AB'nin ufku

28 Mart 2000


       Bir kez daha kendi sorunlarının labirentine dalıp Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme hedefini tamamen unutmuş görünen Türkiye'de bu konunun ne kadar ilgiyle izlendiğini doğrusu hiç bilemiyorum ama bana çok önemli göründüğü için üzerinde durmaya devam ediyorum. Geçen hafta Lizbon'da yapılan AB zirvesinde Avrupa'ya yeni ufuklar açacak çok önemli kararlar alındı. 2010 yılında ABD'yi de geride bırakarak "dünyanın en dinamik ekonomik gücü" haline gelmeyi, on yıl içinde en az 20 milyon yeni iş yaratmayı ve ortalama büyüme hızını yüzde 3'e yükseltmeyi hedefleyen AB'nin bu amaçla gündemine aldığı ve çoğunu termin tarihlerine bağladığı hedeflerin başlıcaları şunlar:
       * Elektronik ticaretle ilgili yasal çerçevenin bu yıl sonuna kadar çizilmesi ve benimsenmesi.
       * İnternet kullanımını ucuzlatacak ve kolaylaştıracak adımların derhal atılması.
       * AB bünyesindeki tüm okulların 2001 sonuna kadar internete bağlanması.
       * Tüm kamu hizmetlerine internetle erişimin 2003 sonuna kadar sağlanması.
 

Yazının Devamı

Duygular

26 Mart 2000


       Geçen hafta farklı olaylar farklı duyguları yaşattı bana. Coşku ve heyecan, beğeni, sevinç ve hüzün birbirine karıştı çoğu kez; zaman içinde yolculuklar yapmaktan da kendimi alamadım bu duyguları yaşarken.
       Coşku ve heyecanı Türkiye İş Bankası'nın düzenlediği gecede "Lirik Tarih" gösterisini izlerken yaşadım. Liseden sınıf arkadaşım olan Ali'yle (Taygun) sonradan tanımak şansını elde ettiğim sevgili Yekta'nın (Kara) birlikte yarattıkları bu gösteriyi izlerken neredeyse gözlerim yaşardı. Gösterinin sonunda bu duyguları, bu coşku ve heyecanı salondaki diğer izleyicilerle paylaşmak da ayrı bir zevkti. Hepimiz bu gösteriyi gerçekleştiren tüm ekibi kucaklamak istiyorduk sanki.
       Farklı kültürlerin zenginliğini şaşırtıcı hoşlukta geçişlerle birbirine bağlayan bu görkemli gösterinin ardından tüm ekiple birlikte Yekta (Kara) ve Ali (Taygun) de sahneye çıkınca onlara bakıp (geçenlerde yazdığım bir yazıyı da anımsayarak) şişmanlığın pekala güzelliğin bir parçası olabileceğini düşündüm.
       Galatasaray'ın İspanya'nın Real Mallorca

Yazının Devamı

İnanç cephesi

25 Mart 2000


       Yazının sonunda varacağım sonucu da baştan açıklayıp sizi merakta bırakmayayım: Enflasyonla mücadelenin "inanç cephesi"nde ciddi sorunlar var ve bu sorunların nasıl aşılacağı da pek belli değil.
       Son günlerde değişik vesilelerle konuşma fırsatını bulduğum kişiler arasında sanayici vardı, bankacı vardı, eski bürokrat vardı, esnafın nabzını tutan araştırmacı vardı ve hepsi hemen hemen aynı şeyleri söylüyordu. Söyledikleri satırbaşlarıyla şunlardı:
       * Enflasyonun düşmesini ve belirlenen hedeflerin tutmasını herkes istiyor ama bunun gerçekleşeceğine inananların sayısı giderek azalıyor.
       * Hükümetin de aslında kendi koyduğu hedeflere erişmekten vazgeçip enflasyonun belli bir düzeye, örneğin % 40 dolayına düşmesini başarı sayacağı yolundaki izlenim güçleniyor.
       * "Enflasyonla mücadele programını destekliyoruz" diye beyanda bulunanların fiili davranışları aslında program hedeflerine inanmadıklarını gösteriyor.
       * Başta tasarruf sahipleri olmak üzere

Yazının Devamı

Almanya 'bilgi işçisi' arıyor

21 Mart 2000


       Almanya bir kez daha yabancı işçi arıyor, ancak bu kez aranan 'işçi'nin niteliği farklı. Şimdi artık gariban sıra işçisi değil "bilgisayar uzmanı" arıyor Almanlar. Bilgi teknolojisine dayalı sektörlerde ve (bu yıl moda haline gelen deyimle) "yeni ekonomi"de ABD'nin gerisinde kalmamak için çaba harcayan ülkelerden biri olan Almanya, bu alanlarda giderek büyüyen bir eleman açığıyla karşılaşınca ülke dışından eleman "ithal etmenin" yollarını aramaya başladı.
      Başbakan Schroeder'in bu amaçla gündeme getirdiği öneri, belirli sayıda yabancı bilgisayar uzmanına "özel çalışma vizesi" verilmesini öngörüyor. Bilgi teknolojisi sektörlerinden gelen talep en az 30.000 bilgisayar uzmanının ithalini gerektirirken Schroeder ilk partide 10.000 özel vize verilmesini öneriyor. Bilgi teknolojisiyle ilgili sektörlerdeki toplam uzman eleman açığının ise bu yıl 75.000'i, iki yıl içinde de 350.000'i bulacağı tahmin ediliyor. Bilgisayar dışındaki yüksek teknoloji alanlarındaki eleman açığı da hesaba katıldığında bu rakamlar daha da büyüyor.
       Almanya'nın "yeni ekonomi"de geri kalmamak

Yazının Devamı

Dağlarca

19 Mart 2000


       Lisede edebiyat öğretmenimiz olan şair Behçet Kemal Çağlar, öğlen teneffüsü sonrasındaki dersine, zil çaldıktan sonra nefes nefese giren bizlere kendine özgü üslubuyla çıkışır, "şair Baki'nin babası oğlunu meşine (bir saracın yanına çırak) vermiş, çocuk okuyup 'şairler sultanı' olmuş, sizi buraya okumaya yollamışlar, siz meşinin (futbol topunun) peşinde koşuyorsunuz", derdi.
       Yarın yapılacak bir törenle Dünya Şiir Günü Büyük Ödülü'nü alacak olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, şairlik serüveninin başlangıcını şöyle anlatıyor:
       "Ortaokulun üçüncü sınıfını bitirmiştim. Bir öğle yemeğinde babam o önerisini açıkladı. 'Fazıl'ı subay yapacağız' dedi. Oysa benim umutlarım vardı. Kendime başka bir yol çizmiştim. Babam anlattı anlattı. Annem, kardeşlerim, bu öneriyi sevinçle karşıladılar. Çünkü ailemizde bütün erkekler subaydı. Ben içimin göz yaşları dolu dolu ayağı kalktım. Duvardaki kuranıkerimlere gittim. En üstte en küçüğü vardı. Boyu eni kalınlığı 1 cm. Bu kuranı sınav günleri annem ceketimizin içine iğnelerdi. Böylece tanışımdı o benim. Çok kez takılmıştı bana.

Yazının Devamı

Cimbomdan boğalara

18 Mart 2000


       Cimboma üç defa ole!
       Önceki akşam Galatasaray'ın Real Mallorca maçını televizyondan izlerken ilk kez futbolda rollerin değiştiğini hissettim. Bugüne dek başarılı sayılan Türk takımlarında görmeye alıştığımız özellikleri daha çok Real Mallorca sergiledi. Gayret, azim, çabukluk yönünden üstün olan taraf İspanyol takımıydı. Özellikle ilk yarıda, sahanın her yerinde rakibinin yoğun presiyle karşılaşan Galatasaray'ın hayli zorlandığı görüldü.
       Buna karşın bugüne dek Avrupa'nın klas takımlarında görmeye alıştığımız bilinç, özgüven ve hüner gibi özelliklerde üstün olan taraf Galatasaray'dı. Galatasaraylı futbolcular, rakibin baskısını en fazla hissettikleri anlarda bile paniğe kapılmadılar ve yakaladıkları pozisyonları büyük bir serinkanlılık içinde gole çevirmeyi başardılar; hüner ve ustalık gerektiren vuruşları, adeta antrenmandaymışçasına gerçekleştirerek takımlarını farklı bir galibiyete taşıdılar.
       Türkiye'de yaşayan hemen herkesin (en azından her erkeğin) kendisini mutlak otorite saydığı bir alanda söz söylemenin, futbol

Yazının Devamı

Bayram ikilemi

16 Mart 2000


       Dün sabah muhteşem bir hava vardı İstanbul'da. İncecik bir sis tülünün perde perde açıldığı serinlikte, çekingen sabah güneşinin denizde yaptığı yansımalara bakarak sahilde yürürken baharın ilk kokularını da duyuyordum sanki. Bütünüyle insanı teslim almak isteyen bu ortamda uçsuz bucaksız düşüncelere dalıp gitmek varken oturup bir gazete yazısı mı yazacaktım ben?
       İşini ciddiye alan, okuruna saygı duyan bir gazete yazarının ikilemlerini ve çıkmazlarını bu işin dışında olanların anlaması pek kolay değil sanırım. Bir kere hemen her şeyin karmaşıklaştığı bir dünyada herhangi bir konuda fikir yürütürken, yorum yaparken tuzaklara düşmeniz, hata yapmanız çok kolay. Ele aldığınız konunun hesaba katmadığınız bir boyutu sizin vardığınız sonucu havada bırakabiliyor. İkincisi, okur, yazara karşı çok insafsız ve yargılayıcı olabiliyor. Sözgelimi kendi uzmanlık alanına giren bir konuda en küçük bir ihmalinizi yakalasa hemen sizi cehaletle suçlayıp hesap sorabiliyor. Daha da kötüsü, sizin görüşlerinizden kendine göre sonuçlar üretip sizi buna göre yargılayabiliyor, sizin bir değinmenizden yola çıkıp sizi bir

Yazının Devamı

12 Mart, Türkiye ve Yunanistan

14 Mart 2000


       Zaman içinde yapılan yolculukların garip bir etkisi oluyor insanın üzerinde. "12 Mart"ın yıldönümü de böyle bir yolculuğa zorladı beni. "Demokrasinin askıya alındığı" o günlerden "demokratikleşmenin tartışıldığı" bugünlere doğru hüzünlü bir yolculuk yaptım ister istemez.
       12 Mart 1971 günü öğlen haberlerinde okunan "12 Mart Muhtırası"nı o zaman çalışmakta olduğum reklam ajansında dinlediğimde başımıza neler gelebileceğini sezer gibi olmuş ve ani bir kararla patronun yanına çıkıp işyerimden ayrılmaya karar verdiğimi açıklamıştım.
       Sonra başımıza gelenler benim hayalgücümün sınırlarını aştı, bugün anımsanması bile insana utanç veren bir dizi traji - komik olay yaşandı o günlerde. Örneğin İstanbul'da düzenlenen ünlü "Fırtına Operasyonu" sırasında Ataköy'de oturduğum apartmanın önündeki yeşil alanın, binamızdaki "solcu" aydınların dairelerinden toplanıp aşağı atılan "zararlı" kitap ve dergilerle dolduğunu dün gibi anımsıyorum. Kitap imha ekibi bizim daireye geldiğinde babamla meslektaş olan apartman yöneticimiz, "Bunlar kendi halinde insanlar, kitapla falan

Yazının Devamı