Yeni yıl, yeni umutlar, yeni başlangıçlar demektir herkes için. İşte tam da bu sebeple yeni yılı farklı bir yerde farklı bir şekilde karşılamak isteyenlerdenseniz size birkaç önerim olacak
Kış havasını istemiyor, soğuk olmasın diyorsanız Güney Yarımküre’de pek çok seçenek var.
Dünya üzerinde yeni yılı karşılayan ilk büyük şehir olması nedeniyle Sidney güzel bir seçenek. Yazın ortasında sahilde Noel Baba’nın denizden gelmesini bekleyen insanların olduğu bir ülkede olmak fikri bile çok eğlenceli. Aslında Noel Baba’nın Akdeniz kıyılarımızdaki Demre’den geldiği düşünülürse, bu pek de yanlış değil. Sidney dünyanın en görkemli yılbaşı kutlamalarıyla tanınan şehirlerden biridir. Tüm dünyayı her yıl televizyonlarının başına kilitleyen meşhur havai fişek ve dillere destan ışık şovunu görebileceğiniz ve Opera Binası’na yakın bir parkta, sokaklarda, restoran veya kulüpte olmanız yeterli.
Doğa ve müzik tutkunlarına
Daha çılgın, daha sıra dışı bir kutlama isterseniz Güney Amerika’ya uzanmanızı tavsiye edeceğim, Brezilya’ya. Bu ülkede eğlenmek için illa karnaval zamanı gitmek gerekmez. Yılbaşında Rio’da bir klasik de Copacabana plajında yeni yılı karşılamak. Mahşeri bir kalabalığın içinde müthiş
Binlerce yıllık geçmişiyle bir yandan akıllara durgunluk veren bir tarih müzesi diğer yandan da son derece modern bir şehirdir Bursa. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkenti olması nedeniyle erken dönem Osmanlı mimarisinin en güzel eserleri de bu şehirdedir.
Şehri gezmeye Tophane bölgesinden başlamanızı öneririm. Yokuşu tırmanırken birdenbire eski kalenin heybetli duvarları ve Bursa’nın fethi sırasında Osmanlıların şehre giriş yaptığı Saltanat Kapısı diye adlandırılan kapıyla karşılaşırsınız. Az ilerideki Tophane Parkı’nda bir Bizans kilisesinin kalıntıları üzerinde yer alan Osmangazi Türbesi’ni ve hemen karşısındaki Orhangazi Türbesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Tophane Saat Kulesi’nin de bulunduğu bu parktaki seyir teraslarından baktığınızda Bursa ayaklarınızın altındadır.
Yıldırım Bayezid tarafından 1396-1399 yılları arasında yaptırılmış olan Ulu Camii oldukça sıradışı bir güzelliğe sahiptir. 20 kubbeli bu caminin içindeki hat levhalarına ve duvar yazılarına bayılacaksınız. Caminin tam ortasındaki kubbenin altında havuzlu ve 18 köşeli bir şadırvan bulunur. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre havuzun suyu Uludağ’dan gelirmiş. Ceviz ağacından kündekâri tekniğinde yapılmış olan mimberi,
2000’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Brugge, Noel ve yeni yıl telaşı başlarken görmeniz gereken şehirlerden biri. Her yere yürüyerek ulaşabileceğiniz bu küçük şehir, Ortaçağ masallarından fırlamış gibi
Yavaş yavaş Noel ve yeni yıl telaşı başlarken, henüz şiddetli soğuklar da bastırmadan Avrupa’da bir yerlerde, Ortaçağ masallarından fırlamış küçük bir şehre gitmenin tam da zamanı. Benim size önerim 2000 senesinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Belçika’nın Flaman bölgesindeki romantik Brugge şehri olacak. Bazı küçük şehirler büyük şehirlere göre içlerinde çok daha fazla detay barındırabilir, çok daha ilginç şeyler sunabilir. Ayrıca küçük şehirlerin bir başka avantajı da genelde her yerini yürüyerek keşfedebilecek olmanızdır. İlginç müzeleri, kiliseleri, meydanları, parkları ile Brugge de böyle bir yer.
20. yüzyılda büyük restorasyonlar geçirmiş bu kentin Ortaçağ’dan kalan dokusu da her şeye rağmen da çok akıllıca korunmuş. Şehrin tam merkezinde bulunan ana meydandan (Markt Meydanı) başlayabilirsiniz gezmeye... Bu meydan; saat kulesi, çeşitli önemli yapılar ve heykelleriyle ve tabii çeşitli restoran ve dükkanlarıyla şehrin en önemli bölgesi. Burada bulunan Bira Müzesi
Rize’nin temiz hava açısından yaşanabilecek tek kent unvanını almasında bence eşsiz yaylalarının ve muhteşem bitki örtüsünün de katkı payı büyüktür. Özellikle dağcılık ve doğa yürüyüşleri için de sayısız olanak sunar
Türk Toraks Derneği, Türkiye’de son bir yılda yapılan ölçümlerde Rize haricindeki tüm illerde hava kirliliği yaşandığını, yalnızca Rize’de Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık açısından izin verdiği sınırın aşılmadığını, Türkiye’de temiz hava açısından yaşanabilecek tek kentin Rize olduğunu açıkladı.
Doğu Karadeniz sahil şeridinin sevdiğim uğrak yerlerinden biridir Rize. Yaylalara giderken pek çok kişinin durmadan geçip gittiği, genelde ihmal edilen bir şehirdir. Oysa biraz vakit ayırırsanız çok seveceğinize ve iyi ki durmuşum burada, iyi ki vakit geçirmişim diyeceğinize eminim.
Öncelikle Rize’nin tam merkezinde bulunan kale benim en sevdiğim mekânlardan biridir. Bizans döneminde restorasyon görmüş ve tarihi oldukça eskilere giden bir kale. Kale sistemi çok eski çağlardan kalma bir Anadolu geleneğidir. Dikkat edecek olursanız her şehrin bir kalesi vardır. Rize’nin merkezinde bulunan bu kale de iç kale olarak adlandırılan kısımdır. İç kale dediğimiz şehrin surlarının içinde
50 yılı aşkın bir süredir dünyanın en iyi müzisyenleriyle aynı sahneyi paylaşan, önemli müzisyenlerin onuruna konserler veren George Dalaras geçtiğimiz ay İzmir’de hayranlarıyla buluştu, annesinin doğduğu şehri keşfe çıktı. Sırada yeni konserler var
Dünyaca ünlü Yunan müzisyen George Dalaras ekim ayında İzmir’de çok özel ve unutulmaz bir konsere imza attı. Bu konser Yunanistan’ın İzmir Başkonsolosu Argyro Papulia’nın şahsi girişimleri, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Atina Nea Smyrni Belediyesi işbirliğinde, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde gerçekleşti.
Konsere ben de davetliydim. Yakından takip ettiğim, en sevdiğim sanatçının bu seferki gelişi beni çok heyecanlandırmıştı. Çünkü yıllardır Türkiye’de konserler veren Dalaras, annesinin doğduğu, yaşadığı ve 1922 yılında terk etmek zorunda kaldığı İzmir’e ilk defa gelecekti.
Konserden bir gün önce İzmir’e gelen Dalaras, konser sonrası annesinin şehrini tanımak, olabildiğince onun izlerini sürmek istediği için dönüşünü erteledi. İki gün boyunca, bazı bölümlerine benim de katıldığım gezisinde sanatçıya ve eşine İzmirli Rumlardan Teodora Hacudi eşlik etti. Bu sırada Dalaras’la hem müzik
National Geographic’in kasım sayısında Danimarka, Kosta Rika ve Singapur’un en mutlu ülkeler olduğuna dair bir yazı yer aldı. Birbirleriyle alakası olmayan ve farklı coğrafyalarda bulunan bu ülkelerin yapılan bu tarz araştırmalarda hep en üstlerde çıkmaları oldukça ilginçtir. Bunun sihirli bir formülü olsa gerek diye düşünüyor insan. Aslında formül gayet basit. Mutluluk insanlarına mutluluk üreten ülkelerden kaynaklanır, yani coğrafya ve toplumsal politikaların birlikteliği, güçlü ekonomik büyüme, düzgün sağlık hizmeti, iyi bir eğitim, kişinin kendisi için doğru bulduğu yaşamı sürdürme özgürlüğü mutluluğu getirir beraberinde.
Kosta Rika
Doğa harikası
Orta Amerika’daki doğa harikası Kosta Rika’nın yeşiline ve mavisine tutulacaksınız. Müthiş bir biyoçeşitliliğe sahip olan bu ülke pazarlarında rastlayacağınız ve belki de hayatınızda hiç görmediğiniz meyvelerle ve diğer tatlarla, egzotik mutfağıyla sizi çok şaşırtacak. Nadir bulunan hayvan çeşitliliği de fotoğrafçılar ve doğa tutkunları için müthiş bir keyiftir.
Kosta Rika şehirleri, plajları ve volkanik dağları, şansınız varsa herhangi bir yerde aniden kendinizi içinde bulacağınız ilginç kutlamaları ile sizi kendisine bağlayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına en son katılan Hatay ilinin bu güzel ilçesi, kültür, tarih ve lezzet açısından eşi benzeri olmayan bir resim sunar.
Antik çağlarda “Doğu’nun Kraliçesi” olarak adlandırılan, eski adıyla Antiocheia; Roma ve İskenderiye’den sonra Roma İmparatorluğu’nun üçüncü önemli kentiydi. Bugünkü Antakya aslında tam da çağlar boyu çeşitli uygarlıkların yerleştiği noktanın üzerine kurulduğu için, mutlaka tarih öncesi çağlara kadar uzanan tarihini araştırmak o kadar da kolay olmamıştır. 1932-1939 yılları arasında yapılan arkeolojik kazılar sonucunda geçmişi tüm ihtişamıyla ortaya çıkmaya başlamış ve kazılarda çıkan bazı eserler ve muhteşem mozaikler günümüze kadar Antakya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmişti. Bugün yepyeni ve şanına layık bir müzeye kavuşan Antakya’nın olmazsa olmazı bu müzenin ziyaretidir. Hıristiyanlık tarihi için de çok önemli ve kadim bir yere sahip olan bu şehirde ilk kilise olarak bilinen St. Pierre Kilisesi’ni görmeden dönmek olmaz.
Asi Nehri olarak bilinen ve şehri ikiye bölen, kıyısında yürürken belki de bunun neresi asi diye düşüneceğiniz, antik çağların Orontes Nehri’nin adı, kendi içinde dolambaçlı ve hızla dönen akışı nedeniyle “isyancı”
Yabancı turistlerin en çok ziyaret ettiği bölgelerimizden biri Kapadokya. Türk gezginlerin çok geç keşfettiği bu coğrafyada yapacak çok şey var.
Sonbaharın tüm cömertliğiyle sergilediği yüzlerce renk tonunun muhteşem bir şölene dönüştüğü yerdir Kapadokya. Dünyanın oluşumuna şahitlik ettiğiniz bir açık hava müzesi, bir masal diyarıdır. Yıllardır yabancı turistlerin en severek gezdikleri, Türk gezgininin ise çok geç keşfettiği coğrafyalardan biridir.
Güzel atlar ülkesi anlamına gelir Kapadokya ismi. Orta Anadolu’da Nevşehir, Kayseri, Niğde üçgeni içinde kalan, batısında Tuz Gölü, kuzeyinde Kızılırmak Nehri’nin yayı, doğuda Fırat Nehri, güneyde de Aladağlar’ın sınırlarını belirlediği 288 kilometre karelik alana yayılan Kapadokya oluşumunu Erciyes, Hasan ve Melendiz volkanik dağlarına borçludur.
Bu dağların milyonlarca yıl süren volkanik faaliyetleri sonucu bölge lav, tüf ve magmayla kaplanmış ve çeşitli oksitlerle karışık olan bu malzeme yüzyıllar boyunca katılaşarak; yer yer renkli, yumuşak, hafif ve kolay işlenebilir bir toprak haline dönüşmüştür. Volkanik tüf ve külle kaplanan arazinin üzerine bazalt ve andezit içeren lav sert bir tabaka meydana getirmiş. Yüzyıllarca yağmurun düşey,