İsviçre’de minare yasağı

7 Aralık 2009

İsviçre 29 Kasım’da yapılan referandumda, % 57,5 çoğunlukla bundan böyle yeni minare yapılmasının yasaklanmasını kabul etti. Yasak İsviçre dışında pek çok eleştirildi.
Bu olay temel hak ve özgürlüklere ilişkin konularda referanduma gidilmesinin ne denli yanlış olduğunu bir kere daha gösterdi. Ne var ki, doğrudan demokrasi ile yönetilen İsviçre’de referandumlar sistemin bir parçası. Belirli bir sayıda imza toplanınca referandum gerçekleşiyor. Ancak her şeyin küreselleştiği bir dünyada, doğrudan demokrasi İsviçre’nin değişen koşullara ayak uydurmasını güçleştiriyor. İsviçre’yi, dağlar arasına sıkışmış, Avrupa’dan kopuk tuhaf bir ülke yapıyor.
Basında çıkan haberlere göre, Yeşiller Partisi, konuyu AIHM’ye götürecek. Yasağın AIHM’ye getirilmesi iyi olur. Ama Yeşiller Partisi tarafından değil. AIHM’de doğrudan zarar gören ve bu nedenle “mağdur” statüsüne sahip olanlar dava açabilir. Yeşiller Partisi yasaktan zarar görmüyor. Mağdur statüsüne sahip değil. Bunun için, davanın, yasaktan doğrudan etkilenen İsviçreli Müslümanlar tarafından açılması daha doğru olur.
Hasan ve Çavuş - Bulgaristan davasında, Bulgaristan hükümeti, Bulgaristan’daki Müslüman Türklerin seçtiği Müftüyü işten

Yazının Devamı

‘Akşama ne yemek var?’

4 Aralık 2009

Türkiye’de telefonları dinlenenlerin sayısı giderek artıyor. Buna bağlı olarak telefon dinleyen görevlilerin sayısı da herhalde artıyor. Ben hep dinleyenleri merak ettim.
Düşünebiliyor musunuz, tanımadığınız bir insanın yaşamının en özel, en mahrem kıvrımlarına giriyorsunuz. Aylarca, sabahtan akşama dek o insanla birlikte yaşıyorsunuz. Böyle olunca dinleyen ile dinlenen arasında özel bir ilişkinin doğmamasına olanak var mı? Ne denli katı, görevine bağlı bir devlet memuru olursanız olun, bir sure sonra dinlediğiniz insanla bütünleşmeyi önleyebilir misiniz?
Birkaç yıl önce Alman yapımı bir film görmüştüm. “Başkalarının Yaşamı” adlı. Olay, birleşmeden önceki Doğu Almanya’da geçer. Doğu Alman gizli polisi Stasi kuşkulandığı herkesin, sanatçıların, aydınların telefonlarını dinler. Filmin kahramanı Stasi görevlisi Wiesler, bir oyun yazarını dinlemekle görevlidir. Wiesler ister istemez oyun yazarının özel yaşamına girer. Bir süre sonra oyun yazarıyla özdeşleşmeye baslar. Onun okuduğu kitapları okur, kız arkadaşıyla olan ilişkilerinin düzelmesine yardımcı olur. Wiesler, oyun yazarına yakınlaşırken, yaptığı işten de rahatsızlık duymaya baslar. Sonunda, oyun yazarına yardım eder ve

Yazının Devamı

Türk demokrasisinin geleceği

30 Kasım 2009

Anayasa Mahkemesi’nce dokunulmazlığı kaldırılan İtalya Başbakanı Berlusconi 4 Aralık’ta rüşvet vermek sucundan yargı karşısına çıkacak. Berlusconi yaptığı konuşmada, yargının ideolojik yaklaşımlarla hareket ettiğini ileri sürdü ve “Hükümeti devirmek isteyen yargıçlar var. İç savaşın eşiğine doğru gidiyoruz. Beni devirerek halkın iradesini tersine çevirmek istiyorlar” dedi. Aynı gün, Sn. Başbakan Erdoğan da Danıştay’ın son kararının ideolojik olduğunu söyledi. Yargının halk iradesine karşı çıkamayacağını birçok vesile ile söylemişti. Bu sözleri söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy de olabilirdi.
Her uç liderin de ortak yanları var. Üçü de muhafazakâr, popülist, otoriter eğilimlere sahip. Üçü de karizmatik, kitlelerle rahat ilişki kurabiliyor. Üçü de ülkelerinde, Fransız yazar Emmanuel Todd’un “demokrasi sonrası” diye nitelendirdiği, dışardan bakınca demokrasi gibi gözüken ama gerçekte demokrasiden epeyce uzak yeni bir dönem açtılar. Bu dönemin en büyük özelliği siyasal iktidarların seçimle iş başına gelmiş olmayı yani demokrasinin biçimsel yanını öne çıkararak, demokrasinin özünü oluşturan hukuk devleti, bireysel hak ve özgürlükleri arka plana itmesi. Çoğulculuktan çok,

Yazının Devamı

Kamu çalışanlarının hakları ve ‘neticesine katlanmak’

27 Kasım 2009

Tarih boyunca çalışanların hakları çetin mücadeleler sonucunda bedel ödeyerek kazanıldı. Çarşamba günü iş bırakma eylemi yapan kamu çalışanları da şimdi böyle bir mücadele veriyorlar. Oysa uluslararası hukuk ve uygulama kamu ve özel sektörde çalışanların eşit haklara sahip olmaları yönünde gelişiyor.
Türkiye’deki kamu çalışanlarının toplu sözleşme ve grev hakkı için verdikleri mücadelede ellerinde önemli bir koz var. Devlete karşı ileri sürdükleri talepler uluslararası hukuktan kaynaklanıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AIHM), Demir ve Baykara/Türkiye (12.11.2008) kararıyla iki önemli hususu kabul etti. Birincisi, “Toplu sözleşme hakkı sendika kurma hakkının en temel unsurlarındandır” dedi. Böylelikle, sendika kurma hakkı ile toplu sözleşme hakkı arasında bağlantı kurdu. Gerçekten, sendikaya üye olma hakkı, toplu sözleşme ve grev haklarıyla desteklenmediği sürece, içi boş bir hak olarak kalmaya mahkûm. İkinci olarak, diğer çalışanlar gibi, kamu çalışanlarının da toplu sözleşme hakkından yararlanması gerektiğini belirtti. Dava konusu sendikanın, belediyeyle yaptığı toplu sözleşmenin mahkeme kararıyla feshedilmesi nedeniyle, Türkiye’nin Sözleşme’nin sendika kurma ve üye olama

Yazının Devamı

Sınıftaki heykeller

23 Kasım 2009

Kasım ayında AIHM, eğitim verilen yerlerde dinsel simgelerin gösterilmesine ilişkin önemli bir karar verdi. Lautsi /İtalya kararında (3.11.2009) okullarda İsa’nın çarmıha gerilmiş heykelinin sınıf duvarına asılmasının, laik eğitim verilmesini engellediği ve din özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna vardı. İtalya’yı 5000 euro manevi tazminata mahkûm etti. Oybirliği ile kabul edilen karar henüz kesinleşmedi; İtalyan hükümeti kararın AIHM Büyük Dairesi’ne götürülmesini isteyebilir.
Karar İtalya’da ve Katolik dünyasında kıyamet kopardı. Papalık sözcüsü kararı “şok ve üzüntü” ile karşıladıklarını, kararın “kötü ve dar görüşlü” olduğunu belirtti. Berlusconi, kararı “utanç verici, saçma, kabul edilemez” olarak niteledi. Dışişleri Bakanı Frattini, AIHM’nin “değerler Avrupasına öldürücü bir darbe” indirdiğini söyledi.
İsa heykeli ve laiklik
Sadece İtalya’da değil, Polonya gibi Katolik ülkelerde de karar ağır bir biçimde eleştirildi.
AIHM’de davayı açan Bn. Soile Lautsi adlı bir İtalyan vatandaşı. 11 ve 13 yasındaki iki çocuğu devlet okuluna gidiyor. Bn. Lautsi davayı kendi ve çocukları adına acıyor. Bn. Lautsi, sınıflarda asılı olan İsa heykellerinin laiklik ilkesine aykırı olduğunu,

Yazının Devamı

AİHM’de Kıbrıs sorunu

20 Kasım 2009

Türkiye, Strasbourg’da hukuk ve siyasetin iç içe geçtiği çetin bir mücadele veriyor. 18 Kasım Çarşamba günü, AİHM Büyük Dairesi 8 Kıbrıslı Rumun Türkiye’ye karşı açtığı davayla ilgili olarak sözlü duruşma yaptı (Demopoulos ve diğerleri/Türkiye davası). Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de (GKRY) müdahil olarak katıldı. 8 dava pilot dava niteliğinde. AİHM’nin vereceği karar 1470 Kıbrıslı Rumun AİHM’de açtığı davanın sonucunu da kararlaştıracak.
Davaların konusu, 1974’teki askeri harekât nedeniyle Güney’e göç eden Kıbrıslı Rumların Kuzey’de bıraktıkları taşınmaz mallar. Davacı Rumlar AİHM’ye yaptıkları başvurularda, bu taşınmazlarla ilgili mülkiyet haklarını kullanamadıklarından Sözleşme’nin mülkiyet hakkına ve evlerine dönemediklerinden eve saygı gösterilmesi hakkına ilişkin maddelerinin ihlal edildiğini iddia ediyorlar.
Türkiye, AİHM’nin isteğine uygun olarak, KKTC’de bir tazminat komisyonu kurdu. Bağımsız bir biçimde çalışan bu komisyon, kendisine başvuran Kıbrıslı Rumların Kuzey’deki taşınmazlarının değerini saptayarak maddi ve gerekirse manevi tazminata hükmediyor.

Vatan hainliği!
GKRY, kendi vatandaşlarının komisyona başvurmalarını engellemek için her türlü yolu kullanıyor.

Yazının Devamı

YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE DEMOKRASİ

16 Kasım 2009

Yargı üzerindeki baskılar sadece telefonların dinlenmesiyle sınırlı değil. Bir süre önce Adalet Bakanlığı, müfettişleri aracılığıyla Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz ve YARSAV Başkanı Ömer Eminağaoğlu hakkında soruşturma başlattı. Tıpkı, Sayın Başbakan’ı, 3 kuruş manevi tazminata mahkûm eden Kartal 2. Sulh Hukuk Hâkimi Sevgi Övüç hakkında soruşturma açılması gibi. Müfettişlerin hazırladığı raporda Kaçmaz ve Eminağaoğlu’nun meslekten ihraçları isteniyor. Bu konuda kararı HSYK verecek. Müfettişler ayrıca her ikisi hakkında ceza davası açılmasını istiyorlar. Kuvvetler ayrılığı sisteminde yargı ile yürütme ve yasama arasında gerginlik olması işin doğası gereği. Yargının görevi diğer erkleri denetlemek ve hukuka uygun davranıp davranmadıklarını saptamak. Yargının denetimi siyasal iktidarın hoşuna gitmeyebilir. Amaçlarını gerçekleştirmesine engel olduğu için siyasal iktidar yargıya karşı öfke duyabilir. Siyasal iktidar ile yargı arasındaki bu gerginlik demokrasinin sınırları içinde kaldığı sürece, hukuk devletinin işlerliği bakımından, olumlu bir gösterge.
Yargı ile demokrasi bağı
Yargının kararlarının her zaman siyasal iktidarı memnun edici nitelikte olması,

Yazının Devamı

Güler Zere’nin öğrettikleri

13 Kasım 2009

Güler Zere Cumhurbaşkanı tarafından nihayet affedildi. Güler Zere olayı, birçok sorunun ortaya çıkmasına, sistemin sorgulanmasına yol açtı.
Bir mahkûmun ölümcül bir hastalığa yakalandığı ve iyileşme olasılığının çok düşük olduğu durumlarda, artık söz konusu olan infazın sürdürülmesi değil, hastanın en onurlu biçimde ölmesinin nasıl sağlanacağı. Burada korunması gereken çıkar, kamu çıkarı değil, sadece hastanın insan hakları. O nedenle Adli Tıp Kurumu Başkanı’nın “Toplumun bazı kesimlerinin de düşüncelerini düşünmek zorundayız” sözleri kabul edilemez.
Bu temel gerçeği bizim yasalarımız ne ölçüde karşılıyor? İnfaz Yasası’nın 16. maddesinin 2. fıkrası, hastalanan mahkûmun cezasının infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayırılan bölümlerinde devam olunmasını, ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa, mahkûmun cezasının infazının iyileşinceye kadar geri bırakılmasını öngörüyor.

Neden af yetkisine sığınıldı?
Maddenin iyileşinceye kadar infazın ertelenmesinden söz ederek iyileşmeyecek olan hastaları kapsamadığı düşünülebilir. Böyle şekilci bir yorum, iyileşme umudu olan hastaların salıverileceği, iyileşme umudu

Yazının Devamı