Fransa’nın dönüşüne “evet”, ama...

14 Mart 2009

FRANSA Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy hafta içinde Türkiye’yi de yakından ilgilendiren, önemli bir karar açıkladı: Fransa, 43 yıllık bir aradan sonra, NATO’nun askeri kanadına dönmek niyetinde...
Bu karar her şeyden önce “Sarkozy Fransa’sı”nın dış politikadaki yönelişini sergilemesi bakımından anlamlı. Diğer bir deyişle, bu “niyet beyanı” Fransız diplomasisinin ibresinin giderek Washington’a doğru kaymakta olduğunun yeni bir göstergesi.
Sarkozy’nin bir Avrupa ülkesi olarak küresel bir rol oynama gayretini gösterdiği kadar, ABD ile birlikte bir “Transatlantik dayanışması” kurmaya çalıştığı açık.
Bu tabii, Fransa’nın 1960’lardan beri izlediği politikadan oldukça farklı. Cumhurbaşkanı General De Gaulle 1966’da, alerji duyduğu “Amerikan nüfuzu”na karşı, Fransa’nın “tam bağımsızlığı”nı korumak amacıyla, NATO’nun askeri kanadından çekilmişti. Gerçi Fransa NATO’dan ayrılmadı, Soğuk Savaş döneminde müttefikleriyle birlikte hareket etti; ama ABD’nin hâkim olduğu askeri örgütte yer almamayı yeğledi.
Ne var ki, yıllar sonra Avrupa’da ve dünyada çok şey değişti. Bu arada NATO yeni misyonlar üstlenmeye başladı. Ve Fransa, Bosna ve Kosova’dan Afganistan’a kadar dünyanın çeşitli yerlerinde

Yazının Devamı

Türkiye’nin İran girişimi

13 Mart 2009

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Tahran ziyaretini ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Ankara’daki görüşmelerinden hemen sonra yapması, resmi çevrelerde olmasa da medyada bazı abartılı beklentilere yol açtı.
Daha işin başında, Türkiye’nin ABD ile İran arasında “arabuluculuk” rolünü üstlendiğini ifade edenler oldu. Kimileri de bu misyonu “kolaylaştırıcılık” diye niteledi.
Böyle bir rol belki daha ileri aşamalar için söz konusu olabilir; ama Gül’ün İran liderleriyle temasları için bu terimleri kullanmak yersiz.
Bölgesel bir ekonomik konferans (ECO) için Tahran’a giden Cumhurbaşkanı’nın İran Devlet Başkanı Ahmedinecad ve hele İran’ın “rehber”i sayılan Ayetullah Hamaney ile görüşmesinin Bayan Clinton’un Ankara’daki temaslarının ardından gerçekleşmesi tabii ki önemli. Bu Gül’e, Obama yönetiminin İran’la ilgili yeni tutumunu ve beklentilerini bu iki lidere iletme fırsatını verdi.
Cumhurbaşkanı bu konuda İran tarafının ne düşündüğünü de doğrudan öğrenmek imkânını buldu ki, bu izlenimlerini önümüzdeki ay Ankara’ya gelecek olan Başkan Obama’ya aktarabilecek.
Kuşkusuz Türkiye’nin bu şekilde taraflar arasında görüş ve mesaj iletme rolünü üstlenmesi küçümsenecek bir iş değil. Ama bu,

Yazının Devamı

Amerika’yı “kazanmak” stratejisi

11 Mart 2009

DÜNKÜ yazımızda Obama yönetiminin “Türkiye’yi kazanmak” stratejisinin nedenlerini ve bu bağlamda Ankara’dan talep ve beklentilerini inceledik.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ardından Başkan Obama’nın önümüzdeki ayın başlarında Türkiye’yi ziyaret etmeye karar vermesi, dün sıraladığımız faktörlerden dolayı Türkiye’ye olağanüstü bir önem verdiğini, yani Türkiye’nin şimdi ABD’nin dış politikasında en öncelikli bir yer aldığını gösteriyor.
Peki, Türkiye’nin dış politikasında ABD’nin yeri nedir? “Yeni dönem”de “Ankara’nın Obama yönetiminden ne gibi talep ve beklentileri olacak? Bu dönem için öngörülen “stratejik ortaklığın” iyi işlemesi, iki ülkenin istek ve beklentileri arasında bir denge sağlanmasına bağlı...

ABD önceliği
TÜRK dış politikasında ABD yıllar boyunca (ve özellikle Soğuk Savaş döneminde) birinci yeri aldı. Zaman zaman ilişkilerde iniş-çıkışlar ve bu arada bazı ciddi krizler yaşandı; ama iki ülkenin ortak çıkarları ve birbirlerine olan ihtiyaçları daima öne çıktı...
Durum bugün de aynıdır. ABD’nin dostluğunu ve desteğini sadece Türkiye değil, bütün dünya (hatta Rusya’dan Çin’e, Suriye’den İran’a kadar ona rakip veya hasım ülkeler dahi) sağlamaya çalışıyor.

Yazının Devamı

Obama’nın “Türkiye’yi kazanmak” stratejisi

10 Mart 2009

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Ankara ziyaretinin ve Başkan Barack Obama’nın Türkiye’ye geleceği haberlerinin yarattığı heyecanla, herkes Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde -olumlu anlamda- “yeni bir dönem”in açılmakta olduğu konusunda birleşiyor.
Obama yönetiminin dış politikada öngördüğü değişiklikler çerçevesinde Türkiye ile son zamanlarda bozulan ilişkileri onarmak için ciddi adımlar atması bekleniyordu; ama doğrusu, yeni Başkan’ın daha Beyaz Saray’daki ilk haftalarında Türkiye’ye yönelik öylesine çarpıcı bir açılım yapacağı tahmin edilmiyordu.
Obama yönetiminin bu inisiyatifinin, tam da Washington başta olmak üzere çeşitli Batılı başkentlerde “Türkiye acaba Batı’dan uzaklaşıyor ve başka bir eksene doğru kayıyor mu” tarzında soruların sorulduğu bir zamanda gerçekleşmesi tesadüf olmasa gerek.
Bizce yeni Amerika yönetiminin bu açılımında Türkiye’yi “kaybetmemek kaygısı” veya daha doğrusu “Türkiye’yi kazanmak” amacının büyük payı vardır.
Bu da Obama yönetiminin neden ivedilikle “Türkiye’yi kazanmak” stratejisini benimsediği sorusunu gündeme getiriyor.

Ankara’nın rolü

Yazının Devamı

Dışlanan rejimlerle ilişkiler...

7 Mart 2009

SUDAN... Suriye... Hamas... İran... Bunlar öteden beri uluslararası camianın ve özellikle Batı dünyasının uzak durmaya veya dışlamaya çalıştığı ülkeler.
Türkiye’nin son zamanlarda izlediği dış politikanın göze çarpan özelliklerinden biri de, bu ülkelerle yakın ilişkiler kurması...
Hükümetin bu yeni yaklaşımı, şu iki argümana dayanıyor:
1) Türkiye artık çok boyutlu ve çok eksenli bir dış politika izliyor. Dış ilişkilerini kendi ulusal çıkarlarına göre yönlendiriyor. Bu zaman zaman Batılı dost ve müttefiklerinin tutumundan farklı çizgide olabilir; ama Batılılar da her zaman birlikte hareket etmiyorlar.
2) Bu ülkelerin rejimleri ve izledikleri politikalar muzır veya tehlikeli sayılabilir. Ama onları yola getirmenin çaresi dışlamak, izole etmek değil, aksine, onlarla bir şekilde diyalog kurmak, yani onları bir uzlaşma sürecine “angaje” etmektir.
Hükümetin yeni yaklaşımındaki esas mantık bu olmakla beraber, bunda AKP’nin ideolojik eğiliminin de bir ölçüde payının olduğunu eklemek gerek...

Yazının Devamı

Türkiye taraf değil, ama...

6 Mart 2009

İŞTE uluslararası arenada hukuk ile siyasetin örtüşmediği, hatta bazı hallerde karşı karşıya geldiği olaylardan biri daha: Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir ile ilgili verdiği karar...
BM tarafından kurulan bu mahkeme, Sudan liderini, 6 yıl önce ülkenin güneyindeki Darfur bölgesinde 300 bin sivilin ölmesine ve 2.5 milyon kişinin evsiz kalmasına yol açan kanlı olaylardan sorumlu tutmuş, onun aleyhinde “savaş suçu” ve “insanlığa karşı suç” nedeniyle bir tutuklama emri çıkarmıştır.
Bu karara göre, El Beşir’in hangi ülkede ve ne zaman olursa olsun, yakalanıp adalete teslim edilmesi gerekir.
Peki, bu mümkün mü?
Uluslararası mahkemenin emrinde bu kararı uygulayacak bir askeri veya polis gücü yok. Gerçi Sudan’da halen BM’ye bağlı toplam 24 bin kişilik bir uluslararası Barış Gücü görev yapıyor; ama bu askerler Lahey mahkemesinin kararını yerine getirmek yetkisine sahip değil.
Bu mahkemenin kuruluşuyla ilgili karara katılmayan birçok ülke de, bu karara uymayı düşünmüyor doğrusu. Afrika Birliği ve Arap Birliği üyelerinin çoğu, aynen Sudan hükümeti gibi, bu karara karşı çıkıyor.
Bu durumda mesele BM’ye tekrar getirilebilir ve Güvenlik

Yazının Devamı

Yardım sözü yetmez!

4 Mart 2009

VAAT edilen bağışların tutarı beklentilerin çok üstünde... İsrail saldırıları sonucunda yıkılan Gazze’nin yeniden inşası için, Mısır’ın Şarm el Şeyh kentinde toplanan 75 ülkenin liderleri, yaklaşık 4.5 milyar dolarlık bir yardım taahhüdünde bulundular.
En büyük bağış sözü, ABD’den geldi: Tam 900 milyar dolar... Suudi Arabistan’ın da içinde bulunduğu 6 Körfez ülkesinin toplam bağış vaadi 1.6 milyar dolar...
Şimdiye kadar çok sayıda ülkeden, bu kadar büyük miktarda bir yardım görülmemişti doğrusu.
Demek ki, Gazze’deki insanlık dramı, tüm dünya ülkelerini, bu ekonomik kriz döneminde dahi, kendi bütçelerinden hatırı sayılır paralar ayırmaya sevk edecek kadar sarsmış...
İyi de, bu paralar evleri yıkılan, perişan duruma düşen Gazzelilere hızla ulaşılabilecek mi?
Gerçek şu ki, Gazze halkı için bu sadece bir umut... Veya gerçekleşmesi zor bir beklenti...
Çünkü verilen yardım sözünün yerine getirilmesi yolunda pek çok engel var.

Yazının Devamı

Şimdi de Afrika’yı konuşuyoruz

3 Mart 2009

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün on gün önce Kenya ve Tanzanya’ya yaptığı ziyaret, dikkatleri Türkiye’nin “Afrika açılımı”na çekti. O günden beri dış politikayla ilgilenen çevrelerde ve medyada Afrika konuşuluyor ki, bu yeni bir gelişme.
Cumhurbaşkanı’nın seyahati, son zamanlarda Ankara’nın Sahra altı ile “ilişki kurma ve geliştirme” stratejisinin yeni bir aşaması.
Bu stratejinin temelinde yatan birçok faktör var. Kara Kıta zengin kaynaklarıyla büyük ekonomik potansiyele sahip. Bu bölgenin ülkeleriyle artık sadece eski kolonyal devletler değil, Çin’den İran’a kadar “yükselen” ülkeler de yakından ilgileniyor.
Türkiye şimdi Afrika’yı yeni keşfediyor. Bölge ülkelerinde ilk kez diplomatik temsilcilikler kurmaya hazırlanıyor, özellikle ekonomik alanda işbirliği olanaklarını araştırıyor. Türkiye’nin bu alanda bazı avantajları da var: Osmanlı döneminde, kurulan bazı ilişkilerin de etkisiyle, bölge insanlarının Türkiye’ye sempatisi, hatta güveni var. Bunu Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ne seçilmesi sırasında gördük. Afrika’nın 53 ülkesinden 51’i Türkiye’ye oy verdi.

Potansiyel büyük...
TÜRK diplomasisinin Afrika açılımı, daha ilk aşamasında. Diğer birçok ülkeyle (hatta İran’la)

Yazının Devamı