Yeni Osmanlılık mı?

25 Kasım 2009

Son zamanlarda Türk diplomasisinin bölgesel açılımlarıyla ilgili olarak bir “yeni Osmanlılık”tan söz edilmeye başlandı:
Özellikle dışarıda Türk dış politikasında “eksen kayması” tartışmalarının cereyan ettiği bir sırada, bu “neo Ottomanism” konsepti de dikkatleri çekiyor.
Bu kavramın artık bazı resmi açıklamalarda da yer almaya başladığını görüyoruz.
Örneğin geçen hafta sonu Ak Parti’nin Kızılcahamam’da düzenlediği 14. İstişare ve Değerlendirme Toplantısında, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da bu konuya değindi.
“Yeni Şafak” gazetesindeki habere göre, Prof. Davutoğlu şöyle konuştu: “Osmanlı’dan kalma bir mirasımız var. Yeni Osmanlı diyorlar. Evet, yeni Osmanlı’yız. Bölgemizdeki ülkelerle ilgilenmek zorundayız. K. Afrika’ya da açılıyoruz. Büyük devletler şaşkınlıkla takip ediyorlar. K. Afrika’ya niçin açıldığımızı araştırıyorlar. Ben de talimat verdim. Sarkozy hangi Afrika ülkesine giderse gitsin, kafasını kaldırdığında, Türk Büyükelçiliği binasını ve Türk bayrağını görecek”...

Eski bağlar

Yazının Devamı

Buzlar nasıl erir?

24 Kasım 2009

İsrail Sanayi Ticaret ve Çalışma Bakanı Binyamin Ben Eliezer’in dün başlayan Ankara ziyareti, Türk-İsrail ilişkilerinin durumunu gündeme getirmiş bulunuyor.
Bu İsrailli bir bakanın Davos krizinden bu yana Türkiye’ye gerçekleştirdiği ilk gezi olması bakımından, önemsenen bir gelişme. Ancak ziyaretin, ilişkilerin oldukça soğuk ve durgun olduğu bir zamana rastladığı da açık.
Gazze olaylarından sonra Türkiye’nin İsrail’e karşı sert bir tavır alması, Başbakan Erdoğan’ın çeşitli vesilelerle konuşmalarında ağır ifadeler kullanması, daha önce tasarlanan bazı üst düzey ziyaretlerden vazgeçilmesi, İsrail’in “Anadolu Kartalı“ tatbikatından dışlanması gibi olaylar iki ülke arasında soğuktan da öte, zaman zaman gergin bir hava yaratmıştır. Bu arada İsrail Başbakanı Netanyahu ile Dışişleri Bakanı Lieberman’ın Türkiye karşıtı demeçleri bu gerginliği daha da artırmıştır.
Ben Eliezer’in ortak bir ekonomik toplantı vesilesiyle yaptığı şimdiki ziyareti iki ülke arasındaki buzları eritmek için bir fırsat olarak değerlendirmek istediği anlaşılıyor.
Mevcut şartlar içinde bu ne kadar mümkün?
Artık “stratejik” değil
Son yıllarda askeri işbirliğinden ekonomiye ve turizme kadar çeşitli alanlarda

Yazının Devamı

Bu mu yeni Avrupa?

21 Kasım 2009

Sekiz yıllık bir bocalamadan sonra, Lizbon Antlaşması ile yeni bir yapılanma sürecine giren AB’nin bu yönde attığı ilk adım, amiyane deyimiyle, “falso” oldu.
Eğer yeni kurumsal yapısı içinde AB’den beklenen şey güçlü ve etkin bir Avrupa profiliyle uluslararası sahneye çıkması ise, bunu Konsey Başkanlığı’na getirilen Herman Van Rompuy ile başarması şansı çok zayıf.
62 yaşındaki Van Rompuy, kendi ülkesi olan Belçika’da iyi, dürüst bir politikacı olabilir. Ama 27 ülkenin oluşturduğu “Yeni Avrupa’nın patronu” olarak kendisini kanıtlayabilecek kişi değil.
Onu kendi ülkesinin dışında tanıyan yok. Uluslararası ilişkilerde tecrübesi yok. Daha önemlisi, bir Avrupa vizyonu yok.
Onunla birlikte yeni Dışişleri görevine getirilen Barones Ashton da dış politika konularında ve kamu diplomasisinde uzman sayılmaz.
Oysa her iki görev için çok daha tanınan, deneyimli, vizyon sahibi adaylar vardı. Ancak Konsey’i oluşturan 27 ülkenin liderleri, bu seçimi konsensüsle gerçekleştirmek istiyorlardı. Bunun için de, değişik hassasiyetleri dikkate almak, kıran kırana bir pazarlığa girişmek zorunda kaldılar. Herman Van Rompuy’un seçilme şansının birdenbire açılması Konsey’deki bu denge ve uzlaşma

Yazının Devamı

Kültürel Soğuk Savaş mı?

20 Kasım 2009

Zaman zaman Paris’ten veya Berlin’den gelen bazı çatlak seslere fazlaca takıldığımız için, AB içinde Türkiye’ye samimi destek veren ülkelerin tavrı bazen gözden kaçıyor.
Oysa, AB’de gerçekten Türkiye’nin tam üyeliğini isteyen ve fırsat buldukça buna arka çıkan ülkeler az değil.
Bunların başında -baş harflerine göre, kısaca “4-İ” diye tanımlayabileceğimiz -İngiltere, İtalya, İspanya ve İsveç geliyor.
Son günlerde bu ülkelerin liderleri, karşılıklı ziyaret vesilesiyle Türkiye’ye desteklerini sergilediler.
Bu hafta sıra -Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ziyaret ettiği İspanya’nın hemen ardından- İtalya’da idi.
Bu ülkenin Türkiye’nin AB üyeliğine ve genelde Türk dış politikasına verdiği destek, hemen hemen aynı günlere rastlayan üst düzey temaslar sırasında teyit edildi. Başbakan Erdoğan Roma’da İtalyan meslektaşı Berlusconi ile buluşurken, Ankara’da İtalya Cumhurbaşkanı Napolitano Cumhurbaşkanı Gül ile görüştü; bu arada Davutoğlu da İtalyan Dışişleri Bakanı Frattini ile “Türk- İtalyan Forumu”nda bir araya geldi.
Temasların bu yoğunluğu, iki ülke arasındaki ilişkilerin ve işbirliğinin ne kadar gelişmiş bir düzeye ulaştığının bir göstergesi.

Yazının Devamı

İran’ın amacı ne?

18 Kasım 2009

Eğer önümüzdeki günlerde İran, sahip olduğu düşük ölçekli uranyumunun Türkiye’de depolanmasına razı olursa, Türk diplomasisi bu başarıdan büyük bir pay alacaktır.
Böyle bir gelişme aylardır süren “İran nükleer krizi”nin çözümü yolunda atılan ilk önemli adım olacak, en azından gerginliğin tehlikeli noktalara tırmanmasını önleyecektir.
Ahmedinecad yönetimi, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK), İran’ın elindeki uranyumun bir yabancı ülkeye gönderilmesi ve dışarıda yakıta dönüştürülmesi talebine ve bu arada devreye yeni giren Türkiye’nin bu materyel ev sahipliği yapma önerisine “evet” diyecek mi?
Türkiye’nin devreye girmesi kolaylaştırıcı bir etki yapabilir. Gerçi düşük ölçekli uranyumun depolanması, daha sonra gene bir dış ülkede (Rusya veya Fransa’da) belirli bir oranda zenginleştirilmesi birtakım karmaşık teknik sorunlar yaratıyor. Ama bunların halledilmesi için, her şeyden önce İran’ın siyasi kararını vermesi ve uluslararası camiayla işbirliği yapma niyetini göstermesi gerekecek.

Depolamak yeter mi?
Uranyumun Türkiye’ye (ve sonraki işlem için başka bir ülkeye) nakli, “İran nükleer krizi”nin sadece bir unsurunu çözecek. Sorunun başka boyutları da var. UAEK’nin dün

Yazının Devamı

Hem Kıbrıs, hem AB...

17 Kasım 2009

KKTC’nin 26. kuruluş yıldönümünde Lefkoşa’da düzenlenen bir törende konuşan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, şu çarpıcı ifadeyi kullandı: “Eğer birileri ‘ya Kıbrıs, ya AB’ diye düşünüyorsa, Türkiye’nin tercihi sonsuza kadar Kıbrıs Türklerinin yanında olacaktır. Bunu herkes iyi anlamalıdır.”
Bakan’ı böyle konuşmaya sevk eden nedir? Türkiye açısından böyle bir tercih noktasına mı geliniyor? “Birileri” ve “herkes” derken kimler kastediliyor?
Bize öyle geliyor ki, Bakan’ın vermek istediği mesajın üç ayrı adresi var:
Birincisi AB. Gerçi şu anda AB’nin Kıbrıs ile Türkiye arasında bir tercih yapma durumuyla karşılaştığı söylenemez. Ama Kıbrıs Rum kesimi AB üyeliğinin avantajını her fırsatta kullanmaya bakıyor.
Bu bağlamda aralık, kritik bir ay olacak. Türk limanlarının Rumlara açılması konusunda Ankara’nın daha önce verdiği sözü yerine getirmesi istenecek. Türkiye (son dakikada uygun bir formül bulunmadığı takdirde) bu koşula uymayacağını ilan etmiş durumda. O zaman AB ne yapacak? Üyelik müzakerelerine ara mı verecek veya askıya mı alacak?
Bütün işaretler böyle bir şey olmayacağını gösteriyor. Ama, Bakanın Lefkoşa’daki sözleri bir uyarı niteliğindedir. Yani AB’den olumsuz bir karar

Yazının Devamı

Ermenistan açılımı durdu mu?

14 Kasım 2009

Geçen nisanda Türkiye, Cenevre’de varılan ilk mutabakatla “Ermenistan açılımı”nı ilan ettiği zaman, bunun kısa zamanda iki komşu ülke arasında normal ilişkilerin kurulmasına ve sınırların açılmasına yol açacağını sananlar olmuştu.
Dış dünya bunu Ankara ile Erivan arasındaki “normalizasyon” sürecinin başlangıcı sayıyor, Türk diplomasisinin bu “açılım”ını tarihi bir olay olarak alkışlıyordu:
Olay gerçekten çok önemliydi; ama sürecin çok uzun ve zor olacağı da belliydi.
Cenevre mutabakatından sonra geçen ay Zürih’te imzalanan iki protokol, bu uzun yolda kat edilen ikinci önemli adım oldu. Protokoller “normalizasyon”un yol haritasını çizdi ve buna bir de takvim eklendi.
Ne var ki, bu takvim, ancak protokollerin resmen yürürlüğe girmesinden itibaren işlemeye başlayacak. Bu da iki ülke parlamentolarının iki belgeyi onaylamasıyla mümkün.
İşte şimdi bulunduğumuz bu noktada bir tıkanma var.
Ermenistan henüz protokolleri parlamentosuna sunamadı, çünkü kendi hukuk sistemine göre, bu tür anlaşmaların yasalara uygun olup olmadığına, önce Anayasa Mahkemesi’nin karar vermesi gerek. Bu karar henüz çıkmadı. Çıktıktan sonra parlamento konuyu ele alacak.

Yazının Devamı

Fransa ile “ucu açık” ilişkiler

13 Kasım 2009

Fransa’nın Avrupa işlerinden sorumlu Bakanı Pierre Lellouche’un Fransız Meclisi Dışişleri Komisyonu’nda önceki gün yaptığı konuşma, Sarkozy yönetiminin Türkiye ile ilgili “yeni duruşu”na açıklık getirdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Paris’te Fransız lideriyle gerçekleştirdiği görüşmenin ışığında Fransa’nın belirlediği “Türkiye politikası”nı Lellouche üç noktada topladı.
Buna göre, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda farklı -hatta ters- görüşlere sahip olan iki taraf, “anlaşamadıkları konusunda anlaştılar!” Bununla beraber Türkiye ile AB arasındaki müzakere sürecinin devamında yarar gördüler. Bu arada, ikili ilişkileri çeşitli alanlarda geliştirmeye ve bölgesel meselelerde işbirliği yapmaya karar verdiler.
Aslında Türkiye Fransa ile, özellikle AB konusunda mevcut derin anlaşmazlığa rağmen, ikili ilişkileri canlı tutmaktan yana. Nitekim Gül’ün Paris ziyaretinde vermeye çalıştığı mesaj da buydu.
Bu, Türkiye’nin artan önemini takdir etmeye başlayan Fransa’nın da işine geliyor.
Ne var ki, ilişkilerin iyi gitmesi, Fransa’nın Türkiye’nin dış politikasındaki öncelikleri arasında yer alan AB üyeliği, Kıbrıs gibi konularda sistematik bir şekilde olumsuz bir tavır almamaya özen

Yazının Devamı