Yorum Tabii garsonun İskoç kökenli olduğunu anlamakta zorlanmadık. Sadece farklı şivesinden değil, bize İskoçya'yı göklere çıkaran bir diskur çekmesinden ötürü...Gerçekten İskoçlar, Britanya'nın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, her fırsatta kendi kimliklerini öne çıkarmakta gecikmezler.Aynı şey, belirli ölçülerde, Kuzey İrlanda ve Galler kökenli Britanyalılar için de söylenebilir."Birleşik Krallık"ta son zamanlarda bu kimlik duyguları bir hayli yükseldi. Özellikle Kuzey İrlanda'da ayrılıkçı hareket, yıllarca terör eylemleriyle kendini belli etti. Ancak hatırlanacağı gibi, Blair hükümetinin çabaları sonunda, bir çözüm bulundu ve o bölgede Britanya'ya bağlı kalmak koşuluyla, geniş özerkliğe sahip bir yönetim kuruldu... YILLAR önce Londra'da bir İngiliz meslektaşımla ünlü bir lokantada yemek yiyorduk. Servisi yapan şişmanca, kırmızı yüzlü, orta yaşlı garson ısmarladığımız bifteği nasıl bulduğumuzu sordu. Nefis olduğunu söyleyince, gururlu bir ifadeyle "Tabii ki öyle olacak, bu et İskoçya'dan geliyor" dedi! Şimdi İskoçya'da da milliyetçi akımın güçlenmekte olduğu, hatta bağımsızlık isteğinin de dile getirildiği görülüyor.Nitekim İskoçya'daki bölgesel yönetimin başındaki (ona "First
Yorum Genelde bölgede konjonktürün ve dengelerin sıkça değişmesi, diplomasiyi de "ince ayar" yapmaya ve hatta bazen zikzaklar çizmeye itiyor.Bu koşullar altında tarafsız davranma çabaları da, bazen ya tam başarılı olamıyor veya tarafların eleştirilerine yol açıyor...Türk diplomasisi de böyle durumlarda karşılaşıyor. Özellikle son dönemde daha aktif bir "bölgesel rol" oynamaya çalışan Ankara, zaman zaman uygulamada birtakım sıkıntılarla karşılaşıyor, temel hedeflerini değiştirmese de, stratejilerinde bazı düzenlemeler (veya düzeltmeler) yapmak ihtiyacını duyuyor... ORTADOĞU'da aktif bir politika izlemenin en büyük zorluğu, her zaman aynı yolda yürüyebilmek veya aynı ilkeli tavrı sürdürebilmektir. Bunun son örneklerinden biri, bu hafta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Ankara ziyareti vesilesiyle açıkça görüldü.Dün de belirttiğimiz gibi, bu çifte ziyaretin zamanlaması ve içeriği, Türk diplomasisi için önemli bir başarıdır. Dün, Peres ve Abbas'ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte "Ankara Forumu" çerçevesinde bir araya gelip önemli bir ekonomik işbirliği anlaşmasına imza atmaları, bunun ardından Meclis'e gidip konuşma yapmaları,
Yorum Bu ülkelerden biri Pakistan, diğeri de Gürcistan.Şu benzerliklere bakın: İki ülkede de, devlet başkanları güvenlik ve istikrarın tehlikede olduğu gerekçesiyle, olağanüstü hal ilan etti.İki ülkede de bu karar, halkın sokaklara dökülmesine ve güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelmesine yol açtı.Pakistan'da General Pervez Müşerref, Gürcistan'da Mihail Şaakaşvili, başta muhalefeti susturmak için sert davrandılar, anayasal hak ve özgürlükleri askıya aldılar, medyaya sansür uyguladılar...Ancak, iki ülkede de gerek içte muhalefetin ve geniş halk kitlelerinin direnişi, gerekse dıştan Batı'nın baskıları, liderleri geri adım atmaya zorladı.Sonuçta Gürcistan'da Şaakaşvili 2008 sonbaharında yapılması gereken başkanlık seçimlerinin 5 Ocak'ta gerçekleştirileceğini ilan etti. Ayrıca sıkıyönetime birkaç gün içinde son vereceğini bildirdi. Pakistan'da da, General Müşerref, parlamento seçimlerinin 15 Şubat'ta yapılacağını açıkladı. Ayrıca kendisinin de ordu başkomutanlığını bırakıp sadece sivil bir devlet başkanı olarak görevini sürdüreceğini ilan etti... Birbirlerinden binlerce kilometre uzaklıktaki iki farklı coğrafyada, farklı tarihe, kültüre ve sosyal yapıya sahip iki ülke... Ama, garip
Yorum PKK'nın giriştiği kanlı saldırılardan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir sınır ötesi harekâta girişeceğine ilişkin beklentiler çerçevesinde, böylece Kuzey Irak'taki Barzani yönetiminin de bir şekilde hedef alınabileceği izlenimi yaratılmıştı...Beyaz Saray'daki görüşmelerde, PKK'ya karşı mücadele bağlamında varılan mutabakat (istihbarat paylaşımı, sürekli istişare gibi) kamuoyuna açıklandı. Ancak bu buluşmadan sonraki resmi beyanlarda, PKK'ya yataklık eden veya ona destek sağlayan güçlere karşı bir önlem alınıp alınmayacağına değinilmedi.Tabii ki bu görüşmelerin -ve özellikle bunun "baş başa" bölümünün- ayrıntılarını bilemiyoruz. Ama Barzani yönetiminin bu konudaki tutumunun ve onun bundan sonra PKK ile mücadeledeki rolünün Oval Ofis'teki görüşmelerde tartışıldığını ve karşılıklı mesajların verildiğini tahmin etmek zor değil.ABD'nin Beyaz Saray randevusundan hemen önce Barzani yönetimi nezdinde girişimlerde bulunduğu (General Petraeus'un Kürt lideriyle görüşmesi dahil) ve onun desteğini sağlamaya çalıştığı, basına da yansıdı. Zaten bölgesel yöneticilerin son beyanları da, bir tavır ve üslup değişikliğinin işaretini veriyor. WASHINGTON'daki Bush-Erdoğan görüşmesinden önce
Yorum Bu soruyu doğru yanıtlamak için önce beklentilerin tam olarak ne olduğunu da sormak gerek.Eğer beklenen şey, ABD'nin derhal Kuzey Irak'ta PKK'ya karşı harekete geçmesi, bu arada kampları dağıtması ve terörist elebaşılarını yakalayıp Türkiye'ye teslim etmesi ise, Beyaz Saray'daki toplantıdan gözle görülür böyle bir sonucun çıkmadığı açık.Eğer bir başka beklenti, Başkan Bush'un Türkiye'nin Kuzey Irak'a karşı tek başına kapsamlı bir askeri harekâtını destekleyeceği taahhüdünde bulunması ise, bu da olmadı (hatta Bush böyle bir "faraziye" üzerinde konuşmayı reddetti)...Böyle beklentiler içinde olanların, yapılan açıklamalara bakarak, Washington'daki görüşmelerden tatmin edici, somut bir sonuç alınmadığını söylemeleri doğal.Ancak burada hata, başta beklenti çıtasının yüksek tutulması ve onun dışındaki herhangi bir mutabakatın değersiz sayılmasıdır.Doğru, Beyaz Saray'daki toplantıdan, ABD'nin PKK'yı yok etmek için derhal eyleme geçmekte olduğuna dair bir sinyal gelmedi. Buna karşılık iki konuda somut adımlar atıldığı açıklandı: Birincisi, ABD'nin Türkiye ile istihbarat bilgilerini paylaşması, ikincisi ise, iki ülke genelkurmay ikinci başkanlarının ve ABD'nin Irak'taki kuvvetleri
Yorum Müşerref'e göre, Pakistan'ın halen içinde bulunduğu şartlar karşısında "hareketsiz kalmak, intihar demek olurdu." Onun deyişiyle Pakistan'da terör, aşırılık, karmaşa, ülkenin güvenliğini ve birliğini ciddi şekilde tehdit ediyor. Yargı ve medyanın tutumu da, yönetimin işleyişini felce uğratıyor.General Müşerref bu gidişata son vermek için, olağanüstü hal ilan ederek fiilen anayasanın öngördüğü hak ve özgürlükleri askıya alıyor, muhalif siyaset ve kanun adamlarını gözaltına alıyor, medyaya sansür koyuyor, vs... Demokrasi mi, güvenlik mi? Bunlardan hangisi öncelik taşır? Pakistan Devlet Başkanı General Pervez Müşerref'in ülkede olağanüstü hal ilan ederken, ulusuna ve dünyaya sesleniş konuşmasında öne sürdüğü gerekçeler, kendisinin ikinci şıktan yana olduğunu ortaya koydu. Pratikte bu olanlar, Pakistan'da demokrasi sürecinin durdurulduğu anlamına geliyor. Oysa daha birkaç hafta öncesine kadar, önümüzdeki ocak ayında yapılacak genel seçimler için müsait bir ortam yaratılıyor, Benazir Butto Karaçi'ye dönüyor, hatta muhalefetle Müşerref arasında bir uzlaşmadan söz ediliyordu...Bu U-dönüşün en önemli nedeni, kuşkusuz Yüksek Mahkeme'nin hâlâ silahlı kuvvetlerin başı olan General
Yorum Tabii bunların başında ABD Dışişleri Bakanı C. Rice geliyor. Günlerdir beklenen bu ziyarette tartışılan esas konu, ABD'nin Kuzey Irak kriziyle ilgili tutumu...Rice'tan önce Ankara'ya gelen İran Dışişleri Bakanı M. Muttaki'nin görüştüğü konu da Tahran'ın Kuzey Irak bunalımı üzerindeki bir inisiyatifiyle ilgili.Konferans için İstanbul'a geçmeden önce Ankara'yı ziyaret eden BM Genel Sekreteri Ki-Moon ile de görüşülen başlıca sorun da aynı.İşte "Genişletilmiş Irak'a Komşu Ülkeler Konferansı" bugün Kuzey Irak krizinin gölgesinde gerçekleşiyor. Çırağan Sarayı'nda bir araya gelecek olan 17 ülkenin ve 5 uluslararası örgütün dışişleri bakanları veya üst düzey yetkilileri için esas konu, tabii ki, konferansın gündemindeki Irak'ın güvenliği, yeniden yapılanması gibi bu ülkenin geleceğiyle ilgili konular.Ancak önceki günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, dikkatler Kuzey Irak'taki olası gelişmeler üzerinde odaklandığı için, bu konferansla ilgili çalışmalar arka plana düşmüş oldu... Dün "Genişletilmiş Irak Konferansı'na dahil ülkelerin diplomatları Conrad Oteli'nde sonuç bildirgesi üzerindeki çalışmalarını sessizce sürdürürken, dikkatler bu toplantı vesilesiyle Ankara'ya gelen bazı
Yorum Bu konferans, Türkiye'nin öteden beri çok önem verdiği, hatta aktif katkılarıyla öncülüğünü yaptığı bir toplantı sürecinin ikinci aşaması.Her ne kadar resmi adı "Irak'a Komşu Ülkeler Konferansı" ise de, bu toplantı bölge dışındaki önemli ülke ve kuruluşların liderlerini bir araya getiriyor: BM Genel Sekreteri'nden Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesine, G8'lerden Arap Birliği'ne ve İslam Konferansı Örgütü'ne varıncaya kadar...Aslında Türkiye bu yılın başlarında bu geniş katılımlı konferansın ilk kez İstanbul'da yapılması için çok uğraşmıştı. Ancak özellikle Irak hükümetinin itirazları yüzünden, sonunda (mayısta) toplantı Mısır'ın Şarm el Şeyh tatil beldesinde yapıldı. Orada da ikinci buluşmanın İstanbul'da gerçekleştirilmesine karar verildi. EĞER Türkiye'de tüm dikkatler PKK'nın son saldırıları ve Kuzey Irak'a olası bir askeri operasyon üzerinde odaklanmamış olsaydı, bugünden itibaren İstanbul'da hazırlıkları başlayacak olan "genişletilmiş" Irak Konferansı, bambaşka bir ilgi görecekti... Kuşkusuz, Irak'ın ve Ortadoğu'nun geleceği açısından büyük önem taşıyan bu konferansa İstanbul'un ev sahipliği yapması, Türkiye'nin bölgesel rolünü ve etkinliğini göstermesi için iyi bir