'Mucize' mi, 'sefalet' mi?(2)

6 Haziran 2000


       Geçen cumartesi bu köşede yer alan ve bugünkü yazıyla aynı başlığı taşıyan (1) no.lu yazıda yapmış olduğum vaadi tutarak konuyu biraz daha açmak istiyorum.
       Önce Türkiye ekonomisine dışardan bakıp son bir yıldaki gelişmeleri olumlu bulanların neden böyle davrandıklarını keşfetmeye çalışalım. IMF, Dünya Bankası, OECD ve uluslararası piyasalara yön veren kuruluşlar Ecevit hükümetinin icraatını neden övüyor, hatta bir "mucize"den söz edebiliyorlar?
       Hemen akla geliveren birkaç neden var:
       * Birincisi, bu hükümet yıllardan beri birçok hükümetin vaat edip de yapamadıklarını yapmaya başladığı için dışarıdan bakanlara "mucize" yapmış gibi göründü. IMF ile ayrıntılı bir anlaşma yapılması, uluslararası tahkimin yasalaşması, yapısal reformlara el atılması, özelleştirmede ilerleme sağlanması bu "mucize"nin parçalarını oluşturdu.
       * İkincisi, atılan bu adımlarla ekonomiyi daha da derin bir krize doğru götürecek olan kamu açıklarındaki genişlemenin tersine çevrileceği umudu doğdu. Bu gelişmenin

Yazının Devamı

Dev santraldan 'Tate Modern'a

4 Haziran 2000


       "Gerçek sanat, hazır modeller üzerine çeşitlemeler yapmakla yetinmeyen, insanın ve insanlığın derindeki duygu ve ihtiyaçlarını ifade etmede ısrarcı olan sanattır. Gerçek sanat, kendini devrimci olmaktan alıkoyamaz; toplumun radikal biçimde ve bütünsel olarak yeniden biçimlenmesini hedefler."
       1938'de Meksika'ya giderek Leon Trotsky ile birlikte Bağımsız Devrimci Sanat Federasyonu'nu kuran, gerçeküstücülüğün önde gelen kuramcısı Andre Breton'ın sürgündeki Rus devrimciyle birlikte yazdığı "Özgür Devrimci Sanata Doğru" başlıklı metinden yapılan bu alıntı, "Tate Modern"ın "Tarih, Bellek, Toplum" bölümünün girişinde göze çarpan manifestolar arasında yer alıyor. Picasso'nun "Ağlayan Kadın"ı, George Grozs'un "İntihar"ı, Georg Baselitz'in "Asi"si bu bölümde yer alan çarpıcı yapıtlardan bazıları.
       Londra'nın simgesi olan Thames Nehri'nin güney yakasındaki devasa enerji santralının, "dünyanın en büyük sanat galerisi"ne dönüşmesiyle yaratılan "Tate Modern" her şeyden önce mekanda gerçekleştirilen dönüşümün azametiyle yakalıyor insanı. 2. Dünya Savaşı sırasında

Yazının Devamı

'Mucize' mi, 'sefalet' mi?(1)

3 Haziran 2000


       Ecevit hükümetinin ekonomi alanındaki performansı ile Türkiye ekonomisinin hal ve gidişi konusunda çelişkili değerlendirmeler yapılıyor son haftalarda. Bir yanda hükümete övgüler düzenler, "mucize yarattınız", diyenler var; diğer yanda ise işçinin, çiftçinin, esnafın, halkın durumunun giderek kötüleştiğini ve adeta sefalete sürüklendiğini ileri sürerek bu gidişata dur denmesi gerektiğini savunanlar.
       Aslında 1990'ların başından beri pek alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıyayız; hükümetin ekonomideki başarısını alkışlayanlar çoğunlukla Türkiye dışından görüş bildirenler. Uluslararası Para Fonu(IMF), Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası kurumlar ve Moody's gibi finans piyasalarına sinyal veren kuruluşlar Ecevit hükümetinin ekonomideki performansını genelde olumlu değerlendiriyor ve bu başarıyı tamamlamak için yapılması gerekenleri sıralıyorlar.
       Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn'un Ecevit hükümetini "dünyanın en hızlı çalışan hükümeti" olarak nitelemesi ve "mucize yarattınız" demesi bu yöndeki değerlendirmelerin en çarpıcı örneklerinden birini

Yazının Devamı

Kötü bölüşümün faili enflasyon

1 Haziran 2000


       Yirmi küsur yıldır kronik yüksek enflasyonla yaşayan Türkiye'nin dünyada gelir dağılımı en bozuk olduğu ülkeler arasında yer aldığı biliniyor. Öte yandan yüksek enflasyonla kötü bölüşüm arasında bir ilişki olduğu, yüksek enflasyonun gelir dağılımını bozduğu tezi de epeydir bilinen bir tez.
       Bu tezi savunan ve bu nedenle her şeyden önce enflasyon illetinden kurtulmak gerektiğine inananlara iyi bir haber vereceğim. Dünya Bankası'ndan iki uzmanın yaptığı yeni bir araştırma enflasyonla bölüşüm arasındaki ilişkinin fevkalade güçlü olduğunu, gelir dağılımını bozan, kötü bölüşüme yol açan en önemli etmenin enflasyon olduğunu ortaya koyuyor. Henüz taslak halindeki araştırma raporuna göre, "yüksek enflasyonu önleyen ve makroekonomik istikrarı sağlayan politikalar en yoksul kesimin gelirini ortalama gelir artışından daha fazla artırıyor ve bölüşümü olumlu yönde etkiliyor. Özellikle enflasyonun çok yüksek bir noktadan aşağı çekildiği ülkelerde bu etki daha da belirgin biçimde hissediliyor."
       David Dollar ve Aart Kraay adlı iki Dünya Bankası uzmanının yaptığı ve 80

Yazının Devamı

Hükümetin bir yılı ve sonrası

30 Mayıs 2000


       Tam bir yıl önce Quo Vadis: Küreselleşmeninin İki Yüzü adlı kitabımın metninde son rötuşları yaparken "Küreselleşme ve Türkiye" başlığını taşıyan bölümde 18 Nisan seçimlerinin sonuçlarını kaygı verici bulduğumu belirtmiş, "hemen hiçbir partinin tutarlı bir dünyayla bütünleşme programı ortaya koyamamasını ve milliyetçilik söylemini kendi kulvarlarında en etkili biçimde kullanan DSP ve MHP'nin seçimlerden başarıyla çıkmalarını" da buna kanıt göstermiştim."
       Gerçekten de DSP ile MHP'nin ağırlık taşıdığı bir hükümet modeli hiç umut vermiyordu bana. Özellikle ekonomi alanında yapılması gerekenler yerine sonuçsuz arayışların gündeme geleceğinden, en azından vakit kaybedilerek çözümü daha da zorlayacak bir yola girileceğinden kaygı duyuyordum.
       Şimdi DSP - MHP - ANAP hükümetinin birinci yılında bu kaygılarımın büyük bölümünün doğrulanmadığını görüyorum. Beklentilerimin tersine bu hükümet kuruluşunu izleyen günlerde hiç tereddüt göstermeden Uluslararası Para Fonu (IMF) ile görüşmelere başlayarak sonunda bir stand - by anlaşması yapmayı başardı. Bu anlaşma bugüne dek

Yazının Devamı

40 yıl sonra

28 Mayıs 2000


       Aradan 40 yıl geçmiş ama o gece dün gibi hatırımda. Tam 40 yıl önce 27 mayısı 28 mayısa bağlayan gece yaşadığım sevinç ve çoşkunun saflığını, o tarifsiz kurtarılma duygusunu bir daha hiç yaşamadım sanırım. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesini izleyen dönemde, çiceği burnunda bir lise öğrencisi olarak tattığım umut ve heycanı da belki bir daha hiç tatmadım. O dönemde bu duyguları benimle paylaşanların sayısı da bir hayli fazlaydı.
       Şimdi geriye dönüp baktığımda, Demokrat Parti'yi "karşı devremci" , 27 Mayıs mücadelesini "devrimci" , ondan sonraki askeri müdahaleleri gene "karşı devrimci" sayıp kolay yoldan kendini tatmin edenlerin sözde analizlerini doğrusu hayli komik buluyorum ama 27 Mayıs müdahalesinin kendine özgü koşulları bulunduğunu düşünmeye devam ediyorum. Beni ve benim gibi birçok kişiyi o benzersiz çoşkuya sürükleyen ortamın kendine özgü koşulları o dönemde herkezin çok saf ve deneyimsiz olmasından kaynaklanıyordu galiba. Sanki hepimiz biraz çocuktuk o dönemde. "Oyun"un bütün aktörleri ilk kez oynadıkları bir role soyunmuş gibiydiler. Satır başlarıyla özetlersek;
    &n

Yazının Devamı

Süren: "Real uygun rakip"

27 Mayıs 2000


PARİS
       Galatasaray'ın bundan sonraki ilk hedefi Avrupa Süper Kupası; önceki akşam Paris'in yazın sokaklara taşan ünlü köşebaşı restoranlarından Chez Andre'de Faruk Süren'e rastlayınca bunu daha iyi anladım. Bir önceki akşam Valencia'yı sahadan silerek Şampiyonlar Ligi'ni kazanan Real Madrid'i nasıl bulduğunu sorduğumda, "Çok iyi bir takım, tam bize göre" dedi Faruk Süren. Dedikodu yazarlarının alanlarına fazla girmemek için Süren'e rastladığımda masasında oturan ünlü kişinin adını vermeyeceğim ve daha sonra Süren'in eşiyle Fatih Terim ve eşinin de bu masaya katıldığını söylemekle yetineyim.
       Bir rastlantı sonucu Süren'le karşılaşmasaydım Stade de France'ın tribünlerinden izlediğim Real Madrid - Valencia maçında edindiğim izlenimleri aktararak başlayacaktım yazıya. 1998 Dünya Kupası finalinin oynandığı bu görkemli ve modern stadyumda izlediğimiz olayın ağırlık noktası bir futbol maçıydı ama burada yaşanan olay bir futbol maçından ibaret değildi. Kadınlı - erkekli, hemen her yaştan insanın katıldığı ve tadına vardığı bir şölendi çarşamba gecesi burada yaşanan. Real Madrid ve Valencia taraftarlarının

Yazının Devamı

Sis dağılmadan araba hızlanmaz

25 Mayıs 2000


       IMF Türkiye Masası Şefi Carlo Cottarelli'nin Türkiye ekonomisini "yeni çalışmaya başlayan bir araba"ya benzetmesi ve bu arabanın ancak zamanla hız kazanacağını belirtmesi, birkaç hafta önce İSO Başkanı Hüsamettin Kavi ile yaptığımız sohbeti hatırlattı bana. Milliyet Ekonomi Servisi'nin hazırladığı haftalık Panorama dergisinin yayınlanışı nedeniyle verilen resepsiyonda sohbet ederken iki soru sordum Sayın Kavi'ye: (1) "İşler açıldı, ekonomi canlandı" başlıkları gerçeği ne kadar yansıtıyor, bu yıl ekonomide hızlı büyüme beklemek gerçekçi mi? (2) İşler açılsa, iç talep canlansa bile Türk firmaları bundan ne kadar yararlanacak? Kurların gidişatı da göz önüne alındığında, sanayicimiz rekabet gücü erozyonunun olumsuz etkilerini iç pazarda da hissetmeyecek mi?
      İSO Başkanı Kavi sorularımı yanıtlarken sanayi kesimindeki kıpırdamanın ancak zaman içinde hız kazanabileceğini ve asıl 2001 yılının "hızlı büyüme" yılı olabileceğini söyledi. Sanayicinin rekabet gücünü artırmak için ciddi bir çaba içinde olduğunu ve maliyetlerini düşürmek için her kuruşun hesabını yaptığını anlatan Kavi'nin daha sonra Yeni Binyıl

Yazının Devamı