İran’la diyalog yürümezse...

25 Eylül 2009

GEÇEN hafta ABD’nin Doğu ve Orta Avrupa’da bir “füze savunma kalkanı” kurmaktan vazgeçtiği haberi geldiği zaman, bunun Rusya ile yapılan gizli bir pazarlığın sonucu olduğu söylentileri yayılmıştı.
Bu pazarlığa göre, ABD’nin Moskova’nın şiddetle karşı çıktığı bu “kalkan” projesinden vazgeçmesine mukabil, Rusya da Obama yönetiminin İran’ın nükleer programına karşı girişimlerini destekleyecekti.
Kuşkusuz eğer, karşılıklı jest esasına dayalı bir mutabakat sağlanmışsa, bunu basit bir al-ver şeklinde ifade etmek doğru değil. Ama ABD Başkanı Barack Obama ile Rusya devlet başkanı Dmitri Medvedev’in New York’ta yaptığı görüşmelerden çıkan sonuç, başta bahsettiğimiz söylentilerin de temelsiz olmadığını gösteriyor.
Bu görüşmelerde Rusya’nın, ABD’nin İran’ın nükleer faaliyeti karşısındaki tutumuna yaklaşmış olduğu anlaşılıyor. Nitekim Medvedev, ilk kez, İran’a karşı yaptırımların uygulanmasının “kaçınılmaz” hale gelebileceğinden söz etti. Ancak bu noktaya da, İran’ın gerçekten nükleer silah üretme çabasında olduğuna dair somut kanıtların bulunması halinde gelinebileceğini belirtti.

Yedekteki opsiyon
ASLINDA Amerikan diplomasisinin amacı, özellikle BM Güvenlik Konseyinin daimi -ve

Yazının Devamı

Yeni füze sistemi nerede kurulacak?

19 Eylül 2009

ABD’nin Doğu ve Orta Avrupa’da bir füze savunma “kalkanı” kurmaktan vazgeçmesi, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren önemli bir strateji değişikliğinin işaretini veriyor.
Başkan Barack Obama bu kararıyla, selefi George W. Bush’un politikalarından bir kez daha farklı hareket etmekte olduğunu göstermiş oldu.
Bush yönetimi, İran’ın askeri tehdidine karşı, Polonya’da ve Çek Cumhuriyeti’nde bir radar ve füzesavar sistemi kurmayı ve böylece hem ABD’yi hem de Avrupalı müttefiklerini olası bir balistik füze saldırısına karşı korumayı planlamıştı.
Aslında bu “kalkan” Reagan döneminde geliştirilen “Yıldızlar Savaşı” programını anımsatıyor ve bu nedenle Rusya’yı çok rahatsız ediyordu. Washington her ne kadar bu “kalkan”ın İran’a karşı kurulmak istendiğini söyleyip durdu ise de, bir amacın da Moskova’ya gözdağı vermek olduğu açıktı...
Obama iş başına geçtikten sonra, Bush’un politikalarını yeniden gözden geçirirken, bu “savunma kalkanı” stratejisini de değiştirmeye karar verdi.
Bunun iki sebebi var: Birincisi, istihbarat verilerine göre İran henüz uzun menzilli füzeler üretmiyor. Dolayısıyla Avrupa’da füzesavar ağı kurmaya gerek yok. İkincisi, Obama Rusya ile ilişkilerin

Yazının Devamı

Fransa’dan farklı sesler

18 Eylül 2009

İKİSİ de Fransız... Hem de Fransa’nın politikalarında söz ve nüfuz sahibi iki önemli isim...
Biri, Avrupa İşleri Bakanı Pierre Lellouche. Diğeri ise Senato Başkanı Gerard Larcher.
İkisi de Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin merkez sağ partisine (UMP) mensup oldukları halde, Türkiye ile ilgili görüşleri birbirine ters.
Larcher’in Ankara’da, Lellouche’un da Paris’te yaptığı son konuşmalar, Fransızların Türkiye konusunda ne kadar farklı düşüncelere sahip olduklarını bir kez daha ortaya koydu.
Lellouche’un Fransız meclisinde sergilediği tavır aslında daha önce savunduğu kişisel görüşleriyle çelişiyor. Zira 58 yaşındaki bu politikacı birkaç ay önce Sarkozy tarafından Bakan olarak atandığı güne kadar, Türkiye’nin hararetli bir destekçisi idi ve bu nedenle Fransız siyasi çevrelerinde “Türkiye’nin avukatı” diye biliniyordu.
Eski demeçlerinin ve yazılarının mürekkebi henüz kurumamışken, Lellouche Bakan olduktan sonra rol değiştirip “Sarkozy’nin avukatı” veya “borazanı” oluverdi! Nitekim dün Fransız meclisinde yeni teraneyi seslendirirken AB ülkelerinin çoğunun Fransa gibi, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı olduklarını, ama bunu alenen beyan etmekten çekindiklerini öne sürdü...

Yazının Devamı

İran’la yeni diyalog

16 Eylül 2009

YAKLAŞIK bir yıl aradan sonra, İran ile “Altılar” grubunun, “nükleer kriz”i görüşmek üzere 1 Ekim’de masaya oturmaya karar vermeleri iyi bir haber.
Bu haberin Türkiye açısından daha sevindirici yanı da, bu buluşmanın İstanbul’da yapılması ihtimalidir.
Bu henüz kesin değil, ama müzakerelerin hazırlıklarıyla meşgul olan AB yüksek temsilcisi Javier Solana’ya göre, ilk toplantı için İstanbul’un seçilmesi olasılığı oldukça yüksek.
Eğer bu olasılık gerçekleşecekse, taraflar geçen hafta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, İranla yeni bir diyalog süreci için Türkiye’nin “ev sahipliği” yapmaya hazır olduğuna ilişkin önerisini benimsemiş olacaklar.
Kuşkusuz İran’la yeni bir müzakere sürecinin başlaması nükleer krizin ve yeni gerginliklerin önlenmesi açısından umut verici bir gelişme. En azından bu süreç nedeniyle, İran’a karşı BM’de yeni yaptırımların gündeme getirilmesi söz konusu olmayacak.
Ancak bu sürecin de oldukça fırtınalı geçeceği kesin. Daha işin başında, masaya tam olarak hangi konuların getirileceği hararetli tartışmalara yol açacak. Yani ilk toplantılar “görüşme için görüşme” niteliğinde olacak.
Bunun nedeni de, İran’ın kendi nükleer programını müzakere konusu

Yazının Devamı

Obama’nın başı dertte

15 Eylül 2009

İLK bakışta ABD’de sağlık hizmetlerini geliştirecek olan bir reform programına karşı on binlerce kişinin sokaklara dökülmesi garip görünebilir.
Bir başka gariplik de, dünyanın en zengin ülkesi olan, yeryüzündeki en büyük hastanelere ve en ileri tıp teknolojisine sahip bulunan ABD’nin bizdeki sosyal sigortalar benzeri bir kamusal sağlık sisteminden yoksun olmasıdır.
ABD’nin bu tarafını bilmeyenler şaşıracak ama, ABD’de hiç sigortası olmayan insanların sayısı 46 milyonu buluyor. Bu, hastalanan Amerikalıların pahalı sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için, kendi ceplerinden büyük paralar harcaması, eğer yeterli parası yoksa iflas etmesi veya ölüm tehlikesiyle karşılaşması demektir!
Devletin bıraktığı boşluğu, özel sigorta şirketleri dolduruyor tabii. Bunların primleri ise bir hayli yüksek. Bazı iş yerlerinde çalışanlar, maaşlarına mahsuben sigortalanıyor.
Bunun dışında, sadece yaşı 65’i geçenlerle çocukları kapsayan bir sosyal sigorta (“Medicare”) sistemi var.
Oysa ABD, birçok alanda olduğu gibi, sağlık sektöründe de, dünyanın en büyük harcamalarını yapan ülkedir. Yıllık tutar, 2,2 trilyon dolar! Yani milli gelirin yüzde 16’sı. Ama buna rağmen, Amerikalıların çoğu, sosyal

Yazının Devamı

Açılımlar politikası

5 Eylül 2009

TÜRK dış politikası yakın tarihin en atılgan dönemini yaşıyor. Ankara aynı zaman dilimi içinde hamle üzerine hamle yapıyor.
Dış boyutları da bulunan Kürt açılımı... Ermenistan açılımı... Kıbrıs açılımı... AB açılımı... Rusya açılımı... Ortadoğu açılım... Balkan açılımı...
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu koltuğa oturduğu günden bu yana (aslında koltuğunda pek oturmuyor) gerçekleştirdiği ziyaretler ve giriştiği diplomatik ataklar bunun canlı örneği.
Bakan’ın şu sırada yaptığı turnenin özellikleri de dış politikanın çok boyutlu karakterini ortaya koyuyor:
İlk etap Bağdat-Şam. Türk diplomasisi bu eksen üzerinde, son zamanlarda tehlikeli şekilde gerginleşen Irak-Suriye ilişkilerini düzeltmek için arabuluculuğa soyundu.
İkinci etap Kıbrıs... Ankara, Kıbrıs müzakere sürecinden artık somut bir sonuç bekliyor. Aksi halde, fiili duruma dayalı yeni stratejiler uygulamaya hazırlanıyor.
Üçüncü etap Mısır... Türkiye, Arap dünyasında önemli bir yeri olan bu ülke ile, Ortadoğu’da barış ve refahı sağlamaya yönelik vizyonunu ve rolünü paylaşmak istiyor.

Yazının Devamı

Doğrular ve yanlışlar...

4 Eylül 2009

ERMENİSTAN’daki muhalefete ve Ermeni diyasporasının temsilcilerine bakılırsa, Türkiye ile Ermenistan arasında varılan son mutabakat, kendi açılarından büyük bir hezimet. Onlara göre Ermenistan hükümeti şimdiye kadar savunduğu çizgiden ayrılmış, olmayacak tavizler vermiştir. Dolayısıyla bu işten Türkiye kârlı çıkmıştır...
Türkiye’de ise bu anlaşmaya karşı çıkanlar hiç de öyle düşünmüyor. Onlara göre, asıl taviz veren taraf Türkiye’dir. Ankara temel konularda geri adım atmış, Ermenistan’ın kazançlı çıkmasını sağlamıştır...
Genelde zor anlaşmazlıkların çözümü için varılan her mutabakatta olduğu gibi, bunda da sert tepkilerin olması doğal. Böyle anlaşmalar ancak “al-ver” anlayışı hâkim olursa gerçekleşebilir. Sonuçta, insanların “alınan” ile “verilen” arasındaki dengeye -yani bardağın dolu veya boş tarafına- nasıl baktıkları önemli.

Farklı tavır
ERMESİNTAN’daki muhaliflerin ve özellikle diyasporadakilerin bu anlaşmada en çok eleştirdikleri ve Sarkisyan yönetimini suçladıkları konu, soykırım meselesiyle ilgili.
Parafe edilen protokol, bu konuda yabancı uzmanların da katılacağı ortak bir komisyon kurulmasını öngörüyor. Bu, hatırlanacağı gibi Türkiye’nin öteden beri üstünde

Yazının Devamı

Fırsatlar ve riskler

2 Eylül 2009

TÜRKİYE ile Ermenistan arasında önceki gün varılan yeni mutabakat, ikili ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde geçen nisan ayında ilk kez belirlenen “yol haritası”nı bir adım daha ileriye götürmüş ve somutlaştırmış bulunuyor.
Gene İsviçre’nin arabuluculuğuyla gerçekleşen yeni mutabakat, iki protokolle, “yol haritası”nın içeriğine ve hedeflerine açıklık getiriyor. Bu hedeflerden biri, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurmaktır. Diğer amaç da çeşitli alanlarda ikili ilişkileri geliştirmektir ki buna sınırların açılması da dahildir.
Yeni mutabakat bütün bu işler için bir yöntem ve takvim de öngörüyor. İç siyasi istişareler 6 haftada tamamlanacak, imzalanan iki protokol iki ülkenin parlamentolarına sunulacak, onaylandıktan iki ay sonra da hayata geçirilecek...
Ekleriyle birlikte bu iki protokol, ilk bakışta (nisan ayındaki mutabakata oranla) daha olgunlaştırılmış belgeler olarak görünüyor. Ancak diplomatik bir dille yazılan bazı maddeler, farklı yorumlara -ve kuşkulara- müsait. Nitekim daha yazılanların mürekkebi kurumadan, gerek Erivan’dan, gerekse Bakü’den -hem de resmi ağızlardan- bazı çatlak sesler gelmeye başladı bile...
Bu, daha yolun başında, Türkiye ile Ermenistan

Yazının Devamı