Suriye’deki olaylar Türkiye’yi zor bir ikilemle karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Mısır’daki halk hareketi sırasında Hüsnü Mübarek’e açık şekilde “çekil” diye seslenen, Libya’daki ayaklanmanın başında suskun davranan, fakat son günlerde Muammer Kaddafi’ye “git” mesajını veren Ankara, Suriye’deki kanlı olaylar karşısında çok temkinli ve çekingen davranıyor.
Yani Başbakan Erdoğan, yakın dostu Beşar Esad’a aynı açıklıkla seslenemiyor, üstü kapalı ifadelerle muhalefete karşı aşırı güç kullanmaya son vermesi ve halkın isteklerini bir an önce yerine getirmesi çağrısında bulunmakla yetiniyor.
Hükümetin Suriye meselesinde -örneğin Mısır ve hatta Libya’dan farklı olarak- bu kritik aşamada bu kadar temkinli ve çekingen davranmasının nedenlerini anlamak zor değil.
Türkiye için Suriye, ne Mısır’dır, ne Libya... Suriye son zamanlarda Türkiye’nin Ortadoğu politikasında, öncelikli, hatta “favori” bir yer aldı. Bunda Suriye’nin en uzun sınırlı komşu ülke olmasının, ilişkilerin vizelerin kaldırılmasını, iki hükümetin ortak toplantılar düzenlemesini mümkün kılan ileri bir seviyeye erişmesinin önemli payı var. Bu arada Erdoğan ile Esad arasında karşılıklı sempatiye dayanan bir bağ kurulduğu
Arap dünyasındaki yeni halk hareketi dalgasının ortak özelliği, kanlı geçmekte olmasıdır.
Despot rejimlere karşı ilk ayaklanmalara sahne olan Tunus ve Mısır’da olaylar şiddete pek başvurmadan cereyan etmiş ve “sokaklar” kısa zamanda galip gelerek diktatörlerin alaşağı edilmesini sağlamıştı.
Haftalardan beri Libya, Suriye, Yemen ve Bahreyn’de süre gelen ayaklanmalar ise öyle olmuyor. Bu ülkelerde çok kan döküldüğü gibi, iktidardakiler kuvvete başvurarak direnmeye, sokaktakiler de bastırmaya devam ediyor...
Libya’daki durum tam bir iç savaş faciası. Burada ordu ile isyancılar iki aydır çatışıyorlar. Kaddafi isyancılara karşı kuvvetlerini amansızca kullanıyor, onları hâkim oldukları yerlerden söküp atmak için, kentleri viraneye çevirmekten, çoluk çocuk, sivilleri öldürmekten çekinmiyor. NATO’nun “sivilleri Kaddafi’nin gazabından kurtarmak” amacıyla giriştiği operasyonlar ise, ne askeri, ne de siyasi alanda beklenen sonucu vermedi.
Kaddafi koltuğunu korumak için her şeyi göze almış durumda. Ufukta bir çıkış yolu gözükmüyor.
Sokakların sesi
Milliyet gazetesinin satıldığı haberini yurtdışı seyahati esnasında öğrendiğimde şaşırmadım doğrusu. Aydın Doğan’ın bir süreden beri gazeteyi satmaya çalıştığını biliyorduk. Ali Karacan’ın Erdoğan Demirören ile birlikte Milliyet’i almayı çok arzu ettiğini ve Doğan grubu ile bunu müzakere ettiğini de duymuştuk.
Satış haberinin “resmen” ilan edilmesinin, bu gazetede 1954’ten beri aralıksız çalışan bir “duayen” olarak, bende karışık duygular yarattığını itiraf etmeliyim.
Aydın Doğan’ın 32 yıl önce Türk medya dünyasına girişini sağlayan Milliyet’i satmak zorunluluğunu duyması, biz gazetenin “eskileri” için, gerçekten üzücüdür. Ama öte yandan Milliyet’in yeni patronlarının Ali Karacan ve Erdoğan Demirören gibi bu gazeteye yakınlığı ile bilinen ve Milliyet’i kendi çizgisinde tutmaya kararlı olan kişilerin olması, rahatlatıcı ve umut vericidir...
* * *
Milliyet’in kurucusu Ali Naci Karacan’ın 1955’te vefatından sonra patronluk koltuğuna oturan Ercüment Karacan, 1979’da Abdi İpekçi’nin öldürülmesinden sonra, ülkede esen anarşi havasının etkisiyle, gazeteyi satmaya karar vermişti. O zaman da biz çalışanlar, yeni patronumuzun kim olacağını merakla bekliyorduk.
Bir gün, bu
Libya’daki gelişmeler bölgesel bir rol arayışı içinde bulunan Fransa’nın öne çıkmasına yol açtı. Paris’in Kuzey Afrika-Ortadoğu coğrafyasına gösterdiği yakın ilgi ve son zamanlarda giriştiği ataklar, aynı şekilde bölgede proaktif bir politika izleyen Türkiye ile Fransa’yı rakip durumuna getirmiş bulunuyor.
Fransa’nın Libya’daki karışıklığın daha başında hızla harekete geçip İngiltere’yi de yanına alarak askeri müdahalede bulunmasının arkasında yatan başlıca faktör, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, Fransa’yı küresel bir güç olarak öne çıkarma hedefi ve hırsıdır.
Diğer bir faktör de, Libya krizinde ve genelde Arap coğrafyasındaki son olaylarda ABD’nin eski müdahaleci tavrı yerine, temkinli, hatta düşük profilli bir duruş sergilemesidir. Bu, son olarak bölgede bir siyasal boşluk yaratmıştır.
Sarkozy işte bu durumdan yararlanarak Libya’da (bunun ardından Fildişi Sahili’nde de yaptığı gibi) inisiyatifini kullanmış ve Kaddafi rejimine karşı net bir tavır takınarak İngiltere ile birlikte hava operasyonlarını başlatmıştır.
Fırsat buldukça...
Sarkozy’nin bu geniş bölgede söz sahibi olmak, nüfuzunu yaymak amacı ve ihtirası yeni değildir. Başkanlık koltuğuna oturduktan kısa
KAOD halk ayaklanmalarına sahne olan Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu kapsayan “Arap coğrafyası”nın kısaltılmış adı.
Yıllanmış totaliter rejimlere karşı bu geniş bölgede değişim rüzgârlarının esmeye başlamasından bu yana neredeyse üç ay geçti; fakat diktatörlerin devrildiği ülkeler dahil, hiçbirinde taşlar yerine oturmadı.
KAOD’da tam bir kaos hüküm sürüyor. Ve bu “ucu açık” belirsizlik dönemi daha uzunca bir süre devam edecek gibi görünüyor...
Bu coğrafyada göze açıkça çarpan husus, mevcut rejimlere karşı halk hareketlerinin “bulaşıcı” niteliğidir. Ancak hızla yayılan bu akım her yerde “domino etkisi”ni aynı şekilde göstermiyor. Sürecin seyri ve sonuçları ülkeden ülkeye değişiyor.
Ama şu anda ortak nokta, devam etmekte olan belirsizlik ve kargaşadır.
Devrimin devamı
Libya’da haftalardan beri devam eden iç savaşta varılan nokta şunu gösteriyor: Bu krizi askeri yoldan çözmek imkânsız...
Çatışmalar böyle devam ederse, bunun sonucu sadece daha fazla kan, daha fazla yıkım, daha fazla acı olacak.
Tablo gayet açık:
- İsyancılar Bingazi ve Batı bölgesindeki bazı stratejik yerlere hâkim, ama Kaddafi güçlerinin yoğunlaşan saldırıları karşısında direnmekte çok zorlanıyorlar ve bazı kesimlerde geri çekiliyorlar. Müttefik uçakları ilk harekete geçtiğinde, isyancıların atağa kalkması üzerine, Kaddafi güçlerinin gerileyeceği sanılmıştı. Oysa bunun tersi oldu. Bununla beraber isyancılar Bingazi başta olmak üzere Batı bölgesindeki hâkimiyetlerini koruyorlar.
- Kaddafi’nin ordusu, müttefiklerin hava operasyonlarında yediği darbelere rağmen, isyancıların elindeki kent ve kasabalara karşı saldırılarını sürdürüyor. Ordu birlikleri, hava saldırılarından korunmak için farklı taktikler uyguluyorlar, hatta sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyorlar. Buna rağmen, Kaddafi amaçladığı gibi karşı cepheyi çökertip Batı bölgesini ele geçirmeyi başaramıyor.
- Müttefik hava kuvvetleri, BM Güvenlik Konseyi’nin kararını verdiği yetki ile başta yoğun
Bingazi’de iki gün üst üste Türkiye aleyhinde gösteri yapanlar “provokatör” de sayılsalar, eleştirilerinde haksız da olsalar, ortaya çıkan görüntü hiç hoş değil doğrusu.
İlk defa “Arap sokakları”nda Türkiye’ye karşı bir gösteri yapıldı, Türk Başkonsolosluğu’ndaki bayrak indirilmek istendi... O “Arap sokakları” ki, son zamanlarda, Türk bayrakları ile birlikte Başbakan Erdoğan’ın portrelerinin taşındığı gösterilere sahne olmuş...
Bingazi’deki gösteri, bir avuç insanın hezeyanı da olsa, pas geçilecek cinsten değil. Bu nedenle Başbakan Erdoğan dün akşam TV’den Libyalılara seslendi, Dışişleri Bakanı Davutoğlu Libya’daki ayaklanma hareketinin önde gelen isimlerinden Mahmut Cibril ile Katar’da buluştu, ayrıca eski Büyükelçi Ömer Şölendil’i Bingazi’ye gidip temaslarda bulundu.
Bu çabaların, Ankara ile Bingazi arasındaki soğukluğu ne kadar gidereceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak gösterilere yol açan ve aynı zamanda Bingazi’deki geçici yönetimin ileri gelenlerinin Türkiye aleyhinde sert çıkışlar yapmasına neden olan son olay, Kaddafi karşıtı Libya çevrelerinde Ankara’nın izlediği politikanın düş kırıklığı, hatta öfke yarattığını gösteriyor.
İsyancılar ve onun siyasi
Türkiye dahil pek çok ülkede Fildişi Sahili adındaki devletin yerini söyleyecek fazla kimse yoktur herhalde...
Bu Batı Afrika ülkesi, birkaç gündür dünya haberlerinin ön sıralarında yer alıyor.
Günümüz dünyasında artık ülkelerin yakın veya uzak olması ya da tanınması veya tanınmaması fazla önemli değil. Bir bakıyorsunuz, yeryüzünün en ücra köşesinde, ismi bile pek duyulmayan ülkeler, bir doğal afet, bir ayaklanma veya darbe nedeniyle manşetlere çıkıveriyor.
Son günlerde Fildişi Sahili Cumhuriyeti de, sahne olduğu iç savaş ve uluslararası camianın askeri müdahalesi vesilesiyle, adını bütün dünyaya duyurdu.
Bu nasıl oldu? Nedir Fildişi Sahili’ndeki olayların iç yüzü?
Tipik kara Afrika