Kemal Kılıçdaroğlu CHP genel başkanlığını devraldıktan sonra, partinin dış politikasında yeni bir ayar yapılacağı işaretini vermişti.
Daha önceki dönemde CHP’nin temel dış politika konularında sergilediği tavır, içerde ve dışarıda bazı sorulara ve şüphelere yol açmıştı. Bu kuşkular özellikle CHP’nin Batı ile ilişkiler konusunda geleneksel tutumundaki değişiklik üzerinde odaklanıyordu.
Kılıçdaroğlu lider koltuğuna oturduktan kısa bir süre sonra bu izlenimi düzeltmek için harekete geçti. Bu bağlamda ilk işlerinden biri, Brüksel’e gidip AB yetkilileriyle görüşmek ve CHP’nin Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği önemi ve bu vizyona bağlılığını vurgulamak oldu. Kılıçdaroğlu diğer temas ve beyanlarında da, CHP’nin bundan böyle izleyeceği dış politikaya açıklık getirmeye çalıştı.
CHP Genel Başkanı, yeni bir aşamanın başlangıcı sayılan 15. Olağanüstü Kurultay’daki konuşmasında, dış konulara pek değinmedi. Ancak kadrolarında yaptığı değişiklik ve bu arada yeni Parti Meclisi’nin kompozisyonu, dış politikada önemli bir “yeni ayar”ın planlandığını gösteriyor.
Gölge Bakan
Şimdiki Parti Meclisi’nde dış konularla ilgili 4 önemli isim var: Faruk Loğoğlu, Osman Korutürk, Hüseyin Pazarcı ve
Bugün Türk-Amerikan ilişkileri için kritik bir gün... ABD’deki güçlü Ermeni örgütü ANCA’nın (Amerikan Ulusal Ermeni Komitesi) geçen hafta açtığı yoğun kampanyadan sonra, Temsilciler Meclisi’nin bugünkü oturumunda Ermeni soykırım tasarısı üzerinde harekete geçip geçmeyeceği anlaşılacak.
Şu anda merak edilen iki soru var:
1) Ermenilere yakınlığı ile tanınan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Ermeni lobisinin baskılarına uyarak soykırım tasarısının Meclis’te görüşülmesini isteyecek mi?
2) Konunun gündeme alınması ve müzakerelerin açılması halinde, son toplantılarını yapmakta olan Meclis bu tasarıyı kabul edecek mi?
Eğer görev süresini tamamlamak üzere bulunan bu Meclis tasarıyı görüşürse, bunun kabul görmesi riski çok artmış olacaktır.
Ve eğer Meclis tasarıyı onaylarsa, Türk Amerikan ilişkileri kritik bir döneme girecektir.
ANCA’nın tasarının mutlaka bu hafta Meclis genel kurulunda görüşülmesini istemesinin nedeni açık: Demokrat ağırlıklı meclis son toplantılarını yapıyor. Arada Noel tatilinden sonra, 3 Ocak’tan itibaren, yeni seçilen Cumhuriyetçi ağırlıklı Meclis göreve başlayacak.
ABD Kongresi’ne önümüzdeki bir iki gün içinde Ermeni soykırım tasarısı gelirse hiç şaşmayalım. ABD’deki güçlü “Ermeni-Ulusal Komitesi” (ANCA), konuyu Temsilciler Meclisi’nin gündemine aldırmak için yoğun bir kampanya açmış bulunuyor.
Amaç, yeni seçilen Temsilciler Meclisi’nin 3 Ocak’ta göreve başlamasından önce, soykırım tasarısını alelacele Kongre’ye taşımaktır. ANCA şimdiki meclisin başkanı Nancy Pelosi’nin Ermeni davasına şimdiye kadar verdiği desteğe güvenmektedir.
Kongre bu kez tasarıyı onaylar mı? Bunu söylemek için zaman henüz erken. Ancak yakında bu tasarı yüzünden Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden kritik bir döneme girmesi riski yüksek.
Ermeni soykırım tasarısı yıllardır Ankara ile Washington arasında kriz ve gerginlik yaratıyor. Bu sefer konu ilişkileri zaten gölgeleyen iki anlaşmazlığın üzerine gelmiş olacak. İran ve İsrail politikalarındaki gelişmeler, iki ülkede bir hayli sıkıntı yaratmış durumda.
İki tarafın yöneticileri resmi düzeyde ilişkilerin bu olumsuz havadan etkilenmemesi için büyük çaba harcıyor. Ama açıkçası ABD’de özellikle Kongre’de, Türkiye’de kamuoyunda bir karşıtlık ve güvensizlik hâkim...
Hal yolunda mı?
ABD’nin ünlü dergisi “Time”ın, sosyal paylaşım sitesi “facebook”un kurucusu Mark Zuckerberg’i “Yılın Kişisi” seçmesi, birçok çevrede şaşkınlığa ve tartışmalara yol açtı.
Hemen bir parantez açarak şunu hatırlatalım ki, “Time” uzun yıllar boyunca bu geleneksel seçimine “Yılın Adamı” (Man Of The Year) derken, şimdi bu başlığı kadın-erkek eşitliğini dikkate alarak “Yılın Kişisi” (Person Of The Year) olarak değiştirmiş bulunuyor.
Ama şaşkınlık ve tartışma konusu bu başlık değişikliği değil. Bunu herkes çok doğal karşılıyor.
Bu kez sebep, “Time” editörlerinin veya derginin seçici kurulunun, dünyanın çeşitli yerlerinden yüz binlerce kişiden gelen mesajlara ters düşen bir tercih yapmış olmasıdır.
Finale kalan ilk 10 arasında Zuckerberg, sadece 18 bin oyla son sırada. Buna karşılık “Wikileaks”in kurucusu Julian Assange, 382 bin oyla ilk sırada. İkincisi 273 bin oyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, hemen ardından Lady Gaga, vesaire... Listenin dibindeki Zuckerberg’in, aynı listenin başındaki Assange’ye tercih edilmesi, birçok kimse tarafından yadırganıyor...
Ne var ki, “Time”ın editörleri, yıllardan beri uyguladıkları kıstaslara bu yıl en uygun düşen adayın Mark Zuckerberg olduğu
AB Dışişleri Bakanları Konseyi’nin dün hararetli bir toplantının ardından yayımladığı sonuç bildirisinin Türkiye ile ilgili bölümünden çıkan en önemli sonuç, Türkiye-AB katılım müzakereleri sürecinin devamının sağlandığıdır.
Bu, 5 yıldır çok yavaş yürüyen, ucu açık, engeller ve sıkıntılarla dolu bir süreç...
Sürecin bundan sonraki kısmının hızlanacağı ve Türkiye’yi sonuca -yani tam üyelik hedefine- daha hızlı yaklaştıracağı hâlâ şüpheli. AB Konseyi’nin bildirisi bu konuda açık bir işaret vermiyor.
Dolayısıyla, dün de belirttiğimiz gibi, bu süreç bir nevi “müzakerecilik” oyunu... İki taraf da bu süreçte, bütünleşme yönünde bir şeyler yapar gibi görünüyor!
Kuşkusuz sürecin bu şekilde sürüp gitmesi, Türk halkını bıktırıyor. Son kamuoyu araştırmaları, Türkiye’de AB üyeliği konusunda umutların ne kadar sarsıldığını açıkça gösteriyor.
Ama buna rağmen, Ankara pes etmiyor ve sürecin devam etmesi için uğraşıyor.
AB için de durum aynı. Yirmi yedi üyeli toplulukta çeşitli nedenlerle engel çıkartan ülkeler dahi, sürecin kopmasını istemiyor.
TÜRKİYE-AB ilişkilerinde kritik bir hafta yaşanıyor. Bugün 27 üye ülkenin dışişleri bakanlarının Brüksel’deki konsey toplantısının kabarık gündeminde Türkiye de var. Konsey 2010 İlerleme Raporu’nun ışığında Türkiye ile değerlendirmesini ve katılım müzakerelerinin geleceğine ilişkin görüşlerini, sonuç bildirisi ile açıklayacak.
Bu bildirinin taslağı hazır: Ancak bakanların bugünkü toplantıda metin üzerinde hararetli tartışmalar yapması bekleniyor.
Bu toplantının ardından, önümüzdeki perşembe ve cuma günleri AB zirvesi yapılacak. Türkiye bu zirvenin gündeminde ayrıca yer almıyor. Yani bugünkü bakanlar konseyinden çıkacak bildiri (tabii son dakikada bir terslik olmazsa) liderler tarafından aynen kabul edilecek.
Edindiğimiz bilgilere göre, bugün taslağı ile alınacak olan bildiri, geçen yılkinden pek farklı değil. Brüksel’deki ve Ankara’daki yetkililer bir sürpriz beklemiyor.
Bir bakıma bu iyi bir haber. En azından, müzakere sürecinin askıya alınması gibi bir durum yok. Bir ara, Kıbrıs Rum yönetiminin çabalarıyla, Türkiye’nin limanlarını Rumlara açmayı reddetmesi yüzünden, Ankara’yı “cezalandırmak” zorunda kalabileceği söyleniyordu. Zira geçen yılki bildiride 2010’un sonuna
Yunanistan’dan İrlanda’ya, İtalya’dan İngiltere’ye kadar çeşitli Avrupa ülkelerinde protesto gösterileri ve öğrenci eylemleri giderek yaygınlaşıyor.
Yani bu tür olaylar sadece bizde olmuyor.
Arada bazı önemli farklar olmakla beraber, Türkiye’deki ve Avrupa’daki eylemler arasında temel benzerlikler de var.
Avrupa’da son zamanlarda gösterileri tetikleyen esas neden ekonomiktir. Küresel mali kriz, Avrupa’yı derinden sarstı. Birçok hükümet kemer sıkma politikasını benimsemek zorunda kaldı. Kamu harcamaları kısıldı, işsizlik arttı, eğitim ve sağlık hizmetleri aksadı.
Önceki gün Londra’daki öğrenci eylemlerinin gerisindeki asıl sebep de budur.
Bizde öğrencilerin başlattığı eylemlerin nedenleri daha karmaşıktır. Türkiye’de gençler ekonomik ve sosyal nedenlerden olduğu kadar, eğitim sistemindeki çarpıklıklardan, dertlerinin ve şikâyetlerinin dikkate alınmamasından, yöneticilerin otoriter davranışlarından ötürü kızgındır, öfkelidir.
Türkiye’de farklı olan diğer bir faktör de eylemlere karşı resmi makamların gösterdiği sert tepkidir. Avrupa’da kimse göstericileri faşist diye tanımlamıyor, onları ülkeyi zayıflatmakla, istikrarsızlaştırmakla suçlamıyor veya olayların sorumluluğunu
Bütün dünya nefes kesen bir dizi gibi, Wikileaks’in her gün yeni açıklamalarını heyecanla beklerken, şimdi de sanal dünyada patlak veren yeni bir savaşı kaygı ile izliyor.
Bu hafta, Wikileaks’in sızdırdığı ABD Dışişleri kriptoları kadar, Wikileaks’in bizzat kendisi sansasyonel haberlere konu oldu.
Son haberler, Wikileaks alanında çıkan “siber savaş”la ilgili.
Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’in İsveç’te ortaya atılan seksüel saldırı suçlaması üzerine, saklandığı İngiltere’de yakalanıp tutuklanması, internet aktivistlerini harekete geçirdi.
“Hacker” (yani internet korsanları) sözcüğünü içine alarak “hacktivist” diye adlandırılan Wikileaks yanlıları, son günlerde dev şirketlere, bankalara, hatta devlet dairelerine karşı saldırıya geçtiler.
Çeşitli ülkelerde yaşayan bu “hacktivist”ler, Amazon, Mastercard, Visa gibi çok uluslu şirketlere, İsviçre’deki bir bankaya, İsveç’teki bir mahkemeye karşı bu saldırılarını, Wikileaks’i korumak ve Julian Assange’i desteklemek amacı ile düzenlediler.
Bu internet korsanları adına konuşan bir “sözcü”nün deyişiyle, “bu savaş yeni başlamıştır ve Wikileaks tehdit edildiği sürece devam edecektir.”