TÜRKİYE’nin AB üyeliği konusunda dün Rusya’nın önde gelen bir politikacısından ilginç bir “nasihat” dinledik. Açık bir ifadeyle dile getirilen bu tavsiyeyi şöyle özetleyebiliriz:
“AB’yi bırak, Avrasya’ya bak!”
Rusya ulusal meclisi “Duma” milletvekili Sergey Markov’un bu görüşünün, “kişisel” olmakla beraber, Moskova’nın genel siyasal tutumuna uygun olduğu da açık.
Markov, DEİK/Türkiye-Avrasya İş Konseyleri’nin dün İstanbul’da düzenlediği “Avrasya Nereye Gidiyor” başlıklı konferansta yaptığı konuşmada, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrasya ülkelerinin kendilerine ait bir Ortak Pazar kurmaları gerektiğini savundu.
Markov’a göre, Avrasya büyük bir ekonomik potansiyele ve dinamizme sahip. Bunu, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na benzer bir birlik kurarak değerlendirmelidir. Bunda, Rusya, Türkiye ve Kazakistan öncülük yapabilir. Daha sonra Ukrayna’dan Gürcistan’a, Moldova’dan Ermenistan’a kadar
TÜRKİYE, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın seçim “zaferini” ilk kutlayan ülkelerden biri oldu. Tahran’da “resmi” açıklamanın ardından seçim sonuçları muhalefetin itirazlarıyla karşılaşırken, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, Ahmedinecad’ı telefonla arayıp kendisine tebriklerini ve iyi dileklerini ilettiler.
Batı ülkelerinin seçimin sonucu üzerindeki tartışmaların yatışmasını ve durumun netleşmesini beklediği bir sırada Ankara acaba bu konuda aceleci mi davrandı?
Üst düzey bir yetkilinin deyişiyle, Türkiye’nin konumu diğer birçok ülkeden farklı. “Türkiye, İran’ın komşusu. Ayrıca Türkiye’nin İran’la, diğer ülkelerden farklı ilişkileri ve ortak çıkarları var”...
Türk liderler açıkçası Ahmedinecad’a bu jesti yaparken, herhalde seçim sonucu üzerindeki itirazların ve tartışmaların bu kadar geniş boyutlar alacağını, sokak gösterilerinin çığ gibi büyüyeceğini ve Ayetullah Ali Hamaney’in dahi geri adım atacağını tahmin etmemişti...
DEMOKRASİLERDE (Türkiye dahil) seçimler sırasında bazı usulsüzlüklerin yer alması halinde, tartışmalı oyların yeniden sayılması sıkça rastlanan bir durumdur.
Geçen cuma günkü Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çok tartışıldığı İran’da dün
bazı bölgelerde oyların yeniden sayılması konusunda alınan karar çok kimseyi şaşırtmıştır.
Kendine özgü bir rejimi olan İran’da yönetimin seçim sonucuna itiraz edenlerin ve sokaklara dökülen yüz binlerce insanın sesine kulak vermesi bir “ilk” oluşturuyor.
Bu kararı alan Anayasayı Koruyucular Konseyi, ülkenin en yüksek yasama organı. Onun 12 üyesi (6’sı molla, diğer 6’sı da şeriat uzmanı hukukçu), İran’ın gerçek “Güçlü Adamı” olan Ayetullah Ali Hamaney tarafından atanıyor. Dolayısıyla, oyların yeniden sayılmasıyla ilgili kararın esas sahibi Ayetullah Hamaney...
Hamaney geçen cumartesi henüz kesin seçim sonuçları “resmen” doğrulanmadan, daha önce de desteklediğini açıkladığı Mahmud
İRAN’daki seçim soncunun halkın iradesini ne ölçüde temsil ettiği konusu, herhalde İran’ın içinde ve dışında, daha uzun zaman tartışılacak.
Bu seçimlere, muhalefetin öne sürdüğü gibi, hile karıştığı doğru ise, bunun Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın “zafer”indeki payını tam olarak öğrenmek kolay olmayacak...
Gerçek şu ki, Ahmedinecad ikinci 4 yıllık dönem için, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna iyice yerleşmiş durumda...
Diğer gerçek ise, seçimlerin tartışmalı -veya şaibeli- sonucunun İran halkını adamakıllı bölmüş olmasıdır.
Seslerini ilk kez güçlü şekilde yükseltebilen muhaliflerin bu kampanyalarını daha ne kadar sürdürebilecekleri belli değil. Mir Hüseyin Musevi, yönetimin sert uyarılarına rağmen, dün taraftarlarının Tahran’daki bir gösterisine katıldı. Bu gidişle, önümüzdeki günlerde İran sokaklarında oldukça hareketli sahneler yaşanacak gibi...
Ne var ki, bu belirsizliklere rağmen, Ahmedinecad halen gücünü korumuş görünüyor.
FAS’tan Endonezya’ya kadar uzanan ve toplam nüfusu 1.5 milyarı bulan Müslüman dünyasına yönelik bir konuşmanın, herkesin tam desteğini sağlaması çok zor, hatta imkânsız.
Üç kıtayı kapsayan İslam âlemi, aslında birleşik, tek bir blok değil. Onun içinde çeşitli ulusal, etnik ve mezhep gruplarının yanı sıra, siyasal, ideolojik ve sosyal derin farklılıklar da var. Mevcut sorunlara ve anlaşmazlıklara bakış açıları da değişik.
ABD Başkanı Barack Obama’nın Kahire’den bütün İslam dünyasına seslenmesi, cesaret isteyen, gerçekten zor bir işti.
Kahire’deki konuşmasına dün geniş bir coğrafyadan gelen tepkiler, Amerikan liderinin bu sınavda iyi derece aldığını gösteriyor.
Kuşkusuz Obama’nın söylediklerinden tatmin olmayanlar, hatta kızanlar (El Kaide, Taliban gibi) oldu. Genelde büyük çoğunluk 40 dakika süren bu konuşmada, kendi düşüncesine veya beklentilerine uygun bir şeyler buldu.
Obama’nın, Beyaz Saray’a davet ettiği uzmanların da katkısıyla, üzerinde günlerce çalıştığı bu
ABD Başkanı Barack Obama, Kahire’de Müslüman dünyasına yönelik konuşmasını, uygun bir tema üzerine oturttu: Yeni Bir Başlangıç...
Gerçekten Amerikan lideri, bu konuşmasıyla İslam alemi ile ilişkilerde yeni bir sayfa açmayı umuyor.
Obama bunu, gerçekleştirmek için ondan önceki Başkanlardan veya diğer Batılı liderlerden çok daha uygun niteliklere -ve dolayısıyla şansa- sahip.
Konuşmasının başında da belirttiği gibi, babası Kenyalı bir Müslüman. Ayrıca çocukluğu da Endonezya’da, Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ortamda geçti...
Obama bu noktadan hareketle -ve zaman zaman Kuran’dan da alıntılar yaparak- samimi ve inandırıcı bir dil kullanmaya çalıştı. Bu arada, ABD’nin İslam dünyasına hiç de yabancı olmadığını, ülkesinde 7 milyon Müslümanın yaşadığını, 1200 caminin bulunduğunu belirtti.
Amerikan lideri bu konuşmasını ABD ve Batı ile İslam dünyası arasında farklılıkların ve güvensizliğin hüküm sürdüğü bir dönemde yaptığını da hatırlatarak, ilişkilerde “yeni bir
SON zamanlarda Türkiye’de yapılan tüm kamuoyu araştırmaları, toplumun geniş bir kesiminin başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere dış dünyaya şüphe ve güvensizlikle baktığını ortaya koyuyor.
Geçenlerde Pew ve Alman Marshall Fonu (GMF) gibi araştırma kurumlarının düzenlediği anketler, Türk toplumunun ABD -ve Batı- aleyhtarlığında, en önde gelen ülke olduğunu gösterdi.
Bu hafta Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Yılmaz Esmer’in açıkladığı bir kamuoyu araştırmanın sonucu da, toplumdaki bu eğilimi bir kez daha doğruladı.
Prof. Esmer ve ekibinin yürüttüğü kapsamlı araştırmanın ABD ve AB ile ilgili bölümü, Türkiye’de geniş bir kesimin bu “dost ve müttefik” ülkelere karşı beslediği derin güvensizlik ve kaygıyı gözlerin önüne seriyor.
Anket sonuçlarına göre, Türk halkının toplam yüzde 86’sı ABD’nin Türkiye’yi bölmek istediğini düşünüyor. (ABD’nin böyle bir niyet taşımadığına inananların toplam oranı ise
GEÇEN ekim ayında BM güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilen Türkiye, dün bu önemli kurulun başkanlık koltuğuna oturdu.
Türkiye’nin dönüşümlü sistem çerçevesinde bir aylık süre için bu görevi devralması, dünya örgütünün karşılaştığı kritik bir zamana rastlıyor.
Konsey bir süredir yakından ilgilendiği Afganistan ve Pakistan sorunlarının yanı sıra, şimdi ivedilikle Kuzey Kore’nin nükleer silah denemesinin yol açtığı krizi ele almak durumunda.
Şu anda bütün dünyanın gözü kulağı Kuzey Kore’de. Bu hafta içinde 15 üyeli Konsey -Türkiye’nin başkanlığında- toplanıp Pyongyang yönetiminin nükleer macerasından nasıl vazgeçirilebileceğini görüşecek.
Kuzey Kore, Türkiye’den epey uzak bir coğrafyada yer alıyor. Ancak nükleer silahların yayılması, bütün dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de yakından ilgilendiren ve de kaygılandıran bir tehlike.
Nitekim Ankara, Kuzey Kore’nin geçen hafta