obama ve AB bastırınca yelkenleri indirdi. Rasmussen’e onay verdi. Bizim basın ise bu skandalı:
İstanbul’un Sultahanmet’ten sonraki turizm merkezi Dolmabahçe’dir.. Dolmabahçe Camii, Saat Kulesi, Dolmabahçe Sarayı, arkasında yükselen yeşil silüetle bir tarihi gerdanlık gibi durur Boğaz kıyısında. Daha doğrusu dururdu... Özal döneminde Dolmabahçe’nin sırtına kambur gibi Swissotel oturtuldu. Yetmedi bir de Gökkafes hançeri saplandı... Derken İstanbul’un kafası sadece ranta çalışan belediyesi, buraya bir tünel projesi uyguladı. Tünel’in girişleri çıkışları yeşili, ağaçları biraz daha yuttu. Bölge iyice betona teslim oldu. Yetmedi. Şimdi de Beşiktaş Kulübü, İnönü Stadı’nı yıkıp yerine yenisini yapacakmış. Projesini gördük; Dolmabahçe Sarayı ve Camii’ni biraz daha ezen, Miniatürk ölçülerine indiren tuhaf bir yapı... Geçmişte stadın yarım metre büyütülmesi gündeme geldiğinde kıyamet kopardı... Çünkü eskiden İstanbul basınında ve halkında kent bilinci vardı. Artık sadece para konuşuyor. Futbol dünyası da ranttan başka bir şey
Kemal Kılıçdaroğlu’nu önceki gece Siyaset Meydanı’nda izledik... Hem kendisini biraz daha yakından tanıdık hem geleceğe ilişkin düşüncelerini öğrenme fırsatını bulduk.
Kılıçdaroğlu soruları yanıtlarken politika yapmıyor, lafı kıvırmıyor, içinden geldiği gibi konuşuyor. Övülse de şımarmıyor, tevazuu elden bırakmıyor, sözleri çelişmiyor. Deniz Baykal onu yemek istiyor mu?
- Beni siyasete sokan da, siyasette yükselmem için önümü açan da Deniz Baykal’dır, dedi...
İstanbul Belediye Başkanlığı’na adaylığının anketlerde birinci çıkması üzerine kararlaştırıldığını, Baykal’ın onu başkan adayı yaparak saf dışı bırakmak gibi bir amacının olamayacağını, ekledi.
- CHP liderliğini düşünür müsünüz?
Bu tuzaklı soruya net bir yanıt verdi:
- Bunu ben veya başkası tayin etmez. Halk tayin eder. Halk beni lider yapmak istiyorsa yapar...
Brüksel’de Türkiye - AB Karma Parlamento Komisyonu toplantısında Ulusal Program görüşülüyor. Sıra sorulara geliyor. CHP’li Onur Öymen, Başmüzakereci Egemen Bağış’a herkesin önünde soruyor:
- Ulusal Program’da medeniyetler ittifakından bahsediliyor. İspanya ile ortak çalışmalar yapıyorsunuz. İspanya belli ki Batı medeniyetini temsil ediyor, peki siz hangi medeniyeti temsil ediyorsunuz?
Egemen Bağış soruya cevap olarak, Türkiye’nin Batı’nın en doğusunda, doğunun en batısında olduğunu, çevresinde birçok medeniyetin yer aldığını falan anlatıyor... Ancak dili bir türlü “Biz de Batı medeniyetinin parçasıyız” demeye varmıyor.
Aynı akşam büyükelçilikteki ayaküstü sohbette Egemen Bağış, Onur Öymen’e sitemde bulunuyor.
- Efendim Batı medeniyetinin parçası olduğumuza kimsenin kuşkusu mu var?
Onur Öymen şu karşılığı veriyor:
- O zaman bunu neden resmi toplantıda söylemediniz?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun olası genel başkanlığı ile ilgili soruya Baykal:
- Bizim liderlik sorunu gibi bir gündemimiz yok, diyor.
Oysa dışardan bakınca CHP’nin bir numaralı sorunu “liderlik”miş gibi görünüyor!
Deniz Bey, liderliğini, parti içi demokrasiyi sürekli daraltarak sürdürebiliyor. Enerjisinin yarıdan fazlasını koltukta tutunmaya harcıyor. O nedenle parti içinde biatçılar, teşrifatçılar, yağcılar öne çıkıyor. Nitelikli insanlar geri plana düşüyor. Parti kaliteden uzaklaşıyor.
Deniz Bey’in artık herkesin öğrendiği bir yaşam kuralı var:
“İktidarı almam, muhalefet liderliğini de başkasına kaptırmam.”
Deniz Bey iktidara göz dikerse muhalefet koltuğunu da kaybedeceğinden korkar. Güç odaklarının kendisine çok çok o rolü verdiğini düşünür.
Taraf gazetesinde “Apolitika” adlı köşeyi iki emniyet mensubu yazıyor... Bunlardan Önder Aytaç, Polis Akademisi’nde öğretim üyesi, Emrullah Uslu ise 2001 yılında yüksek lisans için ABD’ye gitmiş bir daha dönmemiş emniyet amiri statüsünde memur... Fethullah Gülen cemaatine yakınlıklarıyla bilinen ikili, önceki günkü yazılarında diyor ki:
“Başbakan Erdoğan seçim sonrasında bir kabine değişikliği yaparak, Turhan Çömez benzeri E-TÖ uzantısı ‘efendileri’, öyle ya da böyle yakın çevresinden ve kabinesinden uzaklaştırmalı. Aksi halde ek iddianamede yazılanlar çerçevesinde AKP’yi bölme senaryoları yeniden yürürlüğe konulacak.”
Çok ilginç... Demek ki... Ergenekon Terör Örgütü (mahkeme bu deyimi yasadışı ilan etmesine rağmen ısrarla kullanıyorlar) taa Başbakan’ın çevresine, hatta kabinesine kadar sızmış durumda. Demek ki kabinede en azından bir adet Ergenekon uzantısı bakan var...
Bunu söyleyen sıradan birileri değil... Emniyet
İktidardaki partinin genel seçimden sonra gelen yerel seçimde oylarını artırması genel kuraldır. Nitekim AKP, 2004 yerel seçiminde oylarını bir önceki genel seçime göre 8 puan artırmıştı. Bu defa tam tersi oldu, son genel seçime göre 8 puanlık oy kaybetti. Hem de onca rüşvete, tehdide, faullü oyunlara rağmen...
AKP şimdi hangi yolu tutacak?
Başbakan Erdoğan bu sonuçtan ders çıkartacaklarını son derece sakin ve makul cümlelerle anlatıyor... Demokrasinin gereklerine daha fazla uyacakları izlenimi veriyor...
Acaba Erdoğan bu sözünü tutabilecek mi?
Yoksa Adnan Menderes’in 1957 seçimindeki hezimetten sonra yaptığını yapacak, demokrasinin mengenesini daha fazla sıkma yoluna mi gidecek?
Kendisine seçeceği yeni çevrenin bu tercihte etkisi büyük olacak kuşkusuz...
Nalan Hocanım Bursa’dan seçimin özetini yapıyor: