Devrik Irak liderinin işgal rejimi altındaki yargılanmasının ve ölüm cezasına çarptırılmasının adalete ve insan hakları normlarına uygun düşüp düşmediği tartışılabilir. Nitekim tartışılıyor da...Ancak bu saatten sonra düşünülmesi gereken konu, Saddam'ın bu şekilde yok olmasının Irak'ın geleceğini nasıl etkileyeceğidir. İdam, zaten iç savaşa sürüklenen Irak'ı daha da karıştıracak mı, yoksa istikrarın kurulmasını sağlayacak mı?Kuşkusuz Irak'ta Saddam'ın idamını isteyenler çok: Baskı ve katliamlara maruz kalan özellikle Şiiler, Kürtler, hatta Türkmenler...Ancak idamın kısa vadede -bu kez Saddam yanlısı Baasçıların ve Sünni militanların- yeni şiddet eylemlerine yol açacağını tahmin etmek zor değil. Bunun sonuçta toplumsal ve siyasal dengeleri büsbütün sarsması da çok muhtemel. SADDAM Hüseyin'in idamı an meselesi. Dün gece Bağdat'tan gelen haberlere göre, bunun bu sabaha karşı gerçekleşmesi olasılığı var... Bütün bunların Irak'ta toplumsal uzlaşma ve siyasal yapılanma sürecinin rayına oturması beklenen bir noktada olması, ilerisi için umutları zayıflatıyor.Kuşkusuz ABD'nin yılın başlarında Irak konusunda kararlaştıracağı strateji, belirleyici olacak. Başkan Bush Baker-Hamilton
Türk diplomasisi yıl boyunca karşılaştığı eski ve yeni sorunlarla baş edebilmek, sesini duyurmak ve aktif bir rol sahibi olmak için büyük çaba harcadı.Bu çabaların başarılı olduğu durumlar oldu, istenen sonucu vermediği zamanlar da...Dış politikada -diğer alanlarda olduğu gibi- her girişimin ve çabanın, herkesi tatmin edecek sonuçlar vermesi beklenemez tabii...2006 bilançosu bu açıdan değerlendirilirse, -sonuç her zaman arzulandığı biçimde gerçekleşmemiş de olsa- performansın genelde oldukça iyi olduğu söylenebilir.* * *Yıl içinde Türk dış politikasına hâkim olan belli başlı konularla ilgili gelişmelere kısaca bakalım: Sona ermek üzere bulunan 2006 yılı, Türkiye'nin dış politikası açısından, oldukça hareketli, zaman zaman sıkıntılı, genelde zor bir sene oldu. AB ile bütünleşmek, 2006'da Türk dış politikasının öncelikli ve ağırlıklı hedefi oldu. Ankara bu çabalarında bazen umutlandı, bazen hüsrana uğradı. "Tarama" işleminin ardından ilk dosyanın masaya gelmesiyle, "üyelik için müzakere süreci" resmen başlamış oldu.Ne var ki, Kıbrıs Rum tarafının manevraları, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerin engellemeleri, bu süreci tehlikeye soktu. "Tren kazası"nı önlemek için harcanan çabalar
Bu çokuluslu gücün misyonu, Somali'de patlak veren iç savaşı durdurmak ve ülkeyi istikrara kavuşturmaktı.Ne var ki, ABD'nin müdahalesi sonucunda çatışmalar daha da şiddetlendi ve BM askerleri de ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.O günden sonra sadece Türkiye'de değil, genel olarak dünyada Somali'nin lafı pek edilmez oldu. Oysa ülke için için kaynamaya devam etti. "Savaş lordları" ve İslami radikal gruplar arasında çatışmalar giderek şiddetlendi.Bu yılın ilk yarısında "İslami Mahkemeler Birliği" savaşçıları, ülkenin birçok bölgesine ve başkent Mogadişu'ya hâkim oldular. Meşru sayılan geçici hükümet ise, kontrolü kaybetmeye başlayınca, komşusu Etiyopya'dan destek istedi. O da, Somali hükümetine askeri yardım sağlamakta gecikmedi. Bu hafta daha da ileriye giderek Somali içindeki İslamcı güçleri havadan ve karadan vurmaya başladı.İşte böylece yeni bir savaşa sahne olan "Afrika Boynuzu", dünyanın dikkatlerini çekti... Somali'nin adını, Türkiye'de çoğumuz belki de ilk kez, Org. Çevik Bir'in BM Barış Gücü'nün komutanı olarak bu Afrika ülkesinde görev yaptığı 1993'te duymuştuk. Bu savaşın gerçek nedenleri nedir ve sonuçları -sadece o bölge için değil bütün dünya için de- ne
Konseyin kabul ettiği 1737 sayılı karar, İran'a karşı uygulanacak yaptırımlarla ilgili. Ancak, bu yaptırımların kapsamı oldukça dar, etki gücü de bir hayli zayıf.Bu kararda ekonomik veya ticari ambargo kabilinden bir tedbir yok. Karar sadece İran'a uranyum zenginleştirmeye (ve muhtemelen atom bombası üretimine) yarayacak nükleer malzeme ve teknolojinin satılmasını yasaklıyor. Bir de, ekli bir listede adları bildirilen nükleer programla doğrudan ilgili İranlı 10 kurumun ve 12 şahsın yurtdışındaki mal varlığına el konmasını öngörüyor. BM Güvenlik Konseyi'nin 15 üyesi, haftalarca süren müzakerelerden sonra İran'la ilgili kararı oybirliğiyle alabilmiş olmaktan memnunlar. Ama, herhalde bu kararın pratikte fazla bir işe yaramayacağını da biliyorlardır.... İran sert bir şekilde eleştirdiği Güvenlik Konseyi'nin bu kararına açıkça meydan okuyor. Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, "İsteseler de, istemeseler de İran nükleer bir ülkedir" derken, Natanz'daki nükleer tesislerinde uranyum zenginleştirme programını hızla devreye sokmuş bulunuyor.Konsey, kararın uygulanması için İran'a iki aylık bir mühlet verdi. Bu sürenin sonunda Konsey daha ağır yaptırımlara gerek görüp görmediğini
Bu farklılık özellikle Irak ve Filistin konularında kendini belli etti. Bazı Batılı analistler, bunu Türk dış politikasında bir değişiklik olarak görüyorlar ve Ankara'nın bölgesel sorunlarda -Batı'nın hoşuna gitmese de- artık kendi sesini yükseltmekten çekinmediğini belirtiyorlar.Başbakan'ın çıkışlarının zamanlamasına dikkati çeken bazı diplomatlar ise, bu yeni tavrın "Türkiye'nin AB'nin ve de ABD'nin davranışlarından duyduğu düş kırıklığı ve hoşnutsuzluk" ile ilintili olup olmadığını sorguluyorlar.Aslında Erdoğan'ın şu sözü, bazı Batılıların duyduğu kuşkulara da bir cevap oluşturuyor: "Bizim kendimize ait tezimiz olamaz mı? Bizim resmi tezimize siz de saygılı olun"... Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ABD gezisi sırasında verdiği demeçler, Ortadoğu ile ilgili bazı temel meselelerde, Türkiye'nin Batı'dan farklı görüşlere sahip olduğunu açıkça ortaya koydu. Türkiye ile ABD ve bazı Batılı ülkeler arasında görüş ayrılıklarını ortaya koyan belli başlı konulara bakalım. Başbakan Irak'taki durumun vahametini anlatırken, "iç savaş"tan söz etti. Bu, Bush yönetiminin kullandığı lisandan farklı bir ifade. Ancak Washington'da da Irak'taki durumu "iç savaş" olarak nitelendiren çok önemli kişiler
Dünkü "Washington Post" gazetesinde yayımlanan söyleşisinde Bush, böylece ağız değiştirerek, Pentagon generallerinin son günlerde kullandığı ifadeleri benimsemiş oluyor.Söyleşiyi yapan Michael Abramowitz'e göre, Başkan'ın söylediklerinde Irak'taki ABD kuvvetlerinin çekilmesine ilişkin bir "takvim yok", Suriye ve İran gibi bölge hükümetiyle Irak krizi konusunda bir "diyalog kurma niyeti yok", Baker-Hamilton raporundaki tavsiyelere uyma eğiliminin "bir işareti yok"... Sadece bu savaşı "kazanma" kararlılığı var. Bunun için de Irak'taki Amerikan askerlerinin sayısını artırmak arzusu var... DAHA geçen ay Irak konusunda "Kesinlikle kazanıyoruz" diyen ABD Başkanı George W. Bush, şimdi "Ne kazanıyoruz, ne kaybediyoruz" şeklinde konuşuyor. Bush açıkça Irak'taki asker sayısını artırma "eğiliminde" bulunduğunu söylüyor. Geçici bir süre için (6-8 ay) 15 ila 30 bin kişilik bir takviye gücünün gönderilmesi söz konusu. Başkan, kesin karar için, dün Irak'a giden yeni Savunma Bakanı Robert Gates'in Washington'a dönüşünü bekleyecek.Bush ve generalleri, belki Irak'a takviye birlikleri göndermeyi, savaşı "kazanmak" veya "kaybetmemek" için taktik bir harekât olarak görüyorlar. Bunun gerçekten "askeri"
Gazetenin muhabirlerinden Kerin Hope, adanın iki kesimini ayıran Yeşil Hat'ın adeta bir uluslararası sınır haline geldiğini, iki toplumun da artık yaşamlarını birbirlerinden ayrı sürdürdüklerini belirttikten sonra, Yunan bir uzman olan Phillipos Savvides'in şu sözlerini aktarıyor:- "AB, sorun çözen bir kurum değil. Kıbrıs sorununun yeniden BM'ye götürülmesi gerekecek. Bu arada Kıbrıslı Rumlar, Avrupalı ortakları nezdinde epey itibar kaybettiler"...İngiliz gazetesindeki çarpıcı başlık ve yazıdaki ifadeler, uluslararası camiada giderek yaygınlaşan bir görüşü yansıtıyor. DÜNKÜ "Financial Times" gazetesinin yayımladığı Kıbrıs ekindeki bir yazının başlığı şöyle: "Bölünme kalıcı gibi görünmeye başladı." Aslında Papadopulos yönetimi, AB'den Türkiye'yi baskı altında tutmaya yönelik bazı kararlar çıkartabiliyor. Tıpkı geçen hafta olduğu gibi... Bunlar kendi açısından "taktik başarılar"dır.AB'nin son kararı dolaylı olarak da olsa, Kıbrıs sorununu Türkiye'nin üyelik müzakereleriyle ilişkilendiriyor. Türkiye limanları açmadıkça, askıya alınan dosyalar görüşülemeyecek. Bu 2009'a kadar böyle devam edecek. Yani her yılın sonunda aynı sorun ve gerginlik yaşanacak. (Tabii Türkiye'nin limanlarını
Geçen ocak ayında parlamento seçimlerinde çoğunluğu kazanan, fakat bir türlü iktidar olamayan Hamas ise bunu reddediyor ve Abbas'ın girişimini bir darbe olarak nitelendiriyor...Cumhurbaşkanı Abbas, erken seçimi, süren siyasi krizden ve kanlı çatışmalardan kurtulmanın tek yolu olarak görüyor. Oysa Hamas ve Başbakan İsmail Haniye, kendi hükümetini ve de bugünkü parlamentoyu halkın meşru temsilcileri sayıyor ve cumhurbaşkanının anayasal düzeni değiştirmeye yetkili olmadığını öne sürüyor.Her ne kadar önceki gece çatışan taraflar, ateşkes üzerinde mutabık kaldılarsa da, bunun ne kadar süreceği belli değil. (Dün cereyan eden çatışmalar kötü bir işaret)... Erken seçim konusundaki uyuşmazlık, şimdi iç çatışmaların nedenlerine bir yenisini ekliyor... Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas, Gazze'de son günlerde iç savaş noktasına gelen El Fetih-Hamas çatışmalarının önlenmesi için bir an önce erken seçime gidilmesini istiyor. Bu duruma nasıl gelindiğini hatırlayalım:Filistin topraklarında geçen ocak ayında yapılan parlamento seçimlerini Hamas'ın kazanması büyük sürpriz -bazı çevreler için de şok- olmuştu.Normal şartlarda demokratik seçim sonucunun yönetime yansıması, yani Hamas'ın iktidara