Riceın Ankarada söyledikleri, bir konuda önemli, yeni bir husus içeriyor. O da, kamuoyu düzeyinde Türkiye-ABD ilişkilerinin durumuyla ilgili. Onun deyişiyle "Liderlerin kendi kamuoylarına karşı sorumlulukları var. Halklara ortak değerler, ilişkilerdeki başarılar ve ilerisi için fırsatlar hatırlatılmalı"...ABDli bakanı bu çağrıyı yapmaya iten neden, Türkiyede son zamanlarda yaygınlaşan Amerikan karşıtlığıdır. Bunun Türkiye-ABD ilişkilerine yansıyan boyutları, Washingtonda ciddi kaygılara yol açmış bulunuyor.***Aslında resmi düzeyde (hükümet, Dışişleri, Genelkurmay) son zamanlarda özellikle Türkiyeyi doğrudan ilgilendiren meselelerde ortaya çıkan uyuşmazlıkların ikili ilişkileri bozmaması gerektiği görüşü hâkim. Ankara bu ilişkilere çeşitli ortak çıkarları dikkate alan daha geniş bir perspektiften bakmayı ve ABD ile diyaloğunu sürdürmeyi yeğliyor... Ancak, Türk kamuoyu ABDnin politikalarına ve davranışlarına çok sert tepkiler gösteriyor. Öyle bir duruma gelindi ki, ABDyi artık dost ve müttefikten çok, adeta düşman bir ülke olarak görenlerin sayısı giderek artıyor. Son yapılan kamuoyu araştırmalarından çıkan sonuç da bu...Bunun çeşitli nedenleri var: Önemli bir neden, Başkan Bushun
Türkiyede Bush yönetiminin politikalarından kaynaklanan düş kırıklığının veya kızgınlığın yol açtığı yaygın Amerikan aleyhtarlığının ve Başbakan dahil üst düzey yetkililerin sert demeçlerinin, iki ülke arasında soğuk rüzgârlar estirdiği ortada.Bush yönetiminin yeni Dışişleri Bakanı olarak Rice işte böyle bir havada Ankaraya geliyor. Ondan önce son haftalarda Ankarayı ziyaret eden diğer üç üst düzey yönetim yetkilisiyle yapılan görüşmeler, doğrusu bu soğukluğu ve özellikle güvensizliği pek gideremedi. Hatta bu yetkililerle konuşmalar bir "sağırlar diyaloğu"na dönüştü.Bu kez "Condy" ile diyalogda ortak bir dil kullanılarak karşılıklı bir anlayış sağlanabilecek mi?* * *SON dönemde Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz etkileyen nedenlerin başında Irak sorunu geliyor. Gerçekten çeşitli unsurları ile (özellikle Kuzey ırakla ilgili yönleriyle) Irak meselesi Türkiye-ABD ilişkilerinde adeta "belirleyici bir faktör" durumuna gelmiştir. Buna ek olarak, Bush yönetiminin bölge ile ilgili agresif beyanları, İran, Suriye gibi komşu ülkelerle ilişkileri geliştirmeye çalışan Türkiyeyi sıkıntıya sokmaya başlamıştır...Kuşkusuz Rice ile Ankarada yapılacak olan görüşmeler, bu konularda odaklanacaktır.
Ankaranın İsrail Genelkurmay Başkanı General Moşe Yalona ev sahipliği yapması da aynı günlere tesadüf etti...Bu iki ziyaret de, ikili ilişkilerin (Türkiye-Filistin ve Türkiye-İsrail) gelişmesinde olduğu kadar, Ankaranın Ortadoğu barışına olası katkıları bakımından da önem taşıyor.* * * TAHMİN edildiği gibi, Mahmut Abbasın Yaser Arafatın ölümünden sonra, Filistin yönetiminin başına geçmesi ile, İsrail-Filistin anlaşmazlığında yeni bir döneme girildi. İki taraf arasında dondurulmuş olan temaslar yeniden kuruldu, şiddetin durması için önlemler alınmaya ve yeni bir barış süreci için de adımlar atılmaya başlandı.Nitekim Mahmut Abbas şiddet eylemlerinin sona erdirilmesi için kararlılığını ortaya koydu ve Hamas, İslami Cihad ve Fetih gruplarını ikna etmeye çalıştı. Sonuçta en azından şimdilik "fiili" bir ateşkes sağlanmış bulunuyor.Abbasın attığı diğer önemli bir adım da, Filistin güvenlik güçlerine Gazze bölgesinde güvenliği sağlama görevini vermesi ve İsrail topraklarına yönelik eylemler için kullanılan tünelleri yıktırması oldu.Buna karşılık İsrail hükümeti de, Gazzedeki yerleşim birimlerini boşaltma kararının dışında, ilk kez Batı Şeriadaki beş merkezden (Ramallah dahil) geri çekilme
Barzaninin "iç işler" derken tam olarak neyi kastettiği sorulmaya değer.Eğer Irak devletinin iç işlerini kastediyorsa bu boş bir laf! Halen işgal altında bulunan Irak -en azından bu aşamada- iç işlerinde egemen mi? Saddam sonrası Irakın siyasal yapılanması, ABD başta olmak üzere çeşitli dış güçlerin yönetimi ve denetimi altında cereyan etmiyor mu?***BARZANİ, Kuzey Iraktaki Kürt bölgesinin "iç işleri"ni kastetmiştir. Doğru; Irak Kürdistanı, ilk Körfez Savaşından sonraki yeni durum sayesinde, Bağdatın kontrolünden çıkmış ve bağımsızlığa yakın bir özerkliğe kavuşmuştur. Bölgede Kürtlerin çeşitli kurumları ile ayrı bir yönetim oluşturdukları ve özellikle ABDnin Irakı işgalinden sonra bu yapılarını perçinledikleri de bir gerçek.Ancak bu, Kuzey Irakın ve örneğin Kerkükün, Irakın yeniden şekillenmesi sürecinde sadece o bölgede yaşayan Kürtlerin arzularının yerine getirileceği ve son sözü söylemek hakkının yalnız onlara ait olduğu anlamına gelmez. Olay, bütünü ile, Irakın yeni bir siyasal yapıya kavuşması ile ilintilidir ve bu, başta yakın komşuları olmak üzere, birçok "yabancı" ülkeyi de ilgilendirir.***SORUMLU mevkilerde bulunan Iraklı Kürtler arasında (onların da gönlünde bağımsızlık
Dün yayımlanan bu raporun özü şu: Kerkük, her an patlamaya hazır bir barut fıçısı durumunda... Eğer Kürtler seçimlerden sonra Kerkük bölgesini kendi hâkimiyetleri altına almaya kalkışırlarsa, ciddi etnik çatışmalar çıkabilir, bu da Irakın ve bölgenin geleceğini tehdit edebilir...Böyle bir durumda, Türkiyenin müdahalesinin söz konusu olabileceğine işaret edilen raporda, bütün bu olumsuzlukların önlenmesi için, BMnin ve ABDnin daha aktif olarak devreye girmesi, hatta Genel Sekreter Kofi Annanın Iraka bu amaçla özel bir temsilci göndermesi çağrısı da yapılıyor...***RAPORDAKİ tespitler ve tavsiyeler, Türkiyenin haftalardan beri giriştiği diplomatik çabalar ve yaptığı uyarılar doğrultusundadır. Son olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün BM Genel Sekreterine benzer bir çağrıda bulunması, ayrıca Ankaranın ABD, İngiltere ve diğer ilgili ülkeler nezdinde temaslar yapması da bunu gösteriyor...Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Başbuğun dünkü basın brifinginde söylediklerini de bu çerçevede değerlendirmek lazım. Org. Başbuğ, Kürtlerin Kerkükün nüfus yapısını değiştirmeye ve seçim sonuçlarını kendi emelleri doğrultusunda etkilemeye yönelik çabalarının yarattığı potansiyel tehlikeleri net olarak
Başkan George W. Bushun ikinci dönem başkanlık görevini resmen üstlenmesi münasebetiyle yaptığı konuşmada, özgürlük sözcüğünü 40 kez kullanması, görünüşte böyle bir izlenim yaratmış bulunuyor.Bush söylevinde "özgürlüğün yayılması" temasına ağırlık verdi ve ABDnin dünyada diktatörlüklerin son bulmasına, demokratik rejimlerin kurulmasına aktif destek sağlayacağını belirtti.Başkan bu sözleri ile, ikinci dönemde nasıl bir misyon üstlenmek, nasıl bir doktrin geliştirmek niyetinde olduğunu da ortaya koymuş oldu...* * *Bush başkanlığının ilk döneminde - özellikle 11 Eylül saldırılarının sonucunda - "terörizme karşı savaş"ı, dış politikasının öncelikli hedefi yapmıştı. Bu, ABD yönetimini Afganistana ve Iraka askeri müdahalede bulunmaya, bazı ülkeleri kendi kara listesine koymaya, bazı ülkelerle de stratejik ilişkiler kurmaya sevk etmişti...Şimdi, ikinci dönemin başında Bush otoriter rejimlerle yönetilen ülkelerde özgürlüğün kurulmasını, dış politikanın ana hedefi olarak belirtiyor.Halen İrandan Kuzey Koreye kadar bazı ülkeler, ABDnin "haydut devlet" listesinde. Ortadoğuda ve Orta Asyada, totaliter ülkelerin bir kısmı da, ABDnin yakın dostu ve müttefiği... Bush acaba yeni bir "misyoner
Tabii ki bu koşullar altında gerçekleşecek olan bir seçimin, klasik anlamda tam "özgür ve demokratik" sayılması olanaksız.Seçmen listelerindeki düzensizlikler, siyasi güçlerin bir kesiminin boykot çağrıları, seçim merkezlerine ve görevlilerine yönelik saldırılar, vatandaşların ülke içinde serbest dolaşımına konan sınırlamalar, seçim ortamının anormalliğini göstermeye yetiyor.O halde bu seçimlerin hiç yapılmaması veya belirsiz bir tarihe atılması daha mı iyi olurdu?Hayır. Çünkü seçimlerin yapılmaması, Irakı yeni bir yapılanma sürecine sokmanın ve istikrarı sağlamanın yolu değil. Aksine devam eden şiddet ortamı içinde bu, Irakın normal yaşama girme şanslarını azaltacağı gibi ciddi bir iç savaş ve bölünme olasılığını da artıracaktır.Diğer bir deyişle, Irak seçim yapmakla yapmamak arasındaki tercihini, bir bakıma "ehveni şer" (kötünün iyisi) olarak, birinci şık lehinde kullanmıştır.* * *BU seçimler konusunda belki yapılan hata, bunun bir özgürlük ve demokrasi örneği olarak gösterilmesidir. Aslında bu seçimlerin esas amacı, Irakın yeniden yapılanması sürecini hızlandırmaktır. Nitekim 30 Ocaktaki seçimlerin sonucunda oluşacak olan 275 üyeli Meclisin ilk işi, yeni anayasayı hazırlamak ve
Dört yıllık bu yeni dönem, ABDye ve dünyaya ne getirecek? Diğer bir deyişle Bushun ikinci dönemi, özellikle Amerikanın dünya politikası açısından, birinci dönemin bir devamı mı olacak, yoksa bazı değişikliklere yol açacak mı?Bu konuda tahmin yaparken, şu faktörleri dikkate almak gerek:1) Başkanın mizacı ve felsefesi:Bush, kendisine çok güvenen, düşüncelerinin doğruluğuna ve haklılığına inanan, inatçı ve kibirli bir karaktere sahip. Kendisinin ve ülkesinin "ulvi" görev ve sorumluluklar taşıdığına dair "evangelist" bir inancı da var... Örneğin Bush, Afganistan ve Irak operasyonlarına böyle duygularla girişti. Irak politikasının doğruluğunu (önceki günkü konuşmasında da tekrarladığı gibi) aynı inanç ve inatla savunuyor.Dolayısıyla, "İkinci Bush döneminde ABDnin politikaları değişir mi?" sorusu, önemli ölçüde "Bush değişir mi?" sorusu ile de bağlantılı...2) Yönetimin kadroları:Birinci dönemde Bushun başlıca akıl hocaları ve yardımcıları, "neo-con" diye bilinen "yeni muhafazakârlar" veya "şahinler"di... Bunların önemli bir kısmı (Cheney, Rumsfeld, Wolfowitz, vesaire) yönetimde kalıyor. Dışişleri Bakanı Colin Powellın yerine getirilen Condoleezza Rice, Bushun yakını olarak bilinir.