Silahı, silahlanmayı seven bir toplumuz. Öfkelerimizi, sevinçlerimizi silah sıkarak ifade etme gibi bir alışkanlığımız var. En ufak bir tartışmada silahlar çekilir. Düğünlerde havaya sıkılan kurşunlarla ölenlerin sayısı epeyce kabarık. Ulusal maçları kazanmamız birkaç kişinin ölmesi demek. İnsanlar silahlanarak güvenliklerinin sağlanacağını düşünüyorlar. O nedenle giderek daha fazla silahlanıyorlar. Ne var ki silahlar, resmi makamlarca olsun, özel kişilerce olsun çoğu kez amaçları dışında kullanılıyor. Polisin silah kullanma koşulları oluşmadan ateş açması Türkiye’de önemli bir insan hakları sorunu.
Yeni silah kanunu tasarısı
Şimdi de polise, MİT’e ağır silah ithal etme yetkisini veren “Silah Kanunu Tasarısı” TBMM İçişleri Alt Komisyonu’nda görüşülüyor. Tasarı değişikliğe uğramadan yasalaşırsa, polisin ve MİT’in, tasarıda “askeri silah” olarak nitelenen ağır silahları doğrudan ya da yetkilendirdikleri özel kişiler aracılığıyla ithal etme olanağı doğacak.
Eski yasa
Halen yürürlükteki 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı yasanın ek 7. maddesine göre, “Savunma Sanayi Müsteşarlığı kanunen yurda girmesinde sakınca bulunmayan silah ve mermileri ithal eder veya bir kamu kuruluşuna
Haiti Türkiye’ye uzak bir adanın yarısı. Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Nüfusu 10 milyon. Kişi başına gelir 790 dolar. Kentlerde kanalizasyon yok. 200 bin kişi AIDS’li. Nüfusun yarısı derme çatma gecekondularda yaşıyor, içecek su ve yeterli gıda bulamıyor.
Haiti 12 Ocak günü Richter ölçeğiyle 7 şiddetinde bir depremle altüst oldu. Başkentte, başkanlık binası dahil, yıkılmayan bina kalmadı. Trajedinin boyutları dehşet verici. Ölü sayısı 200 bin dolayında. Cesetler sokaklardan arabalarla toplanıp çukurlara atılıyor. Binlerce çocuk annesiz, babasız kaldı. İçecek su, doktor, sağlık malzemesi, gıdaya gereksinim var. Başta ABD ve Kanada olmak üzere uluslararası toplum büyük bir yardım kampanyası başlattı.
Bütün yoksulluğuna karşın Haiti, tarihi ve kendine özgü zengin kültürüyle bölgenin belki de en ilginç ülkesi. Kökleri Afrika’ya dayanan, canlı, renkli, resim sanatı bütün dünyanın ilgisini çekmekte. Haiti’nin tarihi, sömürgeciliğe karşı başkaldırmanın tarihi. Haiti ya da eski adıyla Saint-Domingue, Fransa’nın en zengin sömürgelerinden. Afrika’dan getirilen bir milyona yakın köle şeker tarlalarında çalışıyor. Soylu Fransız aileleri kölelerin meydana getirdiği zenginlikle
Sn. Atilla Kart önce 2002’de, sonra 2007’de Konya milletvekili seçiliyor. Milletvekili seçilmeden önce, hakaret suçundan dolayı açılmış iki davası var. Milletvekili seçilince, Anayasa’nın 85. maddesi gereğince, her iki dava askıya alınıyor. Sn. Kart, dokunulmazlığının kaldırılması için TBMM Karma Komisyon’a başvuruyor. Komisyon, hiçbir gerekçe göstermeden istemi reddederek dosyayı TBMM Genel Kurulu’na havale ediyor. Genel Kurul konuyu inceleyip bir karar vermiyor.
Sn. Kart AİHM’ye başvuruyor. 2008’de AİHM’nin 2. dairesi 3’e karşı 4 oyla, Sn. Kart’ın mahkemeye erişme hakkının, dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar veriyor. Hükümetin istemi üzerine, dava AİHM Büyük Dairesi’ne gidiyor. AİHM Büyük Daire’si 2009 Aralık ayında açıklanan kararında, 4’e karşı 13 oyla, Sözleşme’nin ihlal edilmediğine karar veriyor.
AİHM’nin kararına yakından bakınca şu hususlar göze çarpıyor:
AİHM, önceki kararlarında, dokunulmazlığın kapsamı genişledikçe, bunu haklı gösteren nedenlerin açıklanmasının daha büyük bir önem taşıdığını belirtiyor. Kart kararında da, Türkiye’deki dokunulmazlığın, diğer Avrupa Konseyi üyesi devletlerden daha geniş olduğunu kabul ediyor. Oysa, Sn. Kart’ın
Günümüzde demokrasiden anlaşılan sadece serbest seçimler değil. Bununla birlikte, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlükler, çoğulculuk gibi bir değerler sistemini kapsıyor. Bu değerler sistemi demokrasinin özünü oluşturuyor. Aynı zamanda, siyasal iktidarın keyfiliğe kaçmasını önleyici bir fren görevi görüyor. Bu frenler olmazsa Alexis de Tocqueville’in deyimiyle “çoğunluğun istibdadı“ doğabilir. Siyasal iktidarın demokrasi testi, kendisini sınırlayan, hatta bazen “kan kusturan” bu değerlere ne denli saygılı olduğu.
Alexis de Tocqueville’in 1840’da yazdığı “Amerika’da Demokrasi” kitabındaki gözlemleri bugün için de geçerli. “...Siyasal iktidarlar toplumun yüzeyini küçük, karmaşık bir kurallar ağı ile kaplarlar. Öyle ki en iyi zekâlar... bile bunu asamazlar. Bireyin iradesi ortadan kalkmaz ama yumuşar, bükülür ve yön verilir. Bir eylem yapmaktan çok eylem yapmaktan vazgeçirilir. Böyle bir güç imha etmez ama var olmayı ortadan kaldırır... Halk hükümet tarafından güdülen sessiz bir sürüye dönüşür... Böyle bir kölelik biçimsel bazı özgürlüklerle, hatta halk egemenliği ile kolaylıkla bağdaşabilir.”
Tocqueville’in işaret ettiği tehlikenin somut
Büyükelçi Çelikkol İsrail’e atanan başarılı bir diplomat. Her görevine yeni başlayan diplomat gibi, nezaket ziyaretleri yapıyor. Bu arada aşırı sağcı bir parti üyesi olan Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ayalon’u ziyaret ediyor. Odada iki kişilik bir kanepe var. Müsteşarı ile birlikte oraya oturuyor. Ziyaret sırasında, Ayalon kendi basınına dönerek İbranice “Dikkatinizi çekerim, o daha alçak, biz daha yüksek koltukta oturuyoruz, masada sadece İsrail bayrağı var ve gülümsemiyoruz” diyor.
Ucuz, beceriksiz mizansen
Bu uç eylem de gerçekte aşağılayıcı nitelikte eylemler değil. Büyükelçilerin ziyaretleri sırasında bayrak bulundurmak gibi bir âdet yok. Oturacak yerlerin aynı yükseklikte olması gibi bir koşul yok. Alçak yerde oturanın aşağılandığını düşünmek geniş bir hayal gücü gerektirir. Gülümsememek yoluyla hakaret etmek ise Ayalon’a özgü bir yöntem olmalı. Başka bir deyişle, Ayalon kendi basın temsilcilerine konuşana dek her şey normal. Büyükelçinin kendisine hakaret edildiğini düşünmesi için bir neden yok. Ama Ayalon hakaret ettiğini sanıyor.
Ceza Hukuku’nda fiili işleyen kişinin fiilini hukuka aykırı sanması, hukuka aykırılığın sadece öznel açıdan var olması, eylemin hukuka
Manisa’nın Selendi ilçesinde çıkan olaylar sonucunda Romanların ilçeden sürülmesi, bir zabıta olayı olarak geçiştirilemeyecek kadar önemli. Gördes’te kaymakamlıktan gelen iki kap yemeğin önünde oturan 76 Roman hâlâ korku, belirsizlik içinde. Beş yaşındaki Hakan ise, Selendi’de kalan güvercinlerini özlüyor.
Türk toplumunun giderek muhafazakârlaşması aynı zamanda farklılıklara karşı hoşgörüsüz, dışlayıcı bir milliyetçiliğin yükselmesine yol açıyor. Kamuoyu araştırmaları halkın yüzde 70’e yakın bir bölümünün Sünni Müslüman ve etnik Türk olmayan komşu istemediğini gösteriyor. Oysa günümüzde demokrasi farklı kimliklerin tanınması, kabul edilmesi, farklı kimlikteki bireylerin ortak mekânlarda birlikte yaşayabilmelerini de kapsıyor. Bu tanım, aynı zamanda eşitlik ilkesini de içeriyor. Farklı kimlikteki bireylerin eşit üyeler olarak topluma dahil olmaları önemli. Günümüz Türkiye’sinde bu ilkelerin yaşama geçtiğini söylemek güç.
Devletin görevi, önce vatandaşların can ve mallarını, temel hak ve özgürlüklerini korumak. Selendi olayında, devlet bu görevini yerine getirmekte başarılı değil. Vali Romanlara, “Ben sizi burada koruyamam” diyor. Gitmek istediklerine ilişkin bir kâğıt imzalatmak
Bir devletin dış politikasının oluşmasında ideolojinin rolü nedir?
Dış politikanın sadece devletlerin çıkarlarına dayandığını düşünen reel politika savunucuları, dış politikada ideolojilere yer olmadığını söylerler. Dış politika alanında tanınmış bir araştırmacı olan Robert Kagan, devletlerin çıkarlarını iyi gözetebilmek için ideolojileri dikkate almaları gerektiğini belirtiyor. Bunu şu nedenlerle açıklıyor: Bir kere başka devletlerin dış politikalarını anlamak için dış politikayı biçimlendiren ideolojiyi iyi anlamak gerekir. Ayrıca, devletlerin tehdit algılamalarının da ideolojilerin etkisiyle değiştiğini görüyoruz. Devletlere egemen olan ideolojiler değiştikçe, tehdit değerlendirmeleri, dolayısıyla başka devletlerle olan ilişkileri de değişiyor.
Ankara’da düzenlenen 2. Büyükelçiler Konferansı için demokrasi ve güvenlik gibi reel politika ile moral değerleri birleştiren bir tema seçilmesi, Türk dış politikasında yeni bir yaklaşımın göstergesi. Sayın Dışişleri Bakanı’nın açılış konuşması da bunu doğruluyor. Sayın Bakan konuşmasında, dış politikada özgürlük ile güvenliği birleştiren yeni bir vizyondan, dış politikada yumuşak gücün öneminden söz ediyor.
“Türkiye’nin vereceği bir
Yargıtay’da boş olan 33 üyelik için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 8 aydır atama yapamıyor. Oysa Yargıtay Yasası’na göre, 10 üyeliğin boşalması durumunda en geç iki ay içinde atama yapılması gerekiyor. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, atamalar yapılamazsa Yargıtay’ın çalışamaz bir duruma geleceğini söylüyor.
HSYK’nın atamaları yapamamasının nedeni, seçilmiş yargıç üyeleri tarafından hazırlanan listenin, “doğal üyeler” Adalet Bakanı ve Müşteşar tarafından beğenilmemesi. Gazete haberlerine göre, Adalet Bakanı Sayın Ergin boş üyeliklerden en az 10’unun kendi belirlediği adlardan olmasını istiyor.
HSYK’nın hükümetin istemediği bir kararı almasını önlemek için Adalet Bakanı’nın elinde türlü olanaklar var. İsterse konuyu gündeme almayabilir. HSYK’nın gündemini yapma yetkisi Adalet Bakanlığı’nda. Ya da konu görüşülüp oylamaya gidilecekse, müsteşarıyla birlikte toplantıdan çıkabilir. HSYK’nın toplanması için üye tam sayısı gerekli. Müsteşarın yedeği olmadığından, toplantıdan çıkınca toplantı yapılamıyor. Hükümetin HSYK üzerindeki bu tür baskılarına ilk kez tanık olmuyoruz. Daha önce de görmüştük.
Yargı bağımsızlığı hukuk devletinin, demokrasinin temel taşı. Bağımsızlık