Mirgün Cabas

Mirgün Cabas

Tüm Yazıları

Hükümetin çözüm sürecini yürütme biçimi, Nasreddin Hoca’nın eşeği açlığa alıştırma gayretine benziyor. “Taleplerin istediğimiz kadarını karşılayalım, İmralı’ya kimin gideceğini biz belirleyelim, Öcalan’ı göstermeden bu işi yürütelim, Kürt siyasetçileri muhatap almayalım hatta biraz da tahkir edelim...” Hükümet bu yöntemden son derece emin. O kadar ki işi PKK’ya “Gel gel” yapmaya kadar taşıdı. Önceki gün Başbakan’ın “15 Ekim ne oldu? Hani çözüm süreci bitecekti. Ne oldu?” sözleri vardı gazetelerde. Buna karşın PKK da Erdoğan’ın süreci seçim yatırımı olarak kullandığı kanaatinde. Süreci bitirip tekrar silaha sarılmaları zor ama geçen hafta bu tehdidi masaya koymuş olmaları bile yeteri kadar kötü.
Her iki taraf da süreci bitirmenin sorumluluğundan kaçıyor. Şimdilik eli daha rahat olan ise hükümet. Ama süreç biterse taraflardan yalnızca biri kamuoyuna hesap verecek, o da AKP.
PKK’nın seçim kazanmak gibi derdi yok, tabanına meram anlatmak gibi kaygısı daha az, “gururumuzla oynandı, bizi oyaladılar” argümanı o cephede her zaman iş yapar. Zaten savaş makinesinin doğası da çarklarının dönmesini gerektiriyor... İşlerin oraya varmasının önünde şimdilik en büyük engel, Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi umudunun korunuyor olması.
Bunu hiçbirimiz istemeyiz ama Suriye’deki gelişmeler, seçim ortamı, Öcalan’ın ruh hali, Kandil’in tepesinin tası filan derken ipler koparsa hükümetin “Hani 15 Ekim diyordunuz, ne oldu?” rahatlığı berhava olur. Sonunda “Eşeği tam açlığa alıştırıyorduk, öldü” diye hayret etmek hiç iyi olmaz...

Haberin Devamı

Seçilmek şart mı?

Sırrı Süreyya Önder’in adaylığı medyada AKP ve CHP’nin adaylarından daha fazla ilgi çekiyor. Açıklamalarındaki sivrilik ve cüret, demeçlerindeki başlığa/manşete gelen ifadeler sebep oluyor buna. Her seçimin bu tür yıldız adayları olur. Seçilemeyecek bile olsalar medyanın gözü onların üstünden ayrılmaz, iletişim kurmadaki becerileri nedeniyle son güne kadar göz takibinden kaçırılmazlar. Dün Akif Beki köşesinde, “arkadaşım” dediği Sırrı Süreyya’ya, seçilemeyeceği halde niye aday olacağını soruyordu. Oyları bölme açısından bakıldığında haklı bir soru ama Beki öyle bir derdinin olmadığını da söylüyor. Anlaşılan uzun süre kazanan tarafta olmak, bazen insanların en temel konulardaki algılarını bile bozabiliyor. Ne yani, yalnızca seçilmesi garantili adaylar mı girecek seçime? O zaman birçok yerde hiç seçim yapmayalım, AKP’liler gidip doğrudan alsınlar mazbatalarını seçim kurullarından. Bu seçimlerde mesela İstanbul’da Kadir Topbaş aday olur da seçilirse “Bak boşu boşuna masraf ve telaş oldu” mu diyeceğiz?
Sırrı Süreyya’nın ve muhtemelen seçilemeyecek tüm diğer adaylara oy verenlerin seçim sistemindeki anlamı şu: Kazanamasak da varız ve sizden değiliz. İyi adaylar gösterip sesimizi duyurmak, sayımızı da artırmak istiyoruz. Zira hayatlarını böyle geçiren, bir ömür bütün oylarını iktidara gelemeyecek partilere veren milyonlarca kişi var. Seçimleri kazanmak-kaybetmek ikilemine indirgediğinizde “enayi” gibi görünen, kaybetmeye gönüllü mahkum milyonlarca kişi... Ama ne onlar, ne de onları temsil eden adaylar kendilerini enayi gibi görüyor. Ne yapalım şu hayatta herkes, gönlünü kazanan davalara kaptırmıyor.

Haberin Devamı

Velev ki din

Haberin Devamı

İçişleri Bakanlığı Diyanet’e “Yoga caiz midir” diye sormuş, “Spor olarak yapılıyorsa caizdir” yanıtını almış. Din olarak yapılıyorsa sakıncalıymış. Haberin kendisi iki satır ama içinde bir sürü tuhaflık var... Belli ki İçişleri yoga kurslarının yaygınlaşmasından huylanıp “Bu ne iştir” diye incelemeye başlamış. “Bunu kime sorsak” diye de gide gide Diyanet’e varmış. İçişleri asayişten yana incelemeye başladığı bir şeyi niye Diyanet’e sorar, bu anlamadığım şeylerin birincisi. İkincisi, yoganın sicilini sormak için Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne de yazı yazılmış mı? “Bu spor mu?” diye oraya da sormak lazım herhalde? Üçüncüsü, velev ki yoga bir din... Buna “sakıncalıdır” diyecek ya da cevaz verecek olan Diyanet midir? Kim dükkanının yanına tezgah açtırır ki? Aleviliği bile beğenmeyen Diyanet’in yogaya ne diyeceği belli değil mi? Olmaz ama, “Ben yoga dinine mensubum” diyen biri çıksa ne olacak?
Yoga meselesine Türkiye’ye özgü tuhaflıklardandır denilip geçilebilir; Diyanet’in Sünnilik dışındaki dinlere, mezheplere dair de racon kesen, din bakanlığı gibi konumlandırılmasına örnek olarak da görülebilir. Aslında ikincisi de birincinin güzel bir kanıtı ama, neyse...