Yorum Geçen cuma İran Devrim Muhafızları, Basra Körfezi'ndeki tartışmalı sularda 15 İngiliz denizcisini ele geçirdiğinde, Britanya hükümeti başta bu işi sükûnetle halletmeyi denemişti. Londra, denizcilerin bir an önce salıverilmesini sağlamak için, Türkiye başta olmak üzere, dost ülkeleri de devreye sokmuştu...Başta İran da işi sükûnetle, ama ağırdan ele almıştı. Tahran'a göre, İngiliz denizciler İran karasularına geçmişlerdi. Onlar ancak Britanya hükümetinin bu ihlali itiraf etmesi ve özür dilemesi halinde serbest bırakılabilirdi...Bu noktada krizin önlenmesi için harcanan çabalardan bazı olumlu sinyaller gelirken (örneğin kadın denizcinin salıverileceği söylenirken) bir dizi terslik oldu: İran, kadın denizciyi TV'de başörtülü olarak görüntüledi ve İngilizlerin İran karasularına girdiğini itiraf eden bir mektubunu da yayımladı.Bu kışkırtıcı görüntüler İngilizlerin mutat soğukkanlılıklarını kaybetmesine yol açtı. Bu kez İngiltere meseleyi BM'ye ve AB'ye taşıdı. Ne var ki İran uluslararası camianın uyarılarına ve çağrılarına pek kulak asmadı ve oyununa devam etti... Yüzyılların deneyimine sahip olan İngiliz diplomasisi, kendine özgü soğukkanlılığını bu kez koruyamadı ve sonuçta
Yorum Bu bakımdan Suudi Arabistan'ın ev sahipliği yaptığı Birlik toplantısının devlet başkanları ve başbakanlar düzeyinde gerçekleşmiş olmasını anlamlı bir gelişme saymak gerekiyor.Riyad'daki bu zirvenin diğer önemli bir özelliği de, "genişletilmiş" bir formatta yapılmış olmasıdır. Arap Birliği'nin üyelerinin yanı sıra, bu kez 2 günlük konferansa Arap olmayan bazı ülkeler ve kuruluşlar konuk olarak katıldılar: Türkiye, İran, Pakistan, Malezya ve Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi... ARAP Birliği'nin toplantıları genelde birlik ve beraberliğin sergilenmesiyle tanınmaz. Geçmişte birçok konferanslarda Birliğin 21 üyesi arasında anlaşmazlıkların açıkça ortaya çıktığı görülmüştür. Nitekim bu yüzden yıllardan beri Arap Birliği "zirve" toplantıları düzenlemekten çekinmiştir. BM zirveden Arap Birliği'nin birlik içinde hareket ettiği başlıca konu, Arap-İsrail anlaşmazlığıyla ilgili. Aslında Suudi Arabistan'ın Riyad'da bu düzeyde bir toplantı düzenlemesinin nedeni de budur. Gerçi "genişletilmiş konferans"ta -Irak'tan Darfur'a, Lübnan'da Somali'ye kadar- başka ivedi sorunlar da tartışıldı. Ama bir zirvenin düzenlenmesine de esas neden olan bir numaralı sorun, Arap-İsrail uyuşmazlığıyla
Yorum Bu olağanüstü olay, Kuzey İrlanda'nın başkenti Belfast'ta, Stormont şatosunda gerçekleşiyor. Kuzey İrlanda halkının geleceğini belirlemek için bir araya gelen iki liderden biri, Protestan din adamı ve şimdiki Demokratik Birlik Partisi'nin başkanı, 81 yaşındaki Dr. Ian Paisley... Diğeri ise, Katolik azınlığın önde gelen isimlerinden, terörist IRA'nın siyasi kanadı Sinn Fein'in önderi, 59 yaşındaki Gerry Adams...Dünyanın birçok yerlerinde din, ırk, mezhep farkından doğan, çatışmaların cereyan ettiği bir ortamda, Belfast'ta iki eski düşman kesimin bu şekilde barışması, herkese örnek olacak tarihi bir gelişme... YILLARCA birbirleriyle savaşan, farklı mezheplere mensup iki karşıt grubun liderleri eski bir şatoda yüz yüze görüşmelerden sonra, kanlı geçmişe son vermek ve yeni bir ortak yaşam başlatmak için anlaşıyorlar... Yeni bir geleceğe imza atan bu iki lider, aslında sert ve uzlaşmaz davranışlarıyla tanınıyordu. Başında bulundukları topluluklar ise birbirine karşı düşmanca ve nefretle bakıyordu.Katoliklerin bayraktarlığını üstlenen IRA, 1960'larda şiddet kampanyasını başlattığı zaman, gerekçesi Kuzey İrlanda'daki bu azınlığın Protestanlar ve İngilizler tarafından ezildiği
Yorum Eğer iki ülke arasında bir düşmanlık yoksa, bu "olay" gerginliğe yol açmadan kapanır: Taraflardan biri özür diler, gemiye el konmuşsa veya denizciler yakalanmışsa, bunlar da hızla iade edilir...Ne yazık ki İran'ın geçen cuma günü, Körfez'in tartışmalı sularında 15 İngiliz denizcisini yakalayıp tutuklaması olayı, bu kategoriye girmiyor.Aksine, bu "sıcak" olay, sadece birbirine iyi gözle bakmayan İran ile İngiltere arasında ciddi bir kriz yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda bölgede ve hatta bütün dünyada yeni bir gerilime yol açıyor. BÖYLE olaylar zaman zaman olur. Bir ülke, yabancı bandıralı bir geminin kendi karasularını ihlal ettiğini öne sürebilir. Tıpkı o geminin ait olduğu ülkenin böyle bir ihlalin söz konusu olmadığını iddia etmesi gibi... Şimdi varılan noktada, İran 15 İngiliz denizcisini "esir" almanın avantajını kullanıyor. İngiltere'nin bütün girişimlerine rağmen tutsaklarla ilgili niyetleri hakkında açık vermiyor.Bu da birtakım spekülasyonlara yol açıyor: Ola ki Tahran bu rehineleri bir "koz" olarak kullanacak. Örneğin bu İngilizleri ABD'nin geçen ocak ayında Irak'ta ele geçirdiği İranlı diplomatlarla "takas" etmek isteyecek... Veya İstanbul'da kaybolduğu (veya
Yorum AB Dönem Başkanı ve ev sahibi Almanya, isteseydi üyelik yolundaki Türkiye'yi gözlemci veya konuk olarak davet edebilirdi. Önümüzdeki 50 yıl içinde bile Türkiye'nin üyeliğinin gerçekleşeceğine inanmayan Şansölye Merkel, böyle bir jest yapmaya lüzum görmedi. Eminiz ki eğer dönem başkanı ve ev sahibi İngiltere veya İspanya ya da İtalya olsaydı, ta 1963'ten beri bu topluluğun içinde yer almak için uğraşan Türkiye, bu önemli kutlamanın dışında tutulmazdı...Berlin deklarasyonuna gelince, bu belge de Türkiye'yi cesaretlendirecek bir ifade taşımıyor. Deklarasyonda "genişleme"nin lafı bile edilmiyor, sadece "dışa açıklık" terimi muğlak şekilde kullanılıyor...Bu iki örnek AB'nin 50'nci yıldönümünde, Türkiye'ye olumlu herhangi bir mesaj vermek istemediği şeklinde yorumlanabilir. Ne var ki AB'nin şu andaki önceliği Türkiye değil. Birliğin kendi yapısı ve fonksiyonlarıyla ilgili başka sıkıntıları var. Her kafadan bir sesin çıktığı bir ortamda, AB yöneticileri "genişleme meselesini bir süre uyutmak" eğiliminde. AB'nin 50'nci yaş günü kutlamalarına ve bu vesileyle yayımlanan Berlin deklarasyonuna bakıp başlıktaki soruyu yekten "evet" diye yanıtlamak mümkün. Berlin'deki tören ve
Yorum Türkiye kampın PKK tarafından kullanıldığı gerekçesiyle bir an önce kapatılmasını istiyor. Ancak Mahmur Kampı, bugün çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 11 bin nüfuslu bir kasabaya dönüşmüş durumda. Dolayısıyla, kampın kapatılmasından sonra, "mülteci" statüsündeki bu insanların nereye gideceği meselesi ortaya çıkıyor.Irak makamları, bunları kendi topraklarında yerleştirmek olanağına sahip olmadıklarını ve şu anda ülke içinde evlerinden olmuş yüz binlerce Iraklının akıbetiyle meşgul olmak zorunda bulunduklarını belirtiyorlar.BM'ye bağlı Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Mahmur Kampı'nın kapatılması fikrini benimsemekle beraber, önce bu insanların geleceğiyle ilgili bir çözüm planının belirlenmesi gerektiğini savunuyor.BMMYK'nin yanı sıra Türkiye ve Irak'ın dahil olduğu "üçlü" bir toplantı, bu ayın başlarında Cenevre'de yapılmış ve çözümle ilgili görüşler tartışılmıştı.17-18 Nisan'da Cenevre'de milyonlarca Iraklı mültecinin durumunu görüşmek için düzenlenecek olan ve 160'tan fazla ülkenin bakanlar düzeyinde temsil edilmesi beklenen bir konferans vesilesiyle Türkiye, Irak ve BMMYK "üçlüsü"nün ayrıca toplanıp Mahmur Kampı sorununu ele alması bekleniyor. Bu toplantıda
Yorum Kimine göre, AB büyük bir "başarı öyküsü", kimine göre ise "gerçekleşememiş bir hayal"...Bizim çıkardığımız bilançoda AB'nin "aktif"i, "pasif"inden daha ağır basıyor. Yani bizce bardağın dolu tarafı, boş kısmından daha fazla...Kuşkusuz AB'nin 50 yıllık performansını ve bugünkü halini eleştirmek için İngiliz "Independent" gazetesinin manşetini tersinden ele alırsak, "50 neden" bulmak mümkün.Siyasal alanda AB tökezliyor, bir anayasa üzerinde bile anlaşamıyor, kendi iç meselelerinde olduğu gibi dış konularda da gerçek bir "birlik" sağlayamıyor...Ekonomik alanda da AB'nin halen çok kimseyi tatmin etmediği gözleniyor. İşsizlik, durgunluk, ayrıca göçten kaynaklanan sorunlar, azınlıklarla sürtüşmeler, Birliğin yeni "kronik rahatsızlıkları"nın başında yer alıyor... ÖNÜMÜZDEKİ pazar 50'nci kuruluş yıldönümünü kutlayacak olan AB konusunda, son günlerde yapılan değerlendirmeler, "bardağın boş veya dolu kısmı" tartışmalarına yol açıyor. Bunların hepsi doğru. Ama AB'yi sadece bu açıdan değerlendirmek yanlış...AB 20'nci yüzyılın en büyük projelerinden biridir ve bunun -bütün aksamalara rağmen- yaşama geçirilmiş olması, tarihi bir olaydır.Fransa ve Almanya'nın savaş dönemini geride bırakıp
Yorum Tabii gönül arzu eder ki bu olay Filistin-İsrail uyuşmazlığına son verecek ve kalıcı bir barışın yolunu açacak bir başlangıç olsun...Ama açıkçası, Filistinli iki rakip grubun bir iktidar ortaklığı kurmakta gösterdikleri başarının, bir Filistin-İsrail uzlaşmasına yansıması olasılığı şu anda oldukça zayıf görünüyor...Hatırlanacağı gibi, Hamas Ocak 2006'da seçimleri çoğunlukla kazanıp tek başına hükümeti kurabilmişti. Ancak, İsrail'e karşı takındığı tavır ve benimsediği şiddet politikası yüzünden, izole oldu. Filistin halkının uluslararası boykottan ötürü içine düştüğü zor durum, El Fetih'in siyasi atağa geçmesini kolaylaştırdı. Sonunda, çoğunluğa sahip olduğu halde Hamas, rakibiyle ortak bir hükümet kurmak zorunda kaldı. HAFTALARCA süren pazarlıklardan -ve bu arada bazı kanlı çatışmalardan- sonra, Hamas ile El Fetih'in nihayet uzlaşarak bir milli birlik hükümeti kurması, Filistin'in geleceği için olduğu kadar, bölgenin istikrarı için de önemli bir gelişmedir. İlk bakışta bu uzlaşmada Hamas esas taviz veren taraf olarak görünüyor. Ne var ki iktidarı El Fetih ile paylaşmakla beraber, Hamas esas tavrından ve görüşlerinden pek geri adım atmış değil. Nitekim Hamas lideri Başbakan