Kültür ve Turizm Bakanlığı bu seneyi Troya yılı ilan etmişti. Önümüzdeki günlerde açılışı planlanan Troya Müzesi, Tevfikiye Köyü’nün bir arkeoköye dönüştürülmesi çalışmaları ve Troas Yolu Projesi ile bölge yepyeni bir çehre kazanıyor...
2018 yılı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Troya yılı ilan edilmişti. Geçtiğimiz haftalarda ise Doğan Kitap, 2013 yılından bu yana Troya kazı başkanlığını yürütmekte olan Prof. Dr. Rüstem Aslan’ın “Yeni Başlayanlar için Troya” adlı kitabını yayımladı. 24-25 Temmuz tarihlerinde bir grup gazeteciyle birlikte Doğan Kitap ve Çanakkale Valiliği’nin davetlisi olarak Troya ve Assos’u içine alan bir basın gezisine gazetem adına katıldım. Prof. Dr. Rüstem Aslan’ı eski kazı başkanı rahmetli Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann’ın asistanı olduğu günlerden beri, yani çok uzun yıllardır tanırım. Korfmann ve Aslan’la defalarca gezmişliğim, onlardan dinlemişliğim vardır Troya’yı. Yüzlerce makaleye ve epeyce kitaba imza atmış olan Aslan, bu yeni kitabında da bilgiyi en yalın haliyle ve çok keyifli bir şekilde okuyucuya ulaştırıyor. Sade ve akıcı bir dille yazar Rüstem Aslan. Masalsı bir yanı da vardır yazı dilinin, alır götürür okuyanı, içine çeker ve bilgiyi
Yaşayan Şehirler Platformu’ndan “Yılın Köyü” ödülünü alan Bursa’nın en yeşil köşelerinden Misi Köyü sakin bir hafta sonu geçirmek isteyenler için İstanbul’a yakın bir kaçış noktası.
İki bin yıllık tarihi bir geçmişi olan, önceleri Mysia diye anılan Misi Köyü, Yaşayan Şehirler Platformu’ndan “Yılın Köyü” ödülünü aldı. Akademisyenler, yöneticiler ve iş dünyasından isimlerden oluşan kalabalık bir jürinin oylarıyla belirlenen “Şehir Ödülleri Türkiye”, tüm ülkeye örnek olması adına, başarılı, toplumsal fayda odaklı projeler, uygulamalar ve bunların uygulayıcılarını desteklemek amacıyla veriliyor. Jüri, Misi Köyü’nü Umut Işığı Temalı Paydaş Ödülleri kategorisinde “Yılın Köyü” seçti.
Bursa’dan 12 km uzaklıkta Nilüfer ilçesine bağlı Misi Köyü Gümüştepe Mahallesi adıyla da biliniyor. Bir masal köyü görümündeki Misi yüzlerce yılın hırpalayıcı her türlü aşamasına direnç göstererek ayakta kalmayı başarmış.
Herkese çok iş düşüyor
Bursa’nın Nilüfer Belediyesi 1989 yılında kentsel SİT alanı ilan edilen ve koruma altına alınmış olan Misi Köyü’ndeki özgün mimari özelliklere sahip ama yıkılmaya yüz tutmuş sivil mimari eseri pek çok yapıyı onarıp restore etmiş, bu bölgede Çocuk Kütüphanesi, İpekevi,
Beyaz kumu, berrak ve turkuaz rengi sularıyla Salda, Türkiye’nin en derin gölü. Burdur’un Yeşilova ilçesi sınırları içindeki Salda Gölü’nü ve tüm diğer doğa zenginliklerimizi geleceğe miras bırakmak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor.
Son zamanlarda sosyal medyada en çok yapılan paylaşımlar Salda Gölü ile ilgili… Türkiye’nin Maldivleri diyorlar. Salda Gölü biz rehberlerin Batı Anadolu turlarında önemli bir duraktır aslında. Yıllar önce İstanbul’dan başlayıp Antalya’da biten turlarımızda Pamukkale ziyaretlerinin ardından duruma göre ya Acıpayam ya da Salda Gölü yolundan Antalya’ya giderdik. Çoğunlukla Salda Gölü güzel bir öğle yemeği molası durağıydı bizler için. Gölün güzelliğinden ve temizliğinden etkilenen misafirlerimizin hemen hepsi yemekten önce mutlaka göle girer ve çok mutlu olurlardı.
Salda Gölü, herkesin coğrafya derslerinden de hatırlayacağı “Göller Bölgesi”nde bulunan göllerden biridir. Binlerce yıl önce jeolojik bir çökmeyle oluştuğu düşünülen bu göl denizden 1200 metre yükseklerde ve 44 kilometrekare yüzölçümüne sahiptir.
Türkiye’nin en temiz gölü olan Salda Gölü, 184 metre derinliğiyle dünyanın en derin üçüncü gölü unvanını taşırken Türkiye’nin de en derin
Geçtiğimiz günlerde UNESCO Kolombiya’da yer alan Serrania del Chiribiquete Milli Parkı’nı Dünya Mirası Listesi’ne aldı. Biyolojik ve arkeolojik açıdan çok değerli veriler taşıyan parkın listeye dahil edilişi, orman koruma için çok önemli bir dönüm noktası.
Kolombiya dersem aklınıza ne gelir? Siz düşünedurun ben benim aklıma gelenleri sayayım. İtiraf etmeliyim ki en başta dünyanın en önemli yazarlarından Nobel Ödüllü Gabriel Garcia Marquez gelir aklıma. Güney Amerika’nın kuzeyinde Karayip Denizi’ne kıyısı olan minnacık ama güzeller güzeli ülkesinde konuşulan harika İspanyolca ile gurur duyan ve dünyalara sığmayan, Küba’da yaşadığım yıllarda “Kolera Günlerinde Aşk” adlı kitabı nedeniyle Küba’ya gelen ve kendisiyle karşılaşma onurunu yaşadığım o büyük yazar…
Farklı gözlerle bakmayı sağladı
Küba’ya gitmeden birkaç yıl önce Viyana’da çok sevdiğim Dominikli bir dostum bana İspanyolca bir kitap hediye etmişti. Plinio Apuleyo Mendoza’nın G.G. Marquez ile yaptığı uzun bir söyleşiydi bu. “Marquez’i İspanyolca okuyorsun ama onu gerçekten tanımak, Karayipleri anlamak istersen bence bu kitabı oku” demişti. Bu kitap daha sonra Türkiye’de “Gabriel Garcia Marquez’le Konuşmalar” adıyla yayımlandı.
Tatil zamanı geldiğinde herkesin akın akın gittiği yerlere gitmek istemiyor ve farklı seçenekler arıyorsanız Türkiye’nin her köşesinde akıl almayacak güzellikte yüzlerce yer var. Bu hafta size sırt çantanızı kapıp gidebileceğiniz yerlerle ilgili önerilerim olacak.
Dokusu bozulmamış yerler konusunda hâlâ şanslı bir ülke Türkiye. Sakinlik arıyorum, doğayla ve mümkünse kendimle baş başa kalmak istiyorum ama deniz, güneş olmadan da olmaz, bir de mümkünse Ege olsun derseniz ben de size “Selimiye köyü” derim. Marmaris’e bağlı Selimiye son yılların parlayan yıldızlarından ve bazı Mavi Tur rotalarının da sevilen duraklarından. Bilmem sizin de dikkatinizi çekti mi ama özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu hayatının geri kalanını Ege’de sakin bir yerde geçirmek arzusunda olduğunu dile getirir. Ben büyük şehir yaşantısını seven biri olarak bunu anlamakta zorlansam da, insanın özellikle doğduğu şehri terk etmesini biraz yanlış bulsam da, öte yandan hayatının önemli bir bölümünü iş ve özel sebeplerle Ege’de geçirmek zorunda kalmış biri olarak bu arzularda olan insanları da çok iyi anlıyorum.
Bir doğa harikası
Selimiye köyünü gördükten sonra siz de bu duygulara
Balkanlar’da denize kıyısı olmayan küçük bir ülke Makedonya... Üsküp, Ohri ve Manastır ülkenin görmeden geçmemeniz gereken üç şehri.
27 yıl önce Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden ve “Eski Yugoslav Makedon Cumhuriyeti” adıyla Birleşmiş Milletler’e katılan Makedonya’nın ismi konusunda 27 yıldır Atina ve Üsküp arasında büyük kriz yaşanıyordu. Yunan hükümeti Makedonya isminin kullanılmasına şiddetle karşıydı. Yunanistan’ın kuzeyinde Makedonya diye bir yer bulunmasından ötürü bunun kuzey topraklarında hak iddia etmek olduğunu söylüyordu. Geçtiğimiz günlerde iki hükümet arasında bir ön anlaşma imzalanarak Makedonya’nın bundan böyle “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” ismini kullanmasına karar verildi ve bu tarihi anlaşma parlamento tarafından onaylandı.
Makedonya, tarih bilen kişi için Makedonya Kralı II. Filip ve oğlu Büyük İskender demektir. 2011 yılında Üsküp’te Büyük İskender heykeli dikilince bu sefer de iki ülke arasında “Büyük İskender kimin atası?” tartışmaları başlamıştı. Bunun için önce tarihe bir bakalım isterseniz:
“Makedonyalıların ana dili Helence değil Makedonca’ydı. Ne Grekler Makedonca’yı anlarlardı ne de Makedonlar Grekçe’yi. Makedonlar Trakya, Arnavut ve Epir
Romantizmin sembolü gül ve en büyülü çiçeklerden lavanta... Haziran sıcakları bastırmadan Isparta’nın güllerini ve Edirne’nin lavantalarını keşfetmeye ne dersiniz?
Bugünlerde denize girmek tarzı tatil planlarınız yoksa ya da tatil öncesi kısa ama sıra dışı kaçamaklar ararsanız size iki önerim olacak. Kıyas kabul etmeyen bir tarihi geçmişe sahip, dünyanın gerek coğrafi konum gerekse doğa açısından en ilginç ülkesinde yaşıyoruz. Dört bini endemik olmak üzere 12 bin 500 biyolojik çeşitliliğe sahip Anadolu topraklarında en sevdiğim çiçek çağlar boyu aşkın, romantizmin sembolü olan güldür. Bitkiler içinde ise gizemli, büyülü ve çok çekici bulduğum lavanta favorimdir.
Haziran ayında her yer çok fazla sıcak olmadan ve doğa sarı renklerine bürünmeden bu ikisinin izini sürmeye, eğer görmedinizse Isparta’nın güllerini ve Edirne’nin lavantalarını görmeye ne dersiniz?
Isparta yetiştirdiği güllerle dünyaca meşhurdur ve bu birbirinden güzel, değişik renklerdeki güller genelde gül yağı yapmak içindir.
Isparta Türk gezgininin çok bildiği bir destinasyon değil. Göller bölgesinde yer alan Isparta şehri için Türkiye’nin en büyük gül bahçesi diyebiliriz. Isparta yetiştirdiği güllerle dünyaca meşhurdur
Mardinli girişimci Ebru Baybara Demir, “Topraktan Tabağa/Yaşayan Toprak, Yerel Tohum” projesi kapsamında yeniden hayat verdiği Mezopotamya’nın en eski buğdayı ‘sorgül’ün hasat şenliğine herkesi bekliyor.
Bu pazar Mardin’de büyük bir şenlik var. Artuklu İlçesi Eryeri Mahallesi’nde Mezopotamya’nın en eski buğdayı ‘sorgül’ün hasat sofrası kurulacak. Törenle hasat bereketinin paylaşılacağı etkinliğe herkes davetli.
Bu şenlik “Topraktan Tabağa/Yaşayan Toprak, Yerel Tohum” adlı çok özel bir projenin parçası. Projenin mimarı Mardinli kadın girişimci Ebru Baybara Demir. Demir, Mardin’in dünyaca ünlü restoranı Cercis Murat Konağı’nın işletmecisi. Mardin’e yolu düşen herkesin mutlaka Cercis Murat Konağı’nda yemek yemesi ve Ebru’dan başarı hikayesini dinlemesi gerekir.
En büyük geçim kaynağı turizm olan, dünyanın en bereketli ovası Mezopotamya Ovası’nda yer alan Mardin’de tarımın önemi de tartışılmaz. İstihdam sağlanmadıkça sanayi yatırımları yapılmadıkça da bu sektörler ilerleme yolunda hep bir engelle karşılaşmak zorunda kalıyor.
“Elimizden gidenlere seyirci kalmayacağız”
Son üç yıldır gerçek anlamda turizmin yapılamadığı Mardin’de Ebru Baybara Demir, hiç boş durmadı. Özellikle kadınlara ve