Türkiye Büyük Millet Meclisi önceki gün sabaha kadar süren görüşmelerden sonra 13 ilin büyükşehir olmasına ilişkin yasa tasarısını kabul etti.
Yeni sistem sadece Cumhuriyet tarihinin değil yaklaşık 150 yıllık yıllık idare tarihimizin yerel yönetimler alanında en radikal değişikliklerini öngörüyor.
“Bütünşehir Yasası” olarak da adlandırılan değişikliklere göre büyükşehir sayısı 29’a yükseliyor.
Nüfusu 750 binin üzerindeki tüm kentler artık büyükşehir statüsü kazandı. Böylece Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van da büyükşehir oldu.
Ege’deki büyükşehir sayısı İzmir ile birlikte 5’e yükseldi.
Yeni yasaya göre İl sınırları aynı zamanda büyükşehir belediye sınırları da oldu. Bu yüzden 29 ildeki tüm belde belediyeleri kapanacak.
İzmir’de kent içi trafiği büyük ölçüde rahatlatacağı iddiası ile yapımına başlanan Konak Tüneli’nin “davalık” olduğunu geçen hafta pazartesi günkü yazımda sizlere duyurmuştum.
Kaçak olarak başlayan tünelin yasal hale gelmesi için meslek odalarının tüm bilimsel itirazlarına rağmen İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin gerekli kararı aldığını aktarmıştım.
Kabul edilen planların askıya da çıkarıldığını ve en az bir ay askıda kaldıktan sonra itiraz gelmezse kesinleşeceğini hatırlatmış, Şehir Plancıları Odası İzmir Şube Başkanı Zeki Yıldırım’ın askıya çıkan planlara itiraz edeceklerini açıkladığını da belirtmiştim.
Söz konusu tünelin planlama aşamalarının henüz tamamlanmadığını, bu yüzden de bugün itibariyle hala kaçak olduğunu vurgulamıştım.
Bakanlar Kurulu’nun belki de tarihinde ilk defa yasal planlama süreçleri tamamlanmayan bir yer için “acele kamulaştırma yapılması” kararı aldığını ifade etmiştim.
Yazının yayınlanmasından sonra Karayolları Genel Müdürü, M. Cahit Turhan aradı. Öncelikle yazdıklarımda yanlış bir bilgi olmadığını, tamamının doğru olduğunu belirterek teşekkür etti.
Bu sütunlardan, şehircilik ilkelerine, bilime, planlara hatta yasalara aykırı olarak başlanan projelerin, verdiği zararları defalarca aktardım.
Bu konuda son örnek ise Aliağa’da yaşanıyor. Paşaçiftliği mevkiinde orman mülkiyetli alanın PETKİM tarafından “Liman Gerisi Hizmet Alanı”olarak belirlenmesi için imar plan değişikliği yapıldı.
Ne yazık ki İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’de de ilgili bilimsel ve teknik meslek odalarının tüm itirazlarına rağmen plan onayladı.
Bu planlarla tam 76 dönüm orman alanı için ölüm fermanı imzalanmış oldu. Bu büyüklük yaklaşık olarak Kültürpark’ın iki katı bir alanı oluşturuyor.
Mimarlar Odası İzmir Şubesi bu konuda gerçekten örnek bir mücadele verdi ve vermeye devam ediyor. Ama nedense bu aşamaya kadar bir türlü kentin karar verici mekanizmalarını ikna etmeyi başaramadılar.
Mimarlar Odası’nın ormanı yok eden planlara itirazı 12 Ekim 2012’de İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nde reddedildi.
Basmane, Çankaya ve Konak Bölgesi’ndeki trafik sorununu çözeceği iddia edilen Konak Tünellerinin inşaatı Yeşildere tarafında aylardır devam ediyordu.
Fakat sadece Yeşildere tarafından kazmakla bu işin bitmeyeceği anlaşıldı. Konak tarafından da kazı başlatılabilmesi için Bakanlar Kurulu devreye girdi. Bu bölgede “acele kamulaştırma yapılması” kararı alındı. Bakanlar Kurulu belki de tarihinde ilk defa bir kaçak yapının daha da hızlı ilerlemesi için karar almış oldu.
Konak tüneli planlama aşamaları hala tamamlanmadığı için hala kaçak. Kaçak olarak başlayan tünelin yasal hale gelmesi için İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi gerekli kararı aldı.
Planlara Konak Tüneli bu meclis kararı ile işlendi. Fakat söz konusu kararın yasa gereği askıya çıkması ve itirazların alınması gerekiyor.
Büyükşehir Belediyesi iki hafta önce Konak Tüneli’nin yer aldığı planları askıya da çıkarmış.
Şimdi bir aylık askı süresi var. Bu süre içinde itiraz olmazsa plan kesinleşecek.
Türkiye, kültür ve tabiat varlıkları açısından gerçekten dünyanın en şanslı birkaç ülkesinden biri.
Uzakdoğu’dan, Avrupa’dan ya da Amerika kıtasından her yıl yüz binlerce turist bu zenginliğimizi görmek için ülkemizi ziyaret ediyor.
Sahip olduğumuz değerler için Allah’a ne kadar şükretsek azdır.
Ama biz bırakın şükretmeyi, o değerleri bir bir yok ediyoruz. Ya da yok olmasına neden olacak kararlar alıyoruz.
Son örnek Ayvalık’daki Alibey Adası (Nam-ı diğer Cunda Adası).
Geçen yaz tatilimi ben de eşim ve kızım ile birlikte bu adada geçirdim. Gerçekten, deniziyle, bitki örtüsüyle, havasıyla, kendine özgü Akdeniz kültürünü yansıtan yapılaşmasıyla doğa harikası bir yer.
Böyle yerler tüm dünyada özenle korunuyor. En az 10 kilometre yakınında o bölgeye zarar verecek hiçbir şeye izin verilmiyor.
Ada, parsel, TAKS(Taban alanı katsayısı), KAKS(Kitle alanı kat sayısı), emsal ya da gabari.
Şehir plancısı, inşaat mühendisi ya da müteahhit değilseniz bu kavramlar sizin için çok yabancı olabilir.
Ama sanırım önümüzdeki süreçte pek çoğumuz bu kavramların adını çok daha sık duyacak.
Dahası ne anlama geldikleri ve nasıl hesaplandıkları konusunda da bilgi sahibi olmak gerekecek.
Çünkü, Cumhuriyet Tarihi’nin en büyük planlı imar hareketi yeni Kent Yenileme Yasası ile bir şekilde başladı.
Özellikle büyükşehirlerde yarım yüzyıldır yaşanan köyden kente göç ve bunun sonucu olan düzensiz yapılaşma nedeniyle ciddi oranda kaçak yapı var.
İzmir’de de durum farklı değil. Kentimizdeki yapıların yüzde 60’ının mühendislik görmediği, el yordamıyla yapıldığı, resmi kurumların hazırladığı raporlarda bile yer aldı.
Bu sütunlarda 15 Mayıs 2012’de yayınlanan “Kaldırım taksidine Ankara onayı çıkmadı” başlıklı yazıma halk arasında “kaldırım vergisi” diye bilinen “Alt Yapı Harcamalarına Katılım Payı” adı altında vatandaştan alınan paralara değinmiştim.
Belediyelere “Çevre Temizlik Vergisi”nin yanı sıra bir de geçen yıl çıkarılan “Katı Atık Vergisi” ödemeye başlayan ev ve işyeri sahiplerinden bir de “size yol yaptık” diye yeniden para istenmesinin yanlışlığını ifade etmiştim.
Yol yapmanın yerel yönetimlerin asli görevi olduğunu, bunu yaptıkları için özel bir şirket gibi fatura çıkarmalarının anlamsızlığını ortaya koymuştum.
Aslında pek çok belediye başkanının bu bedeli almak istemediğini ancak ilgili yasada açıkça alınması gerektiği belirtildiği için almak zorunda kaldıklarını, hatta almayanlara müfettişler tarafından zimmet çıkarıldığını da vurgulamıştım.
İşte bu yazım gazetecilik tabiriyle “ses” getirdi. Bu haksız uygulamanın değişmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde(TBBM) ilk adım atıldı.
Öncelikle CHP İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ı gerçekten kutlamak gerekir. Onbinlere yurttaşın yaşadığı bu sorunu TBMM’ye taşıdı.
28 Ağustos 2012’de bu sütunlarda 9 Eylül Üniversitesi’nin acil servinde kendi yaşadıklarımı anlatmıştım.
Önceki gün bir arkadaşım, benzer bir olayın çocuğunu götürdüğü Ege Üniversitesi’nde başına geldiğini belirtti.
Önce onun anlattıklarını aktarayım:
“Geçen Perşembe günü kızımın ani bir rahatsızlığı nedeniyle Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Servisi’ne gittik.
Her anne babanın doğal bir refleksi sayılabilecek bir şekilde telaşlandık. Ancak bırakın Ege Bölgesi’ni Türkiye’nin en büyük üniversite hastaneleri arasında sayılabilecek Ege Üniversitesi’nde yaşadıklarımız bizi gerçekten çok üzdü.
Öncelikle koskoca hastanenin çocuk acil servisine gittiğimizde bize ilk olarak ‘çocuğunuzun nesi var?’ diye soran bir hekim değil güvenlik görevlisiydi.
Çünkü hekim güvenlik masasının karşısındaki odada sanki rutin muayene yaparmış gibi sırası gelenleri içeri alıyordu.