Sevim Bilici, sağır ve dilsiz ana-baba'dan doğma, hiçbir özürü olmayan genç bir bayan... Mesleği, örneklerini televizyon haberlerinde sık sık gördüğümüz gibi, sesli konuşmaları işitme özürlü yurttaşlara tercüme etmek... Bu tercüme işi nasıl oluyor? Sevim Bilici bu konuda meraklanan arkadaşımız Fahrettin Fidan'a anlatıyor:
- En fazla hangi konuları anlatırken güçlük çekiyorsunuz?
-Başta, yabancı terimleri anlatırken... Sonra pek duyulmamış yeni sözcüklerde güçlük çekeriz.
- Örneğin, İsrail Başbakanı Netenyahu...Bunu nasıl anlatırsınız?
-Her ülkenin, her şehrin, her liderin bir sembol işareti vardır. İsrail Başbakanını anlatırken, önce elimizle İsrail bayrağındaki Davut Yıldızı işaretini yaparız, ardından da başkan işareti... Sağ ya da sol elin başparmağının havaya kaldırılması başkan ya da başbakan demektir.
-Netenyahu adını tam olarak söylemek isterseniz peki?
-Elimizle tek tek harfleri çizeriz o zaman...
Edebiyatımızın ünlü isimlerinden Refik Halit Karay'ın hayli lezzetli bir mizah öyküsü vardır; Adı anımsadığımız kadarıyla "Polislerin İmtihanı"... Polis sınavına giren acemi delikanlıların o heyecanla söyledikleri pek komiktir... Bir cinayet sonrası ne yapacakları sorulduğunda kimi:
- Polis çağırırım, der...
Kimi o heyecanla katili bırakır maktulu yakalar... Okurlar da bir polisin "vuranı bırakıp vurulanı yakalamasına" pek güler... Daha doğrusu gençliğimizde bu öyküleri okuduğumuzda gülerdik. Şimdi gülmüyoruz. Çünkü komedi "devlet politikası" oldu.
Kapıları polis tarafından tutulmuş üniversitelere ikide bir ülkücüler baskın yapıyor. Kuş uçurulmayan kapıdan içeri nasıl oluyorsa tabancalar, satırlar sokuluyor. Kantinde silahla öğrenci yaralanıyor. Suç işleyenler kaçıyor. Polis ancak onlar kaçtıktan sonra olay yerine yetişiyor. Ve kaçanları değil dayak yiyen öğrencileri yakalıyor. Gözaltına alıyor.
Dünkü bütün gazeteler polisin saldırganları görmezden gelip dayak yiyen öğrencileri yakaladığını yazıyordu. Ortaya Susurluk misali bir "Ülkücü - polis" işbirliği çıkıyordu. Bekledik ki Emniyet yetkilileri bir açıklama yapsın, gerçeğin daha farklı olduğunu bildirsin. Hiçbir açıklama yapılmadı.
O
Üniversitelerin çoğunluğu yıl sonlarında mezuniyet törenleri yapıyor... Hocalar ve mezunlar "Amerikanvari" giysiler içinde diplomalarını alıyor. Şampiyonlar, yani ilk üçe girenler, yüzlerinde zafer tebessümleriyle gazete sayfalarına geçiyor... Törenler Batı özentisi koksa da hiç yoktan iyi... Mezunların anılarına hoş duygular, hoş fotoğraflar ekliyor...
Kimi üniversiteler de var ki, ne diploma töreni yapıyor, ne mezunlarına istemeden diplomasını veriyor. Bunların başında bizim sevgili okulumuz Siyasal Bilgiler geliyor... Okulun geleneğinde İnek Bayramı var ama diploma töreni yok. Kimi mezunların diplomasına kavuşmadan hayattan ayrıldığı bile oluyor...
Mekteb - i Mülkiye'nin 137'inci kuruluş yılı etkinliklerinde konuşan Profesör Yahya Tezel, bir ara işte bu konuya değindi. Ve dedi ki:
- İnsanı "insan" yapan şeylerden biri de, törenlerdir. Maalesef Türkiye, cami dışında tören üretmeyen bir toplum olma noktasına geldi. Hayatı ele alış tarzımızın doğal bir sonucu bu. Bu konuda en çarpıcı ve çirkin örnek, nikah törenlerimizdir. Katıldığınız nikah törenlerini bir düşünün, bana hak vereceksiniz. O "tören"lerin ne kadar kuru, insanı eşya gibi ele alan buluşmalar olduğunu bilirsiniz. Oysa
Basın ödülleri eskiden pek modaydı... Son yıllarda işin içine hatır, gönül, torpil girince bu iş de sulandı. Gazeteciler (ve tabii gazetecisever okurlar) gerçek ve inandırıcı bir "ödül" ün hasretini çeker oldular...
Aydın Engin arkadaşımızın hepimKahraman
Okurumuz A.Ayanoğlu yazıyor:
"Susurluk kazasının meydana gelmesine neden olarak "Siyaset - polis - mafya" ilişkisini ortaya çıkartan asıl kahraman nedense gözardı edildi...
Kim olabilir derseniz?
Benzinlik çıkışında "sağ serbest" diyen kamyon muavini.."
BENZET
RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, kürsüde, partisinin Meclis Grup toplantısında konuşuyor ama yüzünü görmek ne mümkün? Zira sayıları en az 15 olan korumalar kürsünün ve Erbakan' ın etrafında etten duvar oluşturmuşlar.
DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, Genel Kurul salonuna doğru ilerliyor ama bırakınız bir gazeteciyi, kendi partisinden bir milletvekilinin dahi yanına yaklaşabilmesi mesele...Sebep, etraffındaki koruma ordusu...
Türkiye'nin en iyi korunan yeri TBMM'nde durum bu olunca, varın dışarıdaki durumu siz hesap edin.
İyi de bu korku niye? Ve bu denli korkular içinde yaşayan bir insanın, hele hele ülkenin kaderi bazan iki dudağı arasında olan bir insanın sağlıklı karar vermesi mümkün mü? Dr. Atalay Yörükoğlu' na yöneltiyoruz soruyu:
-Bu denli abartılı koruma, önce bu liderlerin kendi beyanları ile çelişiyor. Çünkü bir taraftan bu ülkede çete yok, mafya yok, terörün beli kırıldı diye nutuklar atıyorlar, diğer taraftan da bu şekilde korunma ihtiyacı hissediyorlar. Ben bir vatandaş olarak soruyorum; Ey devlet büyüğü! Sen kendini Meclis'te bile güvende hissetmiyorsan, vatandaş ne yapsın? O nasıl kendisini güvende hissetsin? Terörün belinin kırıldığına inansın?
-Bu kişilerin dilinden,
Profesör Türkel Minibaş dün Cumhuriyet'teki sütununda yazdı. Sayın Profesör bindiği taksinin arka koltuğunda sigarasını tüttürürken bir trafik memuru arabayı durdurmuş, kendisine 8 milyon lira ceza kesmek istemiş... Önce tartışma sonra muhabbet derken memur cezadan vaz geçmiş. Öyküye orada bir nokta konmuş. Ama soru işaretleri kafaları kurcalamaya devam ediyor...
İstanbul'da kışın daha ucu göründü görünmedi... Kirli hava genizleri yakmaya başladı. Doğal gazın yaygınlaşmasına... Valilik ve Anakent Belediyesinin hava kirliliğini önlemek için yıl içinde her tedbirin alındığını bildirmelerine rağmen... Hava kirliliği geçen yıldan farklı görünmüyor... Devlet ve Belediye bir yılı daha boşa harcamış. O zaman şu soru ister istemez akla takılıyor:
- İnsanların kendi iradesiyle kendini zehirlemesine 8 milyon liraya varan ceza uygulayan devlet, Belediye ile ortak ihmal sonucu 10 milyon İstanbulluyu zehirlediği için kendine ne ceza uygulayacak?- Kirli havanın çoluk çocuk dahil 10 milyon İstanbullu'nun ciğerinde yaptığı tahribat sigaranın kapalı yerlerde yaptığı tahribattan daha mı hafif?Sigaranın sınırlanmasını destekliyoruz... Ama gönüllü zehirlenmenin önüne cezayla geçmeye çalışan devletin
Levent Burak Yıldız... Bu ismi anımsadınız sanıyoruz... Şu Meclis'teki ilaç yolsuzluğunu ortaya çıkaran doktor. Peki ne oldu bu mesele?
Levent Burak Yıldız'la konuşuyoruz:
- Meclis Başkanı Mustafa Kalemli, istifanızla ortaya çıkardığınız ilaç yolsuzluğunu araştırmak için komisyon kurdurduğunu açıklamıştı. Buradan size intikal eden bir bilgi var mı?
- Ne komisyonu? Benim edindiğim bilgiye göre böyle bir komisyon kurulmadı. Benim dönemimde, kuşkulu faturalara bir doktor arkadaşım bakıyordu, şimdi de aynı şey yapılıyor. Yani ortada ciddi, legal ve yetkili bir komisyon yok.
- Herşey eski hamam, eski tas mı, size göre?- Bütün umursamazlığa karşın yine de değil. Eskiden, bizim (ödenmez) dediğimiz faturalar bile ödeniyordu, bugün ise Meclis'e bağlı, İstanbul'daki Milli Saraylar'dan gelen bazı faturalar bile geri çevriliyormuş. Geçen gün gazetenin birinde okudum, benim istifamdan sonra Meclis'in sağlık harcamalarında yüzde 40'lık bir tasarruf sağlanmış. Yılda 1,2 trilyon liralık sağlık gideri olduğu dikkate alınırsa, yaklaşık 500 milyar liralık tasarruf eder bu... Oysa ciddi bir denetim olsa tasarruf minimum yüzde 60 olur bana göre.....
- Şu durumda bile kaba bir hesapla devlete 500 milyar
"Sahipsiz vatanın batması haktır Sen sahip çıkarsan vatan batmayacaktır..."diye sesleniyor "şair" eskimiş defterler arasından...
"Sahip çıkacağız ama nasıl?.." diye soruyor şaşkına döndürülmüş vatandaş öte taraftan... Nerede, nasıl, kiminle?..
Vatandaşın Don Kişot gibi tek başına değirmenlere saldıracak, ya da gidip kendini Taksim Meydanı'nın ortasında yakacak hali yok... Temiz toplum için örgütlü kesimlerin öncülüğüne ihtiyaç var... Ne yapıyor sendikalar ve benzeri demokratik örgütler bu öncülük yolunda?..
DİSK'in hareketlendiğini dün yazmış; Hak İş'in iktidarın dümen suyunda olduğunu kaydetmiştik... Hak İş Başkanı Salim Uslu telefonla arayarak gelişmelere kayıtsız olmadıklarını anlattı:
- Bu yılın başından beri Demokrasiyi İzleme Platformu adı altında bir sivil örgütlenme öneriyoruz. Platformun çatısını Türk - İş, Hak - İş, DİSK ve TİSK oluşturacaklar; Barolar ve Tabipler Birliği, Ziraat Odaları, Mimar ve Mühendis Odaları Birliği gibi örgütlenmeler de bu platformda yer alacaktır. İçinde yaşadığımız bunalımları aşmak için bu sivil öncülüğü zorunlu görüyoruz...Salim Uslu, bu önerisini dünkü tarihi taşıyan mektuplarla DİSK, Türk İş ve TİSK'e iletmiş bulunuyor. Kamuoyunun etkin ve