Daha düne kadar bölgede bir "Sünni-Şii kamplaşması"ndan, hatta Şii karşıtı bir Sünni gruplaşmasından söz ediliyordu. Bu bloklaşmanın, bir yandan Suudi Arabistan-Mısır-Ürdün (Sünni) ekseninde, diğer yandan da İran-Suriye-Lübnan (Hizbullah) ekseninde oluşmakta olduğu gözleniyordu...Bu bağlamda Pakistan'ın önayak olduğu ve Türkiye dahil 7 ülkeyi bir araya getiren bir Ortadoğu girişimine (İran ve Suriye'yi bunun dışında tuttuğu için) "Sünni ittifakı"nın bir parçası olarak bakanlar dahi oldu...Aslında böyle kesin bir cepheleşmeden veya ittifaktan söz etmek doğru değildi. Nitekim daha geçen haftaya kadar böyle bir bölgesel kamplaşmadan bahsedenler, şimdi Suudi-İran yakınlaşması karşısında, yanıldıklarını fark ediyor olmalı... ORTADOĞU öteden beri siyasal dengelerin sürekli değiştiği bir bölge olarak bilinir. Son zamanlarda bu değişikliğin hızının arttığını görüyoruz. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ile Suudi Kralı Abdullah'ın Riyad'da bir araya gelmiş olmaları dahi, önemli bir gelişme. Resmi açıklamada, İslam dünyasını bölen her türlü "fitne"ye karşı iki ülkenin işbirliği yapacağı belirtiliyor. Ahmedinecad birçok konuda iki tarafın görüş birliği içinde olduğunu söyledi.Şimdi bütün
ABD'nin yakında Irak konusunda İran ve Suriye'nin de yer alacağı bir uluslararası konferansa katılacağı haberi, böyle bir izlenim yaratıyor.Bu ayın ortalarında yapılması planlanan konferansın ev sahipliğini Bağdat yapacak. Katılımcılara resmi "davetiye" de Irak hükümetinden geliyor zaten. Ancak, bunun esas "sponsoru"nun ABD olduğu herkesçe biliniyor...Irak'taki çatışmalara son vermek ve soruna kalıcı bir çözüm bulmak amacıyla planlanan bu konferans iki aşamada yapılacak. İlk aşamada Türkiye dahil Irak'a komşu ülkeler, ABD başta olmak üzere Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi, Arap Birliği ile İslam Konferansı Örgütü temsilcileri Bağdat'ta büyükelçiler düzeyinde bir araya gelecekler.Ardından, ikinci aşamada bu ülkelerin dışişleri bakanları -büyük olasılıkla İstanbul'da- toplanacaklar. Böylece ABD Dışişleri Bakanı Rice, bu vesileyle ilk kez İranlı ve Suriyeli meslektaşlarıyla aynı masanın etrafında yer alacak. Bu toplantının, kısaca G-8 diye bilinen sanayileşmiş ülkelerin de davet edilerek daha geniş tutulması düşünülüyor. ABD'nin Irak stratejisi, savaş alanından diplomasiye dönüş yönünde değişiyor mu? Aslında Irak sorununa çözüm için "komşu ülkelerin" bir araya gelmesi fikrini 2 yıl
Dışişleri Bakanı'nın Avrupa işleriyle ilgili danışmanı Ahmet Sever'in önayak olduğu bu girişim, sadece 22 Türk kökenli Avrupalı milletvekilini Türkiye'ye getirmekle kalmıyor -değişik ülkelerde yaşadıkları için- onların birbirleriyle tanışmalarını da sağlıyor.Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka ve İsveç'ten gelenlerin çoğu ulusal parlamentolara mensup. Bir kısmı (özellikle Almanya'dakiler) eyalet meclisi üyesi. Aralarında bakan olan dahi var (Belçika Bölge Bakanı). Çoğunluğu Sosyal Demokrat olmak üzere, çeşitli partilere de mensup...Avrupa'daki Türk kökenli siyasetçilerin Ankara'ya davet edilmesinin amacı, Türkiye ile bu parlamenterler arasında bir bağ kurmak ve onların bulundukları ülkelerde Türkiye'ye yardımcı olmalarını sağlamaktır. Diğer bir deyişle, Ankara, Avrupa'da şimdi Türk kökenlilerin oluşturmaya başladığı "siyasi güç"ten yararlanmayı umuyor. Olayın kendisi, bir "ilk" olması açısından ilginç: Çeşitli Avrupa ülkelerinin ulusal veya bölgesel parlamentolarına seçilen Türk kökenli politikacılar, Ankara'ya davet ediliyorlar. Başkentte Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve diğer bakanlık yetkilileriyle görüşüyorlar. Ardından İstanbul'a gelip bir grup gazeteciyle yemek yiyip
İlk bakışta şu soru akla gelebilir: Ankara ile Tahran arasındaki yakınlaşmanın yeni boyutlar almasının, İran'ın BM Güvenlik Konseyi'nin, nükleer programıyla ilgili ültimatomunu reddetmesiyle ne alakası var?İran bir kez daha BM'ye meydan okumakla, uluslararası camia tarafından "cezalandırılmak" olasılığıyla karşı karşıya. Şimdi Güvenlik Konseyi'nin İran'a karşı daha ağır yaptırımlar uygulaması söz konusu. Bu arada Körfez'de sular kaynıyor, ABD'nin İran'a karşı askeri bir harekât planladığı lafları dolaşıyor...Kuşkusuz bu "kötü senaryolar" gerçekleşmeyebilir. Bakarsınız diyalog kurulur, uzlaşmaya varılır... O zaman Ankara da rahatça İran politikasını geliştirmeye devam eder.Aksi halde Türkiye epey zorlanacak, belki de bir açmazla karşı karşıya kalacaktır... İran "nükleer krizi"nin patlamaya yüz tuttuğu bir sırada, Türk-İran ilişkilerinde bazı yeni açılımların ilan edilmesi, zamanlama olarak kötü bir tesadüf... İran'la ilgili son açılım, hafta başında İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki'nin Ankara ziyaretinde gerçekleşti.Son aylarda iki ülke yetkilileri arasında epey temas oldu; ancak Muttaki'nin Ankara'daki görüşmeleri ilişkilerin yeni boyutlar almakta olduğunu ortaya
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, bu konuda kararını açıklarken, uluslararası camiaya da şöyle seslendi: "Bizimle dost olun. Yoksa siz rezil olursunuz"!..Güvenlik Konseyi 23 Aralık'ta 1737 sayılı kararını oybirliğiyle aldığı zaman, İran'a verilen mühlet içinde tavrını değiştirmezse, daha ağır yaptırımlara maruz kalacağı uyarısında bulunmuştu.İşte şimdi Ahmedinecad bu uyarıya da meydan okuyor ve nükleer politikasını bildiği gibi sürdüreceğini ilan ediyor.O halde bundan sonra ne olacak? ABD ne yapacak? BM ne gibi yeni önlemler alacak?Mesele döndü dolaştı, tekrar geçen aralık ayındaki kritik noktaya geldi... BM Güvenlik Konseyi'nin İran'a, nükleer programı çerçevesinde uranyum zenginleştirme çalışmalarını durdurması için verdiği 60 günlük sürenin dolması üzerinde Tahran'dan gelen mesaj şu oldu: Ültimatoma ret: İşe devam... Diplomasiden umut kesilmez; ama herhalde önümüzdeki günlerde diyalogdan çok, sürtüşme olasılıkları konuşulacak.Washington'dan bunun sinyalleri gelmeye başladı bile... ABD, bu hafta Körfez'e ikinci uçak gemisini sevk etti. Kuveyt, Bahreyn ve Arap Emirlikleri'ndeki Amerikan üslerinde bir hareketlenme var. Bu arada BBC'nin haberine göre, Pentagon İran'a karşı olası bir
Üyesi bulunduğu AB başta olmak üzere, çeşitli forumlara bu "yeni dava"sını taşıyan Kıbrıs Rum lideri, bugün Atina'da. Arzusu ve beklentisi, Yunanistan'ın bu büyük proje üzerinde kendisine arka çıkması...Bu gerçekleşecek mi?Çok kuşkulu. Atina'dan gelen haberler, Karamanlis hükümetinin bu işe bulaşmak istemediği yönünde. Bunun nedeni de açık: Vaktiyle Ege'de petrol arama çabaları yüzünden Türkiye ile neredeyse savaşın eşiğine gelen Yunanistan, son dönemde düzelen ilişkileri tehlikeye düşürmek ve yeni bir krize yol açmak istemiyor.Yunan hükümetinin Papadopulos ile bugünkü görüşmelerde ortaya koyacağı tavır, önemli. Hem Rum yönetiminin bundan sonra bu konuda atacağı adımları etkilemesi açısından, hem de Türk-Yunan ilişkilerinin geleceğine yön vermesi bakımından... GEÇEN hafta Lefkoşa'nın Rum kesiminde parlak bir törenle Doğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arama projesinde ilk önemli adımı atan Papadopulos yönetimi, Türkiye'nin itirazlarına rağmen, uluslararası destek arayışına hız veriyor. Papadopulos'un Doğu Akdeniz'de petrol-gaz arama projesinde ilk attığı adımlarda bazı başarılar kaydettiği bir gerçek. Mısır ve Lübnan ile "münhasır ekonomik bölgeler" belirlemek için varılan
İlk bakışta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt'ın, Başbakan Erdoğan'ın ve Dışişleri Bakanı Gül'ün -PKK ve Kerkük boyutlarıyla- Kuzey Irak sorunu konusunda söylediklerinde, birbirine ters düşen ifadeler görmek mümkün.Örneğin Başbakan, Iraklı Kürt liderlerle bir diyalog kurma bağlamında "Neden olmasın?" derken ve Dışişleri Bakanı da "Önce siyasetin yapacağı şeyler var" gibi bir ifade kullanırken, Genelkurmay Başkanı, "PKK'ya destek verenlerle ne konuşacağız?" diye soruyor.Ancak bu demeçler, ayrıntılarıyla -ve de yönetilen sorularıyla birlikte- dikkatle okunduğunda, "Hükümetle asker arasında derin bir çatlak"tan söz etmenin pek de doğru olmadığı anlaşılır...Bu konuda Genelkurmay Başkanı'nın "asker", Başbakan'ın "siyasetçi" ve Dışişleri Bakanı'nın da "diplomasinin başı" sıfatıyla konuşup pozisyonlarının gerektirdiği vurguyu yaptıklarını dikkate almak gerek. Demeçleri nasıl okuduğunuza bağlı. Çelişkili de bulabilirsiniz, tamamlayıcı da... Aslında Türkiye'nin (sivili ve askeriyle) isteği, Kuzey Irak'la ilgili meselelerin ve özellikle PKK'nın oradaki varlığının barışçıl yoldan halledilmesidir. Ankara aylardan beri özellikle ABD ile temas halinde bu konuda bir ilerleme kaydedilmesini
Kuşkusuz Türkiye yeryüzündeki tek veya en önemli ülke değil. Ama bugünkü konjonktürde diğer pek çok ülkeden daha fazla önemsendiği, bu tür ifadelerin de iltifat olsun diye değil, bir gerçeği vurgulamak için kullanıldığı da bir gerçek.Türkiye'ye önem atfedilmesinin birçok nedeni var: Coğrafi konum bunlardan biri. Türkiye halen başlıca dünya olaylarının odak noktası olan stratejik bir bölgede, yani Ortadoğu-Kafkasya-Balkanlar üçgeninde...Türkiye'nin diğer bir özelliği, bir yandan Batı ittifakı içinde yer alması, Avrupa ile entegre olmaya çalışması, diğer yandan da komşu ülkelerle ve İslam dünyasıyla güçlü bağlarının bulunmasıdır.Buna Türkiye'nin geniş nüfusunun büyük çoğunlukla Müslüman olmasını, ancak laik ve demokratik yapısıyla da farklı bir özellik taşımasını eklemek gerek. Nihayet Türkiye'ye önem kazandıran nitelikleri arasında, büyük bir askeri güce ve hızla gelişen, dinamik bir ekonomiye sahip olması da yer alıyor.Kuşkusuz dış dünyanın Türkiye ile ilişkilerinde bu özellikler ve bu önem, belirleyici bir rol oynuyor. Ancak bunun Türkiye açısından da verimli olması, Ankara'nın bu önemi iyi değerlendirmesine ve olanakları doğru yönde kullanmasına bağlı. Bunun temel koşullarından