SON zamanlarda Türk dış politikasında bir rota değişikliğinden çok söz edildi. ABD ve Avrupa başkentlerinde özellikle Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığını, ABD’den soğuduğunu ve ilgisini daha çok Ortadoğu üzerinde topladığını öne sürenler oldu. Bazısı da bu yeni yaklaşımın, o günlerde Başbakan’ın dış politika başdanışmanı olan Prof. Ahmet Davutoğulu’nun eseri olduğunu öne sürdü.
Daha önceleri İstanbul’da başdanışman sıfatıyla köşe yazarlarıyla periyodik bilgilendirme toplantıları düzenleyen Davutoğlu, bu kez Dışişleri Bakanı olarak dün bizlerle beraber oldu.
Bakan’ın geniş kapsamlı konuşmasında dikkatimizi çeken husus, Türk dış politikasındaki güncel konular arasında önceliği ve ağırlığı AB’ye vermesi oldu. Nitekim bu konuda söyledikleri, Türk dış politikasında bir “eksen kayması” ve Batı’dan ya da Avrupa’dan “çark etme” gibi iddialara ve kuşkulara bir karşılık niteliğindeydi.
Reformlar gündemde
PROF. Davutoğlu, Türkiye’nin AB vizyonuna bağlılığını,
BAHÇEŞEHİR Üniversitesi bugün Türkiye-ABD ilişkileri konusunda önemli bir konferansa ev sahipliği yapıyor.
Üniversitenin Amerikan Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği 3 günlük konferansta, ABD’den gelen tanınmış diplomatlar ve akademisyenler, Türk meslektaşlarıyla birlikte, ilişkilerin durumunu geniş bir çerçeve içinde ele alacaklar ve geleceğe ilişkin projeksiyonlar yapacaklar.
Bu konferans, Başkan Barack Obama’nın işe başlamasından ve Türkiye’yi ziyaretinden sonra Türk-Amerikan ilişkilerinin “gidişatı” üzerine daha sağlıklı değerlendirmeler yapmak fırsatını verecektir.
Bush zamanında yaşanan sıkıntılardan sonra, Obama döneminde Ankara ile Washington arasında daha yakın bir anlayışın sağlanacağı ve geçmişte çeşitli sıfatlarla (“stratejik” gibi) tanımlanan “ortaklığın” daha reel temellere oturtulacağı umudu doğmuştur.
Gerçekten yeni Başkan’ın selefinden farklı bir dünya görüşüne sahip olması ve dış politikada da önemli değişiklikler yapmak istemesi, Türkiye-ABD
CENEVRE’de 22 Nisan’da Ermenistan’la varılan mutabakatla başlatılan normalizasyon süreci, Başbakan Erdoğan’ın Bakü’deki açıklamasında öne sürdüğü Yukarı Karabağ sorununun çözümü şartı sonucunda, şu anda tıkanmış görünüyor. Diğer bir deyişle, bu sürecin ölü bir noktaya mı geldiği, yoksa yeniden hareketlendirilmesinin mümkün olup olmadığı belli değil.
Bu konu son günlerde İstanbul’da Ermenistan’dan gelen siyasetçilerin, akademisyenlerin ve yazarların katılımı ile yapılan iki ayrı konferansta ele alındı. Bu toplantılardan biri Friedrich Naumann Vakfı (FNF) diğeri de Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırma Vakfı (SETA) tarafından düzenlendi.
Her iki konferansta Türk ve konuk Ermeni katılımcılar, iki taraf arasındaki görüş ayrılıklarına rağmen, normalizasyon sürecinin devam edip edemeyeceğini enine boyuna tartıştılar.
İki toplantıda uygulanan “isim zikretmeme kuralı” uyarınca, burada kimin ne söylediğini açıklayamıyoruz. Ama kapalı salonda konuşulanların ve ayrıca özel
KUZEY Kore’nin dün gerçekleştirdiği nükleer bomba denemesi, dünyayı ciddi bir ikilemle karşı karşıya getiriyor.
Nükleer silahların giderek yayılması karşısında ne yapmalı? Bu dehşet silahına sahip olmak üzere bulunan ülkelere karşı “zecri önlemler” mi almalı, yoksa onlarla “oturup konuşmalı” mı?
“Zecri önlem” derken, ekonomik yaptırımlardan siyasi izolasyona (hatta askeri müdahaleye) kadar birçok seçenek akla geliyor... “Oturup konuşma” derken de, ikili veya çok yanlı müzakerelerle anlaşmanın sağlanması kastediliyor.
Kuzey Kore’nin birkaç yıldan beri sürdürdüğü nükleer programına karşı uluslararası camia (askeri opsiyon dışında) her iki yöntemi de denedi. Yani bu ülkeyi dize getirmek için bir yandan baskılar, yaptırımlar uygulandı; diğer yandan da zaman zaman müzakereler, pazarlıklar yapıldı. Ama sonuç sıfır!
Şimdi bu yeni deneme karşısında, dünya gene aynı açmazla karşı karşıya...
“Atom Kulübü”ne adım adım...
ABD ile İsrail arasındaki ilişkiler, “stratejik ortaklık”tan da öte, hep karşılıklı sempati ve güvene dayalı olmuştur.
İsrail, devlet olarak 60 yıllık tarihinde, en büyük ve sürekli desteği ABD’den görmüştür. ABD de İsrail’i Ortadoğu’da en yakın ve güvenilir müttefiki saymıştır.
İki ülke arasındaki bu hava şimdi bozuluyor mu?
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Washington ziyareti sırasında Başkan Barack Obama ile yaptığı görüşme sonrasında bu soruyu şimdi Kudüs’te ve Washington’da soranlar var.
Bunun sebebi açık: ABD ile İsrail’in Ortadoğu sorunlarıyla ilgili görüşleri ve çıkarları artık eskisi gibi tam örtüşmüyor.
ABD’de, İsrail ile geleneksel sıkı bağlara önem vermekle beraber, Ortadoğu konusunda farklı düşünen ve düşüncelerini fiiliyata dökmeye kararlı görünen bir Başkan (Barack Obama) var...
İsrail’de de, Filistin meselesinde ve diğer Ortadoğu anlaşmazlıklarında “şahin” olarak tanınan bir Başbakan (Binyamin Netanyahu) iktidarda...
TERÖR nasıl sona erdirilebilir?.. Demokratik düzen nasıl korunabilir?.. Sosyal bilimcilerin şimdi çalışmalarında örnek olarak ele alabilecekleri iki ilginç olay var: Biri, Sri Lanka, diğeri de Hindistan ile ilgili.
Bu iki ülke de bizden çok uzakta. Ama orada olup bitenler, konu olarak, bize çok yakın.
Gerçekten her iki olaydan herkesin çıkarabileceği önemli sonuçlar, alabileceği anlamlı dersler var.
Terörün sonu
SRİ Lanka’dan başlayalım. Bu ülkenin 20 milyon nüfusunun büyük çoğunluğu Sinhaliz etnik grubuna ve Budist dinine mensup. Daha çok kuzey ve doğu bölgesinde yaşayan Hindu dinine mensup Tamiller ise halkın yüzde 15’ini oluşturuyor.
1948’de bağımsızlığa kavuşan Sri Lanka’da çoğunluktaki Sinhaliz kadrolar hâkim olunca, Tamiller arasında ayrılıkçılık hareketi yayılmaya başladı. Bu arada, kuzey’de “Tamil Kaplanları” adı altında bir örgüt (LTTE) faaliyete geçti.
Tamil Kaplanları, şiddet yoluyla amaçlarına varabileceklerine inanarak, ülke çapında
BAŞBAKAN Erdoğan’ın Ermenistan’la ilişkilerin normalizasyonunu Yukarı Karabağ sorununun çözümü önkoşuluna bağlaması, Ankara ile Erivan arasındaki görüşme sürecinin kesilmesine yol açabilir mi?
Başbakan’ın Bakü’de ortaya koyduğu tavır, beklendiği gibi, Erivan’da kızgınlık yarattı. Ancak Ermenistan’ın 22 Nisan’da ilan edilen “yol haritası” üzerindeki temas sürecinden çekileceğine ilişkin herhangi bir işaret yok. Yani şu anda, konuşmaların kesilmesi söz konusu değil.
Ne var ki, bu süreç başta beklendiğinin aksine normalizasyon bağlamında kısa sürede sonuç vereceğe hiç benzemiyor. Bu şartlarda açıkçası, sürecin canlı tutulabilmesi dahi bir başarı sayılacak.
İlk bakışta “Yukarı Karabağ sorunu çözümlenmeden Ermenistan’la sınırlar açılamaz,” ifadesi, kafa karışıklığı yaratıyor. Yıllardır sürüncemede kalan bu karmaşık meselenin kısa sürede halledilmesi mümkün görünmediğine göre, bu ifade “Erivan ile ilişkilerin
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Bakü’deki konuşmalarında kullandığı iki cümle, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde son olup bitenlerin içyüzünü aydınlatıyor.
Başbakan’ın deyişiyle, Ankara ile Bakü arasındaki krizin önemli bir nedeni “iletişim yetersizliği”dir, Erdoğan bu nedenle daha sık ve direkt görüşülmesi gerektiğini söyledi ve mesajların iletilmesi için medyanın kullanılmamasını istedi.
Gene Başbakan’ın ifadesiyle, diplomaside kurallardan biri, müzakerelerin sonuçlanmasına veya olgunlaşmasına kadar, “gizliliğin sürdürülmesi”dir. Erdoğan açıkça, Türkiye ile Ermenistan arasındaki görüşmeler ilerlerken, Azerbaycan ile bütün bilgilerin tam paylaşılamadığını belirtti...
Türk diplomasisi Erivan ile temaslarını bu yılın başlarında yoğunlaştırmıştı. Bütün işaretler Ankara’nın Ermenistan’la ilişkileri normalleştirilmek için yeni bir strateji uygulamaya başladığını gösteriyordu.
Bu yeni politikanın temelinde iki fikir yatıyordu: 1) Ermenistan’la