İflas uçurumunun kenarına gelen Yunanistan’ın Avrupalı ortaklarına mesajı şu: “Yardım için acele edin. Aksi halde Yunanistan yeni bir Lehman Brothers felaketine uğrayacak”...
Bu “imdat” işaretini gönderen kişi, Yunanistan’ın “Euro Bölgesi”ne girmesini sağlayan eski Ekonomi Bakanı Yanos Papantoniu... Sözünü ettiği felaket ise, iki yıl önce batan ve küresel mali krize sebep olan New York’taki ünlü Lehman Brothers finans kurumunun çökmesi...
Peki, bir devlet özel bir şirket gibi batabilir mi? Hele Yunanistan gibi, AB’nin ve hem de Euro Bölgesi’nin bir üyesi, geçirdiği mali kriz nedeniyle, çökebilir mi?
Prensipte böyle bir şey olmaması gerekir. Ama Atina’nın can havliyle çaldığı alarm zilleri, Yunanlıların şu sırada böyle bir korku yaşamakta olduklarını gösteriyor.
Cankurtaran simidi
Durumun vahameti karşısında AB’nin ve Euro Bölgesi’nin başlıca aktörlerinin hareketsiz kalması mümkün değil. Nitekim Almanya başta olmak üzere Avrupalı “ortaklar“ ve şimdi devreye giren IMF, Yunanistan’a bir “cankurtaran simidi” atmaya hazırlanıyorlar. AB 30 milyar, IMF de 15 milyar euro’luk (toplam 45 milyar euro’luk) bir acil yardım paketi hazırladı. Halen bunun şartları tartışılıyor.
ÖNCEKİ gün Ankara’ya gelen Irak lideri İyad Allavi’ye verilen nasihat, mümkün olduğu kadar Irak halkının çeşitli kesimlerini temsil eden, geniş tabanlı bir hükümet kurması şeklinde oldu. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yaptığı açıklamada “Meşruiyet temeli yüksek, kapsamlı bir hükümet yapısı ortaya çıkmalı” diye konuştu...
Kuşkusuz bu tavsiye çok yerinde. Gerçekten Irak’ın şimdi böyle geniş kapsamlı, istikrarlı bir hükümete ihtiyacı var.
Ama gelin görün ki, seçimlerden 7 hafta sonra, nasıl bir hükümetin kurulacağı bir yana, seçimlerin galibi olarak ortaya çıkan Allavi’nin başında bulunduğu “Irakiye” grubunun meclisteki kıl payı çoğunluğunu koruyup korumayacağı dahi belli değil.
Daha açık bir ifadeyle, önümüzdeki günlerde Allavi’nin meclisteki çoğunluğu kaybettiği ve dolayısıyla hükümeti artık kendisinin değil, rakibi Nuri El Maliki’nin kurmaya çalışacağı haberi gelirse, şaşmamak lazım.
Irak’ta uzun süredir hüküm süren kaosa şimdi bir de seçim karmaşası eklenmiş bulunuyor.
7 Mart’ta (3 aylık bir gecikmeyle) gerçekleşen seçimlerin sonucu, ancak bu ayın başlarında belli oldu. Buna göre 325 sandalyeli mecliste Allavi’nin liderliğindeki grup 91, El Maliki’nin
Geçen cumartesi İstanbul’da gerçekleşen “üçlü Balkan Zirvesi” diğer “sıcak haberler” arasında pek ilgi görmedi ve çoğu gazetede bir “Çırağan hatıra fotoğrafı” ile geçiştirildi.
Oysa olay özellikle bu hassas bölgenin geleceği bakımından en az şu üç nedenden ötürü önemliydi:
1) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ev sahipliği yaptığı zirvede Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç ile Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Haris Sladziç ilk kez bir araya geldiler ve ülkeleri arasındaki ilişkileri normalleştirmek konusunda siyasi kararlılıklarını beyan ettiler. Sladziç’in deyişiyle bu “tarihi bir an ve (ilişkilerde) yeni bir başlangıç” sayılıyor...
2) Zirveden somut olarak bir mutabakat metni çıktı. “İstanbul Deklarasyonu” adını taşıyan belgeyle beraber liderlerin açıklamaları yeni sürece yön veriyor. Buna göre süreç kurumlaştırılacak, liderler iki yılda bir buluşacak... Bu vesileyle Sırbistan, Bosna Hersek’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygılı olacağı ve iç işlerine karışmayacağı konusunda taahhütte bulundu ki, bu çok önemli bir gelişmedir... Ayrıca iki tarafın AB ve NATO çerçevesinde Batı ile entegre olmak hususunda ortak istek ve vizyonlarını ifade etmesi de anlamlıdır...
3) Bu olayın
Kritik tarih -24 Nisan- geldi çattı. Acaba Başkan Obama bugün 1915 olaylarını anma mesajında “soykırım” diyecek mi? Yoksa geçen yılki gibi, buna yakın bir terim mi kullanacak?
Başbakan Erdoğan’ın son Washington ziyaretinden sonra, Obama’nın bu kez de mesajında “genocide” sözcüğüne yer vermeyeceği kanısı güçlenmişti. Hatta Erdoğan da bizzat Başkan’la yaptığı görüşmenin ışığında, bu yöndeki inancını belirtmişti.
Acaba Ermenistan’ın 24 Nisan’dan iki gün önce protokolleri askıya aldığını ilan etmesi, Obama’yı etkileyebilir mi? Başkan, Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın bu kararını açıklayan konuşmasında “soykırımın tanınması” için yaptığı çağrıya kulak verebilir mi?
Erivan’ın talebine paralel olarak son dakikada ABD Kongresi’nden de Obama üzerindeki baskıların arttığı görülüyor. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Kongre’den soykırım tasarısının çıkması için mücadelesini sürdüreceğini açıklarken, Senato’nun 14 üyesi de Obama’nın bu yıl mesajında “soykırım” demesini istedi...
Başkan’ın bu kez geçen yıldan daha fazla zorlanacağı açık. Ama bura rağmen ABD Başkanı’nın bugünkü mesajında “genocide” sözcüğünü kullanmayacağına inanıyoruz. Obama herhalde bir kelime yüzünden
Karşımızdaki Fransız milletvekilleri Türkiye ile ilgili görüşlerini anlatırken, sanki “kırk yıllık dost” gibi konuşuyorlardı. Özellikle Türkiye’nin AB üyeliği konusunda söyledikleri, Türk yetkililerinin kullandığı argümanlara yakındı...
Türkiye’ye yaptıkları ziyaretin sonunda İstanbul’da bir araya geldiğimiz bu beş milletvekili, iktidardaki UMP’den Sosyalistlere ve Komünistlere kadar çeşitli partilere mensuptular.
Bu, Fransız meclisindeki “Türk-Fransız Dostluk Grubu”nun Türkiye’ye yıllardan beri yaptığı ilk resmi ziyaretti. UMP milletvekili Michel Diefenbacher’in başkanlığındaki heyet Ankara’daki üst düzey resmi temaslarından sonra Bursa’yı ve İstanbul’u tanımak fırsatını buldu.
“Tanımak” diyoruz, çünkü milletvekilleri görüşmemizin daha başında bir itirafta bulundular, “Meğer bizler Türkiye’yi hiç tanımıyormuşuz” dediler. Zaten çoğu için bu Türkiye’ye yaptıkları ilk geziydi.
Ne sanıyorlardı?
Halkının önemli bir kesiminin Türkiye hakkında önyargılara veya yanlış bilgilere -ya da bilgisizliğe- sahip bir ülkenin siyasetçilerinin ülkemizi ziyaret ettikten sonra nasıl farklı fikir ve izlenimler edindiklerini bir kez daha gördük.
KKTC’deki seçimleri Derviş Eroğlu’nun kazanması, Rum kesiminde telaşla birlikte kafa karışıklığı yaratmış görünüyor.
Rumlar seçimlerden önce de, Eroğlu’nun Mehmet Ali Talat’ın koltuğuna oturması olasılığı karşısında, kaygılarını açıkça dile getiriyorlardı. Şimdi bu endişelerini daha yüksek sesle ifade ediyorlar ve asıl önemlisi, bu yeni dönemde nasıl hareket edeceklerine tam bir karar veremiyorlar.
Seçim sonucunun ilan edilmesinden sonra, Rum hükümet sözcüsünün ilk tepki olarak Eroğlu’nun seçilmesini olumsuz bir olay olarak nitelendirmesine şaşmamalı. Ama asıl şaşırtıcı olan, Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın alelacele BM Genel Sekreteri’ne, Güvenlik Konseyi daimi üyelerine, AB Komisyonu ve Konseyi başkanlarına mektuplar yazarak Eroğlu’nun seçilmesiyle ilgili bir yaygara koparmasıdır.
Rum kesiminde yayımlanan “Cyprus Mail” dünkü başyazısında Hristofyas’ın bu telaşını yersiz buluyor ve şöyle diyor “Hristofyas daha Eroğlu ile müzakere masasına oturmadan ve onun görüşmelerde alacağı pozisyonu öğrenmeden bu mektupları yazmamalıydı. Hristofyas bu zamansız suçlama oyununa girişmekle, kendi itibarını zedeledi ve müzakereleri terk etmek için bir bahane aradığı izlenimini verdi.”
Yeni
KKTC’deki başkanlık seçimlerini Derviş Eroğlu’nun kazanması, seçmenlerin Mehmet Ali Talat döneminde izlenen politikalarda köklü bir değişiklik arzu ettiklerini gösterdi.
Bu durumda akla ilk gelen soru, Eroğlu’nun neyi ne kadar değiştireceğidir.
Soruyu yanıtlamadan önce, bu seçimin hangi nedenlerle bu şekilde sonuçlandığını incelemek gerek.
Eroğlu’nun başında bulunduğu Ulusal Birlik Partisi, geçen yıl yapılan Meclis seçimlerini de büyük farkla kazanmıştı. O seçim kampanyasında tartışmalara hâkim olan konu, ekonomi, yolsuzluk ve iktidardaki Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin kötü yönetimiydi. Tabii bu arada Talat’ın Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili politikası da çok eleştirilmişti.
Bu seferki seçim kampanyasında öne çıkan esas konu, Talat’ın çözümle ilgili tutumu ve müzakerelerdeki başarısızlığı oldu.
Geçen günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, bu seçimlerde tercih iki ana düşünce veya vizyon arasındaydı: Biri, Talat’ın temsil ettiği federal esaslara dayalı “birleşme” fikri, diğeri ise Eroğlu’nun savunduğu “iki devletli” çözüm tezi...
KKTC’de yarın 160 bin seçmen, Kıbrıs Türklerinin kaderini belirleyecek olan bir seçime gidiyor.
Bu seçimlerin önemli yanı, halkın iki güçlü adayın -yani Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Başbakan Derviş Eroğlu’nun- şahsında, birbirinden çok farklı iki vizyon arasında bir tercih yapmak durumunda olmasıdır.
Talat’ın vizyonu, eşit şartlarla, ama nispeten gevşek bir federal yapı içinde birleşik bir Kıbrıs kurmak... Böylece Kıbrıs Türklerinin AB ve dünyayla entegre olmasını sağlamak, yaşam standartlarını Güney’deki halkın düzeyine yükseltmek...
Eroğlu’nun vizyonu ise, öncelikle Kıbrıs Türklerinin egemenlik hakkını koruyan, konfederal bir devlet yapısı oluşturmak... Bu mümkün olmadığı takdirde, adanın taksimini resmileştirip KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlamak...
İki temel düşünce arasındaki derin farklılığın yanı sıra güdülen hedefe ulaşma yöntemi konusundaki tavır da birbirinden oldukça farklı: Talat, bir buçuk yıldır Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas ile müzakereleri, seçimler nedeniyle ara verilen noktadan itibaren sürdürmek niyetinde. Eroğlu ise, bu müzakereleri kendi görüşleri doğrultusunda, yeni esaslar üzerine oturtmayı düşünüyor.
“Devam” mı, “sil