Karaman'ın verdiği bilgiye göre... Marmaray Kadıköy'de Nautilus Alışveriş Merkezi'nin karşısından geçtiği için... Ana gar bu noktaya taşınacak... Bugünkü Haydarpaşa Garı işlevsiz kalacak... konteyner limanı da başka bir mevkiye taşınarak Gar'ın çevresinde TCDD'ye ait 1 milyon metrekarelik alan yeniden değerlendirilecek. Projeyi yapan Drees&Sommer firması temsilcisi Friedrich Oesterle, burada İstanbul'un ihtiyaçlarını göz önüne alacak bir yapılanmaya gidileceğini anlattı. Yeşil alan ile inşaat alanı dengesine dikkat edeceklerini belirtti. Haydarpaşa Garı belki müze vs. gibi yeni işlevler yüklenecek ama halka kapatılmayacak... Alman firması yeniden değerlendirme projesine sivil toplum örgütleri ve halkın katılımına özel önem veriyor. Projeyi hep birlikte oluşturacağız, diyor... Şimdiden çeşitli kesimlerle görüştüklerini belirtiyor... Firma projeyi bitirdikten sonra (muhtemelen önümüzdeki baharda) mimarlık firmaları arasında yarışma düzenlenerek imar işi bir veya birkaç firmaya verilecek... "Acaba burada kaç emsal kapalı alan öngörülüyor?" diye sorduk.. İki emsal öngörülüyormuş... Yani 1 milyon metrekare alana 2 milyon metrekare kapalı alan! Acaba Mimarlar Odası vb. kuruluşlar bu
"Taraftarımız takımımızı baştan sona destekledi. Canı gönülden teşekkür ediyoruz. Frankfurt maçında da aynı desteği bekliyoruz."Ya, maç sırasında yaşanan o çirkin olaylar? O konuda, kerhen olduğu açıkça anlaşılan sadece tek bir cümle Özdemir'in ağzından, "Yalnız taraftarımızın sahaya bir şey atmaması lazım."Aklınca lutfetmiş, böylece zevahiri kurtarmış oluyor.Peki, hakem konusunda ne diyor? Eskiler bir yana... Daha iki hafta önceki Trabzonspor maçı öncesi, hakem Bülent Demirlek'e itirazlarından dolayı 20 gün hak mahrumiyeti cezası almış... Cezasını halen çekmekte olan Özdemir, yüzünde en küçük bir renk değişikliği olmadan şunu söylüyor:"Biliyorsunuz, biz hakemler hakkında konuşmayı doğru bulmayız!"Fenerbahçe'yi kutluyor ama soruyoruz... Bu tür yöneticilerle olaysız futbol mümkün mü? Bu arada Lig TV'nin maçta bazı sahneleri göstermeme konusundaki gayretini de kutlayalım! Galatasaray'ın bir penaltısının verilmediği... kritik sarı ve kırmızı kartların es geçildiği... Kaleci Mondragon'un su dolu pet şişe yağmuru altında görevini yapmaya çalıştığı... Korner atmaya giden Galatasaraylı futbolcuların yerli ve yabancı madde yağmuruna tutulduğu... Gerets'in alnından yaralandığı pazar günkü
"Mustafa Kemal'in Ağzından Vahidettin"... Pozitif Yayınları, Falih Rıfkı Atay'ın bu ve diğer kitaplarını yeniden bastı... "Çankaya", "Atatürkçülük Nedir?", "Zeytindağı" da bu seriden temiz ve özenli kapaklarla basılarak raflara indi."Bu Darbeler Kime?": Her darbeden sonra hızlı darbeci kesilen "sokaktaki yurttaş"lar... Darbecilerin arkasındaki başarılı kadınlar... Darbeyi kalkan yaparak dümenini yürütenler... Nail Güreli, bu kitabını "Gırgır mı gırgır, bir acayip belgesel" diye tanıtıyor (Heyamola Yayınları)... Güreli, 1970'lerdeki röportajlarını da "İşte Türkiye" adlı kitapta bizlere sunuyor."Bülent Tarcan, Bir Hekimin Senfonik Öyküsü"... Kendi kendine keman çalmayı öğrenen ve 12 yaşında bir opera besteleyen Bülent Tarcan, müzikteki yeteneği ölçüsünde başarılı bir hekimdir de... Klasik müziğimizin önde gelen isimlerini belgeleştiren ve bu alanda büyük bir hizmet veren Evin İlyasoğlu, Tarcan'ı bize hem müzik hem de hekim yönüyle tanıtıyor. Bir yaşam belgeseli sunuyor..."Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar": Prof. Server Tanilli'nin kadınları irdelediği kitap Alkım Yayınları'ndan çıktı... 'Mondros'tan Musul'a Türk - İngiliz İlişkileri'... Profesör Ömer Kürkçüoğlu'nun doçentlik tezi...
Bu arada bir de büyük pot var...Başbakan Erdoğan Papa ile görüşmesinden sonra onun Türkiye'nin AB üyeliğine destek verdiğini söylemişti. Vatikan kaynakları Papa'nın böyle bir beyanını doğrulamadı. Alman Der Spiegel dergisi yeni sayısında Papa'nın "Türkiye'nin AB üyeliğini destekliyorum" diye bir şey söylemediğini, Tayyip Erdoğan'ın diplomatik kurallara aykırı olarak Türk halkından puan toplamak için bunu uydurduğunu yazıyor. Dergi, siyasiler ve Avrupa uzmanlarıyla konuşmuş. Emilia Müller (CSU) Tayyip Erdoğan'ın bu tür açıklamaları kendi kafasına göre yorumladığını söylüyor, yöntemi "very tricky", "çok hileli" diye yorumluyor.CDU'nun dış siyaset sözcüsü Eckart von Klaeden Türkiye'nin böyle "gayri ciddi metotlar" kullanmaması gerektiğini hatırlatıyor.Türkiye, Başbakan'ın ağzından yapılan bir saptırmayla, bir kez daha "gayri ciddi" damgası yiyor. Bu ülke bu damgaları hiç hak etmiyor... Papa'nın ziyareti kendi açısından olumlu geçti. Bir yandan, yaptığı açılımlar ve manevralarla İslam dünyasıyla arasındaki buzları eritti. Bir yandan Katolik-Ortodoks yakınlaşmasını sağlayarak esas amacına doğru büyük bir adım attı. Papa İslam dünyasına yönelik jestleriyle "medeniyetler uzlaşması"na
"Fin Planı'nı tümüyle reddettiğimiz iddiası doğru değil. Nitekim Finlandiya Başbakanı, açıkça, bizim önerilerimize kimse itiraz etmedi, diye açıklama yapmıştır. Planla ilgili olarak ülkemize geliyor olması da planı tümüyle reddetmediğimizin işaretidir. Hükümet, aslında reddetmesi gereken bu planı tartışmayı kabul etmekle baştan büyük bir hata yapmış... Dahası, Dışişleri Bakanı Gül, Finlandiya'nın bu yöndeki çabalarından övgüyle söz etmiştir. Olli Rehn bizden bir gol atmamızı istiyor. Onun istediği kendi kalemize gol atmamız, yani Kıbrıs'ı vermemizdir."AB Komiseri Olli Rehn, "ahde vefa"dan söz ediyor. Verdiğiniz sözü tutun, diyor. Doğru. Tayyip Erdoğan, büyük bir dış politika hatası yapmış, müzakere tarihi almak için Kıbrıs'ı tanıma sözü vermiştir. Ancak AB'nin de 26 Nisan 2004 yılında alınmış izolasyonları kaldırma sözü vardır. O söz tutulmadı. Kaldı ki izolasyonların kaldırılması da limanların açılması için yeterli değil. Türkiye "Kıbrıs'ta kalıcı çözüm olmadan" hiçbir taviz vermemeli... Çünkü verilecek tavizler, Kıbrıs'ta Rum egemenliğinin ilk adımı olacak, AB süreci Kıbrıs'ın elimizden gitmesiyle sonuçlanacaktır... AB Komisyonu 8 başlıkta müzakerelerin askıya alınmasını önerdi.
Bu noktada biz bir şey söylemeyelim... İnternet sitemizde, ilgili haberin altında dün yer alan okur notlarından ikisini aktaralım:"Eh, ne de olsa Kasımpaşalıyız, çok normaldir bu şekil tepki vermemiz. Yahu unuttuk sormaya:17. 12. 2004 tarihinde AB müzakereleri sırf başlatılmış olsun diye Ek Protokol'ü rahmetli dedem mi imzalamıştı acaba?"Bir başka not: "Ankara protokolünü imzalarken aklınız nerdeydi? Şimdi mi aklınız başınıza geldi sayın RTE?"Kararı "Beklenmedik" diye niteleyen Başbakan 18 Aralık 2004 tarihli gazeteleri açıp baksın... Bu sütun dahil pek çok yerde Kıbrıs'ın vaat edildiği, eğer Kıbrıs verilmezse müzakerelerin yürümeyeceği açıkça yazılıdır.AB Kıbrıs'ı almak için yanıp tutuşuyor. Neden? Çünkü birçok Avrupalı taşıma şirketi gemilerini Rum bandırası altında çalıştırıyor. İkincisi, AB stratejik nedenlerle Kıbrıs'ın tümünü ele geçirip AB toprağı yapmayı hayati önemde görüyor... Diyeceğimiz.. Kıbrıs konusu, Rumları ve Yunanistan'ı memnun etmenin çok ötesinde anlamlar taşıyor AB için... Kıbrıs bizim için neden önemlidir? Çünkü Hatay meselesinin hallinden sonra geçen 66 yılda Türk ve Müslüman dünyasının Batı'dan elde ettiği tek kazanımdır... Savaşla sağlanan ve yıllardır
Bizim açımızdan bir değişiklik yok."Ya Kıbrıs'ı verirsin ya müzakereler durur" kılıcı tepemizde asılı duruyor.Eğer deniz ve hava limanlarını açmazsak müzakereler yavaşlayacak... Sonra duracak...AB bu noktadan geri adım atmıyor. Atmaz da... Ellerinde kapı gibi 17 Aralık metinleri ile sonraki deklarasyonlar var. 17 Aralık 2004'te Tayyip Erdoğan Ankara Anlaşması'nı 10 ülkeye genişletmeye söz verdi. Peşinden de "Bu protokolün imzası Kıbrıs'ı tanımamız anlamına gelmez" diye diye protokolü imzaladılar. Kendilerini ve halkı aldattılar. 17 Aralık heyeti Ankara'da davul zurna ve şenliklerle karşılanırken, Brüksel'e götürülen yalaka gazeteciler Tayyip Erdoğan'ın zaferini(!) öve öve bitiremezken bu sütunlarda Kıbrıs'ın orada satıldığı çok yazıldı. Çünkü 2 yıl sonra gelinecek nokta o günden açık seçik belliydi.AB şimdi "Limanları aç", komutuyla birlikte "Kıbrıs Rumlarını tanı" komutunu da veriyor. Limanlar açıldıktan sonra Rumların Türkiye'de diplomatik temsilcilik açma talebi gündeme gelecek. Rum Cumhuriyeti'nin tanınmasıyla Türk askeri işgal gücü statüsüne girecek. 1974 harekâtı haksız işgal eylemi olarak tescil edilecek. Rumlara milyarlarca dolar tazminat ödenecek..vs..vs... Brüksel'de tam
"1994 yılının 29 Ekim'nde yerleşime açılan Acarkent'te 'Laik Bir Cumhuriyet Balosu' veriliyor. Refah Partisi, 27 Mart 1994 Yerel Seçimleri'nde silindir gibi ezip geçmiştir ya... Gericilere karşı "sivil uyanış" başlamıştır! Acarkent'teki şölene girerken kapıda Türk-İş Başkanı Bayram Meral'i görüp "Başkan hayrola" diyorum:- Sen işçi liderisin, bu sosyetik toplantıda bulunman normal mi?- Ya İsmet (Acar) bizim Yol-İş Federasyonu'nun yönetim kurulu üyesi değil miydi? Oradan arkadaşım. Çağırdı, geldim.Meral, daha sonra kendi kadersizliğini, İsmet Acar ile kıyaslamalı biçimde anlatıyor:- İsmet sendikadan ayrılırken 4000 lirası vardı. Benim ise 4500 liram vardı. O Sarıyer'de kooperatifçilik işine girdi. Sonra Hasan Ekinci'nin yardımıyla burayı aldı...- Bi dakika Başkan, nasıl yardım?- Yahu burası orman alanı değil mi? Hasan Ekinci de Orman Bakanı!.."***Bu konu 1 Kasım 1994 tarihinde köşemizde yazıldı. Ancak medyanın geneli, savcılar, orman yetkilileri konuyu yıllar yılı görmezden geldi. Tıpkı Osman Pepe'nin de 4 yıl boyunca görmezden gelip yeni uyanması! gibi... Topluca "Üç maymunlar" oynanırken orada yüzlerce villa bitti... İstanbul biraz daha haşat edildi. Gazeteleri İsmet Acar'a ait