NATO-AB aksaklığı ve Türkiye...

1 Eylül 2009

NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, geçen hafta Ankara’yı ziyaretinde, NATO ile AB arasındaki işbirliğinde ciddi bir sıkıntı yaşandığını ve bunun özellikle Afganistan’daki ortak operasyonları aksattığını söylemişti.
İki topluluk arasında güvenlik alanında doğru dürüst bir uyum sağlanamadığı için, NATO’nun Avrupa Birliği’nin Afganistan’daki misyonlarına gereken desteği veremediği doğrudur.
NATO yetkilileri, bir süreden beri bu durumdan şikâyetçidir.
Aslında NATO ile AB, farklı kulvarlarda faaliyette bulunmakla beraber, son yıllarda savunma ve güvenlik alanında birlikte çalışmaya başlamıştır. Bu işbirliğinin tohumları 2000’in başlarında atılmış, 2003 yılında “Berlin Plus” diye anılan bir anlaşmayla, AB’ye, NATO’nun olanaklarından yararlanma hakkı tanınmıştı.
Bu çerçevede NATO ile AB gerçekten birçok güvenlik (veya barış) misyonunda birlikte çalışabilmiştir. Makedonya, Bosna-Hersek ve Kosova’daki operasyonlar bunların canlı örnekleridir.
Türkiye bu misyonlarda önemli bir varlık göstermiş ve daha baştan “Berlin Plus” mutabakatını desteklemiştir.

Yazının Devamı

“Yabancı parmağı” kompleksi

29 Ağustos 2009

İRAN’ın ruhani lideri Ayetullah Hamaney’in geçen gün “dış güçler” ile ilgili söyledikleri herkesi şaşırttı.
Şimdiye kadar Tahran’da resmi ağızların söylediklerinin aksine, “Yüce Rehber” son seçimlerden sonra çıkan kanlı olaylarda “yabancı parmağı”nın bulunduğuna inanmadığını açıkladı.
Dini önderin sürpriz yaratan sözleri şöyle: “Son olayların liderlerini, bu konuda bir kanıt bulunmadığı için, ABD ve İngiltere gibi yabancı ülkelerin emrinde olmakla itham edemem... Böyle önemli konularda söylentilere ve şüphelere dayanılarak hareket edilmez...”
Bu anlamlı açıklama şimdiye kadar seçim sonrası gösterilerin ve kargaşanın arkasında “dış odakları” gören İran yöneticilerini haksız çıkarıyor. Daha dün, Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, protesto gösterilerini organize edenleri “yabancı düşmanlarla işbirliği yapmakla” suçladı. Bu vesile ile de bu kişilerin gereken şekilde cezalandırılmasını istedi.
Aslında protestoların başını çektiği söylenen pek çok tutuklu halen yargılanıyor. Aralarında önemli akademisyenler, yazarlar ve siyasi muhalifler var. Yönetimdeki sertlik yanlıları, eski Cumhurbaşkanı Rafsancani’nin ve son seçimlerde aday olan Mir Hüseyin Musevi ile Mehdi Kerrubi’nin aleyhinde

Yazının Devamı

Türkiye’nin AF-PAK stratejisi

28 Ağustos 2009

GÜNÜMÜZDE diplomasi dilinde AF-PAK şeklinde kısaltılmış olan Afganistan ve Pakistan’ın içinde bulunduğu bölge, dünyanın başlıca odak noktalarından biridir.
Bu iki ülkede terör, şiddet, savaş, istikrarsızlık hüküm sürüyor.
Afganistan’daki kritik durum, uluslararası camiayı askeri bakımdan olayların içine çekmiş durumda. Halen 42 ülkenin askeri birlikleri Afganistan’da görevli. Amaç, El Kaide ve Taliban’ı saf dışı etmek, ülkenin siyasal ve ekonomik alanda toparlanmasını sağlamak...
Pakistan’da hükümet ve ordu, son zamanlarda bazı bölgeleri denetimi altına alan Taliban ve aşırı güçleri yok etmeye çalışıyor. Burada uluslararası camianın direkt askeri bir rolü yok. Ama siyasi ve ekonomik desteği var...
AF-PAK terimine yol açan husus, iki ülkedeki gelişmelerin birbirleriyle ilişkilendirilmesidir. Gerçekten iki komşu ülkeden birinde militanların güçlenmesi ve devlet otoritesinin zayıflaması, diğerini etkiler.
Bu nedenle Washington başta olmak üzere Batı başkentlerinde iki ülkeyi kapsayan bir AF-PAK stratejisi geliştirilmeye çalışılıyor.
Bu stratejinin hedefi bölgede başlıca terör ve aşırılık odaklarının ortadan kaldırılması için gereken yardımı sağlamaktır. Bu da Afganistan’da

Yazının Devamı

Açılımın dış boyutu (2)

26 Ağustos 2009

DÜNKÜ yazımızda “Kürt açılımı”na yol açan çeşitli nedenlerin analizini yaparken, bu girişimin sırf “dış etkenler” veya bir “ABD planı” ile irtibatlandırılmasının doğru olmadığını belirtmiştik.
Hükümetin inisiyatifine karşı çıkanların son olarak bu açılımı ilişkilendirdikleri Amerikan kaynaklı “plan” da, Washington’daki Atlantik Konseyi’nin Türkiye’deki Kürt sorunuyla ilgili Nisan 2009 tarihli bir rapordur.
Bu kapsamlı rapor, sorunun çözümü için “tavsiye” niteliğinde birtakım görüşlere yer veriyor. Örneğin, çatışmaların durması için alınması gereken önlemler arasında, kademeli bir affın çıkarılmasını, DTP’li tutukluların serbest bırakılmasını, PKK ile diyalog kurulamayacağına göre DTP’den arabulucu olarak yararlanılmasını, Anayasa’da ve Türk Ceza Kanunu’nda bazı değişikliklerin yapılmasını öneriyor...
Bu “tavsiyeler”i öne süren Atlantik Konseyi, ABD’deki sayısız düşünce kuruluşlarından biridir. Rapor ABD hükümeti adına çıkarılmış, yani resmi nitelikte bir belge veya bazı gazetelerde kullanılan deyimiyle ABD’nin Ankara’ya ilettiği bir “yol haritası” değildir.

Kırmızı çizgiler
RAPORDA yer alan görüşler veya tavsiyeler doğrultusunda, daha birçok kuruluşun ve uzmanın kaleme

Yazının Devamı

Açılımın dış boyutu

25 Ağustos 2009

TÜRKİYE’deki “Kürt açılımı” tartışmalarının dış dünyada fazla ilgi topladığı söylenemez. Uluslararası toplumu şu sırada meşgul eden “daha sıcak” olaylar var...
Ancak Türkiye ile ilgili yabancı diplomatik çevreler ve düşünce kuruluşları, hükümetin girişimini ve bunun yol açtığı hararetli tartışmaları ilgiyle izliyorlar.
Son günlerde başta ABD ve İngiltere olmak üzere bazı ülkelerin Ankara’daki büyükelçilerinin, ayrıca Brüksel’de AB yetkililerinin bu konuda söyledikleri Türk medyasında yer aldı.
Genelde bu değerlendirmeler olumlu. Yani yabancı gözüyle Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için yeni bir inisiyatife girişmesi, yerinde ve zamanında atılan cesur bir adım.
Dış çevrelerin böyle bir tepki göstermelerine şaşmamak lazım. Öteden beri özellikle Batılı ülkelerden (ve zaman zaman başkalarından), Türkiye’nin PKK terörüne son vermeye çalışırken, sorunu siyasal ve sosyal yönleriyle de ele alması gerektiği yönünde telkinler geliyor.
Bu kez hükümetin yeni bir açılımla terör sorunu ile birlikte Kürt meselesini kapsamlı bir şekilde ele alması, bu girişime karşı çıkan çevrelerce, “dış telkinler” veya açıkça “ABD’nin baskıları” ile irtibatlandırılıyor.
ABD’den ve bazı Avrupa

Yazının Devamı

Bu da katliam değil mi?

22 Ağustos 2009

SALDIRININ kimin tarafından ve ne amaçla yapıldığını saptamak çok önemli tabii. Ama bir o kadar önemli olan şey de, olayın bir vahşet, hatta bir katliam olarak kabul edilmesi gerektiğidir.
Bağdat’ta önceki gün en az 100 kişinin ölmesine, yüzlerce kişinin de yaralanmasına neden olan eylemi kastediyoruz.
Dışişleri Bakanlığı binasının bulunduğu bölgede patlatılan bombaların öldürdüğü insanlar, Iraklı siviller... Hedef işgal güçleri, yani Amerikalılar değil. Dolayısıyla, bu bir direniş eylemi sayılmaz... Saldırının esas adresi Nuri el Maliki’nin başında bulunduğu yönetim. Amaç da dehşet ve kaos yaratarak ülkeyi istikrarsızlaştırmak ve bugünkü rejimi sarsmak...
Eylemciler kendi açılarından iyi bir organizasyonla bu saldırıyı başarıyla gerçekleştirdiler. Patlattıkları bombaların masum Iraklıları öldürmesi, halkın huzurunu kaçırması, toplumda derin yaralar açması, umurlarında değil.
Bu da düpedüz vahşi bir kıyım sayılmaz mı?
Düşündürücü olan şey, bu olaya gereken hassasiyetin ve tepkinin gösterilmemiş olmasıdır. Amaçları ve nitelikleri farklı da olsa, örneğin Gazze’den Urumçi’ye kadar son zamanlarda “katliam ve vahşet” diye nitelendirilen olaylar gibi bu hadisenin de kınanması bu

Yazının Devamı

Ne biçim demokrasi?

21 Ağustos 2009

İLK bakışta, alışılagelen seçim görüntülerinden farksız: Seçmenler sandık başında kartlarını gösteriyor... Görevliler kimliğin doğruluğunu saptadıktan sonra seçmenin parmağına kolay çıkmayan mürekkebi sürüyor... Seçmenler aldıkları aday listeleri ve zarfla, oy kullanacakları kabine giriyor...
Bu görüntüde ilginç bir fark, kadın seçmenlerin bütün bu işlemi erkeklerden ayrı kulvarlarda yapmalarıdır.
Ama Afganistan’da dün yapılan seçimlerin en önemli özelliği, seçim merkezlerinin çok sayıda eli tetikte güvenlik güçleri tarafından çevrilmiş olmasıdır.
Nitekim ülkede 7 bin seçim merkezini korumak için yabancı askerlerin de katıldığı toplam 300 bin kişilik bir kuvvet seferber edildi.
Buna rağmen Taliban boş durmadı. Kâbil dahil çeşitli kent ve köylerde seçim merkezlerine ve seçmenlere karşı saldırılar düzenledi, ölenler, yaralananlar oldu...
Bu durumda katılım oranının düşük olması doğal. Bunun seçimlerin yasallığı ve geçerliliği üzerinde ne gibi tartışmalara yol açacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz...

Yazının Devamı

Şimdi de İnguşetya örneği..

19 Ağustos 2009

RUSYA Federasyonu toprakları içinde yer alan Kuzey Kafkasya’daki özerk cumhuriyetler kaynıyor...
Türk basınına pek yansımıyor ama, haftalardır Çeçenistan, Dağıstan ve İnguşetya’da sık sık şiddet eylemleri cereyan ediyor, görevliler, siviller ölüyor.
Rus hükümeti geçen nisan ayında, Çeçenistan’da 10 yıl süren “terör dalgası”nın artık sona erdiğini ilan etmişti. Oysa özellikle son haftalarda Çeçen militanlarının giriştiği eylemler, Rus makamlarının bu iyimser beyanını yalanlıyor. Sadece geçen hafta Çeçenistan’da ve Dağıstan’da üç gün içinde girişilen saldırılarda 20 kişi öldü.
Ancak halen bölgede şiddetin en hızlı tırmandığı yer, İnguşetya’dır. Önceki gün bu özerk cumhuriyetin Nezran kentinde gerçekleştirilen bir intihar saldırısı 20 kişinin ölümüne, 100’den fazla kişinin de yaralanmasına yol açtı. Ve bu haber nihayet dünyanın dikkatini Kuzey Kafkasya’daki kritik duruma çekmiş oldu.
Aslında İnguşetya 5 yıldır şiddet eylemlerine sahne oluyor. Şimdiye kadar bu bölgede ölenlerin sayısı bine yakın. Geçen haziranda bu cumhuriyetin başkanı olan Yunus Bek Yevkurov ağır yaralanmıştı. Geçen hafta da İmar Bakanı öldürülmüştü...

Terör bitmiyor

Yazının Devamı