Kazanmak, galip gelmek zorunda olduğumuz bir maçtan böyle kahrederek ayrılmak insana dokunuyor. Leipzig de oynadı, Başakşehir de... Onlar daha çok göründü, Başakşehir zaman zaman parlayıp söndü. Ancak bir İrfan Can bile az daha onlara yetecekti.
Hiç seyretmek istemediğimiz, kabul edemeyeceğimiz bir ilk yarı vardı Fatih Terim Stadı’nda... Ofansif bir kadro gibi görünen ancak bu zenginliği hiç kullanamayan bir cimriydi Başakşehir... Zaten iki isabetli şut buldu, bunların biri gol oldu.
Leipzig, gerçekten rakibine, “Ben istersem oynayabilirsin” diyecek kadar iyi bir takım... Bir anda vitesi artırabiliyor, hücum zenginliğini çok kolay sağlayabiliyor ve gole çok rahat ulaşabiliyor. Bizde kral olan bir Sörloth’un neden yedek kaldığını ilk 45 dakika net bir şekilde gösterdi.
Alman ekibi bu yarı boyunca sahanın hakimi oldu, özellikle sağ kanat bindirmeleri ekibimize kötü anlar yaşattı. Mbombo’nun pozisyon gereği fazla içeriye girmesi, Mukiele ve Haidara’nın önünü açtı, Başakşehir sol kulvarını savunmakta
Hep eleştiriyoruz ya, biraz da özeleştiri... Ne överken kantarın topuzunu ayarlayabiliyoruz ne döverken!
Transferlere bakıp, "Yaşa, var ol, şampiyon" diyenler, sarı-lacivertlileri "Bulut'ların üzerine" çıkaranlar, bugün de "Havada bulut, Erol'u unut" türküsünü çalıyor!
Dün Erol Bulut ve ekibinin büyük işler yapacağına dillendirenler, "Bu Bulut sezon sonunu görmez" diyerek ahkam kesmekte... Sergen Yalçın'ın büyük hoca olduğundan söz edenler, yarın bir mağlubiyetle nasıl çark edecekler, bakın, görün... Spor basını bu; maalesef... (Pardon skor basını!)
Kadıköy'deki derbi adeta turnusol kağıdı oldu. Her şeyi açık açık ortaya koydu. Fenerbahçe'deki zaaflar birer birer ortaya çıkarken, sanmayın ki Beşiktaş çok üstüne koydu. İsteyen, mücadele eden, kazanmayı amaç edinen üç puanı aldı; o kadar...
Sergen Yalçın'ın derbi için yaptıklarının, yaptırdıklarının küçümsendiği sanılmasın. Bunu diyen çarpılır! Ama o da kabul
Koronavirüs vakaları artmaya başladıkça Türkiye Futbol Federasyonu'nu "Lig acaba 16 Mayıs'ta biter mi?" endişesi sardı ve arayışa başladı. En çok konuşulan da talimat değiştirilerek, koronavirüslü oyuncu sayısı 17 olan (talimat 14 sağlıklı futbolcu kalıncaya kadar diyor) takımlar için hükmen yenilgi getirilmesi...
Ama TFF'nin unuttuğu bir şey var; bunu kendileri talimat olarak getirdi. Bu madde konmasa zaten bir sorun olmayacaktı. Çünkü sahaya 9 kişiden az çıkan takımlar için Futbol Müsabaka Talimatı zaten "Hükmen yenilgi"ye hükmediyor.
Sadece koronavirüs talimatındaki, "Takımların A Takım Listesinde bulunan futbolculardan test sonuçlarına göre müsabakalarda görev alacak olanların sayısı 14 futbolcunun altına inmesi halinde, müsabaka oynatılmayarak TFF tarafından ileri bir tarihe ertelenir. Ziraat Türkiye Kupası müsabakalarında anılan hüküm uygulanmaz" maddesinin çıkması yeterli...
Kulüpler nasıl korunacak?
Liglerin devamını sağlamakla yükümlü olan TFF, kulüpleri korumakla da yükümlü...
Saygı, saygı, saygı...
Kendine saygın olacak, işine saygın olacak, karşındakine saygın olacak. Rotasyon diye etiketlenen “küçük görme” alışkanlığı, hem takımın dengesini bozuyor hem de rakibini hırslandırıyor.
Tam da bu şekilde başladı maça Manchester United... Burun kıvıran, dudak büken, hani deyim yerindeyse küstahlıkla... Leipzig’e 5 gol atan takıımın yarısını yedek kulübesine çekmek, ligde ve Avrupa’da bir maçı bile olmayan kaleci Henderson’a ilk kez şans vermek, Solskjaer’in cesareti değil, başka bir şeyiydi. Gençlere şans tanımak cesaretini göstermek başka, rakibe tepeden bakmak başkaydı.
Tam da bu düzlemde cezayı kesen 35’lik Demba Ba oldu. Öyle bir top aldı, öyle bir gitti ki... Tabii ki aldığı pasın isabeti, tabii ki vuruşunun kalitesi... Ama cümbür cemaat Başakşehir ceza alanının önüne giden rakip oyunculara ne demeli...
İkinci golde de yine Başakşehir’in hızlı hücumu, Demba Ba’nın aklı ve Edin Visca’nın bazukası vardı. Martial’in sayısı sadece rahatsızlık verdi.
Ancak Solskjaer, ikinci yarıyla
Ne Paris Saint Germain böyle bir ekip, ne de Başakşehir gol yollarında bu kadar tutuk...
Avrupa’nın milyon euroluk ekibi karşısında bizim mütevazı ekibimiz, ne ezildi ne de büzüldü. Başa baş, çata çat bir maç çıkardı. Ama yine her zamanki baş belamız bir duran top, bizi esir etti.
4-1-4-1 düzeniyle sahaya çıkan turuncu-lacivertliler için tabii ki ilk düşünce gol yememekti. Ancak PSG’nin ilk 45 dakika içerisinde hiç de niyeti yoktu. Silik, isimlerinin hakkını vermeyen yıldızlar karşısında açıkçası Başakşehir çok da zorlanmadı. Böylece Okan Buruk’un kadro tercihi de sorgulanmadı. Elindeki malzemeye göre ne yapar derseniz, aslında çok fazla tercihinin bulunmadığı da kabul edilmeli... Ancak Caiçara’nın yokluğunun takımı etkilediği de çok belli...
İkinci yarıya hızlı başlayan Başakşehir, gol için yüklendiğinde, Mehmet Topal’ın da savunma içerisine girmesiyle üçlü savunmayı seçti. Ancak kanatlar iyi çalışmayınca istenen bir türlü olmadı. Yenilen ilk
Yükselmek, zirvede yer almak; oradan inecek olmanın da bir işareti değil mi? Elbet bir gün oradan ayrılacaksın. Ama Başakşehir için bu düşüş değil, çakılma gibi oldu.
Çok kötü değilsin ama iyi de değilsin. Gol atamıyorsan, sen de yemeyeceksin.
İstatistiklere baksan, Karagümrük’ten iki kat daha fazla topa sahip olmuşsun; ancak kazanmayı unutmuşsun.
Yeniler ortada yok sakat, eskiler ortada yok vasat... Yıldızların sönmüş, senin de apoletlerin sökülmüş.
Başakşehir’in formasının rengi gibi griydi maç... İlk 45 dakikanın merkezindeki Ankaragücü, ikinci devreyle birlikte yerini rakibine teslim etti. Tecrübe faktörünün ne kadar önem taşıdığı, yedek kulübesinin neden bu kadar mühim olduğu bu karşılaşmada bir kez daha gözler önüne serildi.
Maçın başlamasıyla birlikte Başakşehir’in hareket kabiliyetini kısıtlayan, hatta bozan, ceza sahası önünde rakibini presle boğan Ankaragücü pozisyonlar bulurken, gole ulaşmak ancak penaltıyla gerçekleşti. Şampiyonluk için mücadele veren bir rakip karşısında, üstelik küme düşme hattının tam ortasında yer alan bir takım için böyle bir futbol, fazlaca bir cesaret gösterisi miydi acaba?
Ama buna sebep hazırlayanın sadece Ankaragücü’nün oyunu değil, Başakşehir’in hiç de alışık olmadığımız tutukluğu idi. Savunmadaki Epureanu-Skrtel uyumu kaybolmuş, kanatlarda rakibi karşılamak zorunda kalan beklerin akına katkısı kısmen yok olmuş, her şeyin ötesinde orta saha dengesi bozulmuştu. Forvette zaten Demba Ba’nın
Kadınlar, kadınlarımız, analarımız...
Bu özel günde onları anarken, Demba Ba’yı seyredip, “Analar neler doğuruyor?” diye söylememek mümkün değildi. Çok özel bir insan, çok karakterli bir isim, futbolcu olarak da mükemmel bir oyuncu...
Attığı golün, yaptığı iki asistin Başakşehir açısından ne kadar önemli olduğunu zaten herkes biliyor ama Beto’ya yaptığı faulün sonrasındaki özrü, sahalarda çok az görülecek bir centilmenlikti. Golündeki müthiş volesi de ender rastlanan güzellikteydi. Aslında maçın geneline bakıldığında, ilk 45 dakika için söylenecek tek şey, Demba Ba’nın golü oldu. Fakat Başakşehir geleneği yine ortaya kondu, ikinci yarıda lider ağırlığını olduğu gibi ortaya koydu.
Crivelli gerçekten müthiş bir savaşçı... Nerede yer alırsa alsın, ne oynarsa oynasın, motivasyonu yüzde 100, katkısı yüzde 100... Bunu bir de golle süsleyince, Okan Buruk’un Demba Ba-Crivelli ikilisinden neden vazgeçmediği bir kez daha ortaya çıkıyor.
Üçüncü golün