Evet bütün bunlar doğru ama "İstanbul Yaklaşımı"nın asıl hedefi bankaları rahatlatmak değil, ekonominin reel sektörlerinde yeniden yapılanmayı başlatmak. Bu tür operasyonlarla ilgili olarak geniş bir deneyime sahip bulunan Dünya Bankası Özel Sektör Direktörü Ira Lieberman da özellikle bu noktanın altını çiziyor ve söz konusu olan yeniden yapılanmanın reel sektör firmalarının yalnızca finansman sorunlarıyla ilgili olmadığını belirtiyor. Anladığım kadarıyla firmaların rekabet gücünü artırmayı amaçlayan çok daha kapsamlı bir yeniden yapılanma söz konusu. Bankalar Birliği tarafından onaylanan Çerçeve Anlaşması ile hayata geçirilmesi beklenen "İstanbul Yaklaşımı", bugüne dek öncelikle bankaları ilgilendiren bir konu gibi algılandı. Bankalar, "İstanbul Yaklaşımı" ile çözümlenmesi öngörülen sorunlu krediler probleminin taraflarından biri olduğu ve bu çözümün işleyebilmesi bankaların onayına bağlı bulunduğu için, olayın öncelikle bankalarla ilgili olarak gündemde kalmış olması doğal aslında. "İstanbul Yaklaşımı"nın öngörüldüğü gibi işlemesi halinde bankalara bir rahatlama getireceği ve sorunlu kredilere bağlanan banka kaynaklarına yeniden hareketlilik kazandıracağı da bir gerçek. Güney
<#comment>#comment>Bankalar Birliği tarafından onaylanan Çerçeve Anlaşması ile hayata geçirilmesi beklenen "İstanbul Yaklaşımı", bugüne dek öncelikle bankaları ilgilendiren bir konu gibi algılandı. Bankalar, "İstanbul Yaklaşımı" ile çözümlenmesi öngörülen sorunlu krediler probleminin taraflarından biri olduğu ve bu çözümün işleyebilmesi bankaların onayına bağlı bulunduğu için, olayın öncelikle bankalarla ilgili olarak gündemde kalmış olması doğal aslında. "İstanbul Yaklaşımı"nın öngörüldüğü gibi işlemesi halinde bankalara bir rahatlama getireceği ve sorunlu kredilere bağlanan banka kaynaklarına yeniden hareketlilik kazandıracağı da bir gerçek.
Evet bütün bunlar doğru ama "İstanbul Yaklaşımı"nın asıl hedefi bankaları rahatlatmak değil, ekonominin reel sektörlerinde yeniden yapılanmayı başlatmak. Bu tür operasyonlarla ilgili olarak geniş bir deneyime sahip bulunan Dünya Bankası Özel Sektör Direktörü Ira Lieberman da özellikle bu noktanın altını çiziyor ve söz konusu olan yeniden yapılanmanın reel sektör firmalarının yalnızca finansman sorunlarıyla ilgili olmadığını belirtiyor. Anladığım kadarıyla firmaların rekabet gücünü artırmayı amaçlayan çok daha kapsamlı bir yeniden yapılanma söz
Bugün Türkiyede siyaset yapmaya heves edenler iki büyük sınırlamayla karşı karşıya. Bir kere pek çok ülkede olduğu gibi Türkiyede de ulusal siyasetin manevra alanı fevkalade daralmış durumda. Dış politikadan ekonomi politikasına kadar pek çok alanda küresel düzenin empoze ettiği sınırlamaların dışına çıkmak fevkalade zor bugünün dünyasında. Örneğin bugün IMFye atıp tutan partilerden birinin şansı yaver gitse ve bu parti yarın iktidar ortağı haline gelebilse derhal bugünkü palavralarından çarketmek zorunda kalır.İkincisi, Prof. Yılmaz Esmerin yönetiminde gerçekleştirilen Türkiye Değerler Araştırmasının sonuçları, ülkemizde siyasal kurumlara güvenmeyenlerin oranının 2001 yılında yeni bir sıçrama yaptığını ortaya koyuyor. Özellikle de siyasal partilere güvenmeyenlerin oranı % 66ya sıçramış. Bu ortamda siyasete heves etmenin gerçekten cesaret gerektirdiği açık.Bu iki sınırlama ışığın nerede bulunabileceğini de gösteriyor belki de: Dış dünyanın getirdiği sınırlamaları iyi anlayan ve toplumdaki güvensizliği kırabilen birinin şansı olabilir belki siyaset sahnemizde. Neredeyse son nefeslerine kadar koltuklarını korumak isteyen siyasi liderlerimizin hüzün verici hallerine baktıkça,
<#comment>#comment>Neredeyse son nefeslerine kadar koltuklarını korumak isteyen siyasi liderlerimizin hüzün verici hallerine baktıkça, siyasetin benim anlayamadığım bir büyüsü, bir vazgeçilmezliği olduğunu düşünürüm hep. Şimdi yerini korumaya çalışan liderlerin yanı sıra, Türkiye’de siyasete giren ve girmeye heveslenenlerin çokluğuna ve çeşitliliğine baktıkça gene aynı şeyler geliyor aklıma.
Bugün Türkiye’de siyaset yapmaya heves edenler iki büyük sınırlamayla karşı karşıya. Bir kere pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ulusal siyasetin manevra alanı fevkalade daralmış durumda. Dış politikadan ekonomi politikasına kadar pek çok alanda küresel düzenin empoze ettiği sınırlamaların dışına çıkmak fevkalade zor bugünün dünyasında. Örneğin bugün IMF’ye atıp tutan partilerden birinin şansı yaver gitse ve bu parti yarın iktidar ortağı haline gelebilse derhal bugünkü palavralarından çarketmek zorunda kalır.
İkincisi, Prof. Yılmaz Esmer’in yönetiminde gerçekleştirilen Türkiye Değerler Araştırması’nın sonuçları, ülkemizde siyasal kurumlara güvenmeyenlerin oranının 2001 yılında yeni bir sıçrama yaptığını ortaya koyuyor. Özellikle de siyasal partilere güvenmeyenlerin oranı % 66’ya
Ancak henüz o noktaya gelemedim, hâlâ "Bu nasıl iş, bu ne biçim ülke?" diyerek olan bitene şaşıyorum ve tepki duyuyorum. Sanki bütün sorunlarını çözmüş bir ülkede, keyfe keder tercihler yapmak durumunda olan bir hükümetle, eşiyle evcilik oynamaya devam eden bir Başbakan'la boş zamanları değerlendirme egzersizleri yapıyoruz. Bu arada IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların mensuplarını da misafir sanatçı olarak oyunumuza dahil ediyoruz. Muhterem medyamız da durumu yakından izleyerek bu eğlenceli tabloyu tamamlıyor. Birkaç haftadan beri Türkiye'de oynanmakta olan komedi, sonunda hepimizi üzecek bir dramla sonuçlanmazsa, bu ülkenin gerçekten benzersiz bir dayanıklılık kazandığına ya da duyarsızlık noktasına eriştiğine ben de inanacağım ve böyle yazılar yazmaktan vazgeçeceğim. Tam tersine "Hiç korkmayın, bu ülke, bu ekonomi, evvel Allah seçimi de kaldırır, başbakansız da idare edilir, hükümet krizi de beş vakitte çözer" diye yazılar yazıp halkımı rahatlatacağım. Ekonomi sapasağlam Komedinin ikinci perdesi, aniden hastaneye yatmak zorunda kalan Başbakan Ecevit'in sağlık durumunun gayet iyi olduğunun açıklanmasıyla başladı. Söylenenlere göre Sayın Ecevit her Allah'ın kulu
<#comment>#comment>Birkaç haftadan beri Türkiye'de oynanmakta olan komedi, sonunda hepimizi üzecek bir dramla sonuçlanmazsa, bu ülkenin gerçekten benzersiz bir dayanıklılık kazandığına ya da duyarsızlık noktasına eriştiğine ben de inanacağım ve böyle yazılar yazmaktan vazgeçeceğim. Tam tersine "Hiç korkmayın, bu ülke, bu ekonomi, evvel Allah seçimi de kaldırır, başbakansız da idare edilir, hükümet krizi de beş vakitte çözer" diye yazılar yazıp halkımı rahatlatacağım.
Ancak henüz o noktaya gelemedim, hâlâ "Bu nasıl iş, bu ne biçim ülke?" diyerek olan bitene şaşıyorum ve tepki duyuyorum. Sanki bütün sorunlarını çözmüş bir ülkede, keyfe keder tercihler yapmak durumunda olan bir hükümetle, eşiyle evcilik oynamaya devam eden bir Başbakan'la boş zamanları değerlendirme egzersizleri yapıyoruz. Bu arada IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların mensuplarını da misafir sanatçı olarak oyunumuza dahil ediyoruz. Muhterem medyamız da durumu yakından izleyerek bu eğlenceli tabloyu tamamlıyor.
Komedinin birinci perdesi Kemal Derviş'in "Erken seçim olsa da ekonomiye fazla zarar veremez" yolundaki açıklamalarıyla açıldı. Bazı diğer bakanlar da bu görüşü destekledi. Sonunda
Arı Derneğinin kendi bağımsız kulvarında gelişerek gençlikle bütünleşmesinde büyük rolü olan Kemal Köprülü, Kemal Dervişin Türkiyenin dört bir yanından gelen gençlere, Türkiyenin geleceğiyle ilgili vizyonunu ortaya koyan bir konuşma yapacağını söyleyince heyecanlandım ve derhal bir beklenti oluşturmaya başladım. Dervişin Türkiyeyi dünyayla ve ekonominin gerçekleriyle buluşturarak bize yeni bir gelişme ufku açabileceğini düşündüğüm için, bu beklentimi karşılayacak bir konuşma bekliyordum Dervişten.Ne yazık ki umduğumu bulamadım. Yeditepe Üniversitesi Kayışdağ kampusundaki mükemmel salonda bini aşkın gence hitap eden Derviş, 21. yüzyıl için bir vizyon çizmek yerine daha çok 20. yüzyılı yorumlayan ve 15 aylık icraatını ortaya koyan açıklamalar yaptı. Gençliğin nabzını pek tutamadı bence ve eğitimin, bilgi toplumunun, internetin önemi gibi konulara ancak gençlerden gelen sorular üzerine değindi. Yanılmış olabilirim ama şu son günlerde Dervişin kafası biraz karışık galiba. Dün sabah benzin almak için girdiğim benzincide hesabı öderken bana uzatılan kırmızı karanfil, üzerimdeki olumsuz havayı bir anda yok etti; daha annemi öpmeden bir anneler günü iyimserliğine giriverdim. Galiba,
<#comment>#comment>Dün sabah benzin almak için girdiğim benzincide hesabı öderken bana uzatılan kırmızı karanfil, üzerimdeki olumsuz havayı bir anda yok etti; daha annemi öpmeden bir anneler günü iyimserliğine giriverdim. Galiba, beklemediğim incelikler ve jestler beni çok etkiliyor. Tam tersine, oluşturduğum bir beklentinin gerçekleşmemesi de bazen gereğinden fazla etkileyebiliyor, olumsuz bir havaya sokabiliyor beni.
Arı Derneği’nin kendi bağımsız kulvarında gelişerek gençlikle bütünleşmesinde büyük rolü olan Kemal Köprülü, Kemal Derviş’in Türkiye’nin dört bir yanından gelen gençlere, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili vizyonunu ortaya koyan bir konuşma yapacağını söyleyince heyecanlandım ve derhal bir beklenti oluşturmaya başladım. Derviş’in Türkiye’yi dünyayla ve ekonominin gerçekleriyle buluşturarak bize yeni bir gelişme ufku açabileceğini düşündüğüm için, bu beklentimi karşılayacak bir konuşma bekliyordum Derviş’ten.
Ne yazık ki umduğumu bulamadım. Yeditepe Üniversitesi Kayışdağ kampusundaki mükemmel salonda bini aşkın gence hitap eden Derviş, 21. yüzyıl için bir vizyon çizmek yerine daha çok 20. yüzyılı yorumlayan ve 15 aylık icraatını ortaya koyan açıklamalar yaptı.