Adım adım değişim...

3 Mart 2005

Dün birçok Arap ülkesinde "demokrasi"ye yönelik değişim akımından söz etmiş ve bununla ilgili örnekleri sıralamıştık.Bölgede bir de "barış"a yönelik bir değişim havası. Yaser Arafatın ölümünden sonra, Mahmud Abbasın Filistin yönetiminin başına geçmesi ile beliren bu yeni havada umut verici gelişmeler oluyor.Hemen şunu belirtmeli ki, Ortadoğuda "demokrasi" gibi "barış" da yakın değil. Her iki hedefe ulaşmak için kat edilmesi gereken uzun ve çeşit bir yol var.Ama önemli olan bu yola girmek, ilk cesur adımları atmak ve buna devam etme kararlılığını göstermektir... Evet, bir de "yol kazası"na uğramamaya dikkat etmek...* * *ÖNCEKİ gün Londrada düzenlenen bir konferansla, bu yolda yeni bir adım atıldı. Gerçi bu, bir barış konferansı değildi. Bir günlük toplantıya katılan 23 ülkenin ve BM dahil 6 uluslararası kuruluşun liderleri daha çok Filistin yönetimine, devlet yapısını kurma yönünde nasıl destek sağlanacağını tartıştılar. Ancak aldıkları kararlar, Filistin-İsrail anlaşmazlığının çözümüne yarayacak olan unsurlardır.Bu konferansın fikir babası olan İngiltere Başbakanı Tony Blair, bir süredir Filistin sorununu gündeme getirerek Bush yönetimini de bu alanda daha aktif bir rol olmaya

Yazının Devamı

Ortadoğuda demokrasi rüzgârı

2 Mart 2005

Bugünkü konumuz bu değil. Sorumuz, Ortadoğuda değişim ve demokrasiye yöneliş bağlamında, sıranın hangi ülkeye geldiği ile ilgili.Evet, bir süredir bölgede demokrasi istikametinde değişim rüzgârları esiyor. Özgürlük cereyanı peş peşe bir ülkeden diğerine yayılıyor.Afganistan, Irak, Filistin... Ardından (daha sınırlı çapta) Suudi Arabistan, Mısır... Son olarak da Lübnan...İlk bakışta Ortadoğuda bu olanlar, Soğuk Savaşın son günlerinde Doğu Avrupa ülkelerinin hızla demokrasiye geçiş süresini anımsatıyor...Benzer bir durum da geçen yıl Gürcistanda ve son olarak da Ukraynada görüldü.Şimdi de Ortadoğuda yeni bir "bahar" başlıyor...* * *KUŞKUSUZ Doğu Avrupa ülkelerinin veya Gürcistanın ya da Ukraynanın demokrasiye geçiş şekli ile, halen Ortadoğudaki değişim belirtileri arasında önemli farklar var. Hatta bölgenin daha özgür bir sisteme yöneliş tarzı da, ülkelere göre değişiyor. Afganistanda ve Irakta eski dikta rejimleri "dıştan müdahale" ile devrildi. Seçimler "işgal altında" yapıldı. Ancak ilk kez çoğulcu sisteme geçildi ve daha temsili bir yönetim için ilk adımlar atıldı...Filistinde Yaser Arafatın ölümünden sonra yeni liderin ve yönetimin seçilmesi -anormal şartlara rağmen- demokratik

Yazının Devamı

Nükleer tartışma

1 Mart 2005

İran nükleer programı ile gerçekten neyi amaçlıyor? Eğer hedefi askeri anlamda bir nükleer güç olmaksa, bu engellenebilir mi? Bunun yöntemi ne olabilir?Boğaziçi Üniversitesi - TÜSİAD Dış Politika Forumunun dün İstanbulda düzenlediği "Nükleer Tartışma" konulu konferansta Türk ve yabancı konuşmacılar bu soruların yanıtlarını aradılar.* * *Tartışmanın bizce en ilginç yönü, iki İranlı akademisyenin birbirinden oldukça farklı görüşler içeren konuşmalar yapmış olmasıdır.Tahran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü profesörü Abumohammed Isgarkhani, ABDnin doğrudan veya Avrupa yolu ile İranı nükleer programı konusunda "ağır baskı" altında tuttuğunu, bu nedenle Tahranın kendisini uluslararası yükümlülüklere bağlı hissetmediğini söyledi. Hindistan ve Pakistanın nükleer güç haline gelmelerini örnek gösteren profesör, uluslararası sistemin başarısızlığı karşısında İranın da "hayatta kalma stratejisini" ve de "ulusal gururunu" korumak hakkına sahip olduğunu vurguladı.Diğer akademisyen, gene Tahran Üniversitesinden Dr. Nassar Hadian ise, İranın nükleer programını bomba üretimi noktasına getirmeden geliştirebileceğini, bu konuda Batı ile uzlaşabileceğini söyledi ve şu ilginç ifadeleri

Yazının Devamı

Hep dik durdu...

26 Şubat 2005

Büyükelçi hastanede yatıyordu. "Ermeni Devrimci Ordusu" (ARA) adlı örgüte mensup 3 terörist, sabahın erken saatlerinde ikametgâhı bastığında, Coşkun Kırca olağanüstü bir refleksle banyonun penceresinden bahçeye atlamıştı. Dört buçuk saat, şiddetli soğukta, bir saçağın altına sığınan büyükelçinin vücudunun sağ tarafından birçok kemik kırılmıştı...Teröristler ise, rezidansta tuttukları Bayan Bige Kırca ve (o zaman 14 yaşında olan) kızı Gülcanı rehin tutuyor, onlardan büyükelçinin nerede olduğunu öğrenmeye uğraşıyordu. Ancak bunu başaramayacaklar ve Kanada güvenlik güçlerinin operasyonu sonunda yakalanacaklardı...* * * ZOR bir ameliyattan sonra, hastanede görüştüğüm Coşkun Kırca, vücudundaki sızılara rağmen, enerjisini toplayıp bu saldırıdan nasıl kurtulabildiğini tüm ayrıntılarıyla anlattı. "Ottawada geçen ay göreve başladığım günden itibaren başımıza gelebilecekleri düşünüp bazı incelemeler yaptım. Yani ben en kötü ihtimallere karşı hazırdım" diyen Kırca, soğuk ve yağmur altında yaralı olarak dört buçuk saatlik heyecanlı beklemede, hep eşini ve kızını düşündüğünü, ancak teröristlerin onları vurmaya cesaret edemeyeceklerinden de emin olduğunu söyledi.Kuşkusuz bu olayda büyükelçinin

Yazının Devamı

Sevmek veya sevmemek...

25 Şubat 2005

"Sevme" durumunda, sorun yok. O ülke ile dostluğun gelişmesine, kamuoyu açısından da, bir engel mevcut değil demek..."Sevmeme" durumunda, mesele şu: O ülke ile uyuşmazlıklar varsa, ilişkilerin bozulması olasılığı yüksek. Hele bu ilişkiler hayati bir önem taşıyorsa, kamuoyu düzeyindeki bu "sevmeme" hali, olumsuz sonuçlara yol açabilir...* * *Türkiyede günlerden beri süren "Amerikan aleyhtarlığı" ile ilgili tartışmalarda bu "sevme-sevmeme" konusu, argümanlardan biri olarak ortaya atıldı.İddialardan biri, Türk halkının ABDyi "sevmediği" yönündedir. Şu sırada ABDnin Türkiyede hiç de popüler olmadığı açık. Ancak "sevme-sevmeme" konusunda, bir kamuoyu araştırması yapılmış değil. Yapılırsa sevilen veya sevilmeyen tarafın "ABD hükümeti" ve onun "politikaları" mı, yoksa "ABDnin kendisi" ve "Amerikan halkı" mı, hatta "Amerikan yaşam tarzı ve kültürü" mü olduğu net olarak sorulmalıdır.Son günlerde televizyonlarda yayımlanan "sokaktaki adam röportajları"nda şunu gördük: Pek çok kişi Bush yönetiminin politikalarına (özellikle Irakla ilgili) karşı çıkıyor ve bu nedenle ABDyi sevmiyor. Ama bu insanlar arasında birçoğu da "Amerikan halkını severim" veya "Amerikan yaşam tarzını, kültürünü,

Yazının Devamı

İlişkiler nasıl düzelir?

24 Şubat 2005

Dün "Türk-Amerikan İş Konseyleri"nin yemekli toplantısında konuşan Başbakanın dış ilişkiler danışmanı, AKP Milletvekili Egemen Bağış, Türk-ABD ilişkilerinin şimdiki durumunu bu sözlerle ifade etti. Günlerden beri sık sık tekrarlanan "Amerikan aleyhtarlığı, gerginlik, kriz" gibi terimleri kullanmamayı ve kamuoyu düzeyinde ortaya çıkan rahatsızlığı, "hassasiyet" diye nitelendirmeyi tercih etti.Bağış, konuşmasında, Türkiye ile ABD arasında halen hükümetler düzeyinde bir krizin veya gerginliğin yaşanmadığı ve iki tarafın da diyaloğu sürdürmeye ve ilişkilerini geliştirmeye kararlı olduğu mesajını verdi.Başbakan Erdoğanın dün Ankarada AKP Meclis Grubunda söyledikleri de bu doğrultuda idi...***SON haftalarda Türkiyedeki "Amerikan aleyhtarlığı" konusunda büyüyen tartışmaların gerek Washingtonda, gerekse Ankarada ciddi rahatsızlıklar yarattığı çok açık. Şimdi resmi ağızların bu sıkıntıyı hafifletici sözcükler kullanarak gidermeye çalıştığı görülüyor. Türk-ABD ilişkilerinin önemine ve yararına inanan herkes elbet bu yaklaşımı yerinde bulacaktır.Şu da bir gerçek ki, Türk kamuoyunda son zamanlarda ABDye karşı esen havanın bir çırpıda dağılması mümkün değil. Bu aleyhtarlığın daha önceki

Yazının Devamı

ABD-Avrupa ilişkisinde yeni başlangıç

23 Şubat 2005

Irak savaşından sonra belirgin hale gelen Transatlantik çatlağını tamir amacıyla 4 günlük Avrupa gezisine çıkan Bush, konuşmalarında yumuşak, esnek bir üslup kullanıyor. Muhatapları ile görüşmelerinde onların görüşlerini dinliyor, uzlaşıcı bir tavır takınıyor.Bütün bunlar bir strateji değişikliğinin işareti mi, yoksa sadece bir üslup farkı mı?Bu sorunun yanıtını vermek için zaman henüz erken. Ancak bu üslup farkı dahi, Avrupalıları cesaretlendiriyor. AB Komisyonu Başkanı Jose Barrosonun dediği gibi, "dış politikada bazen üslup, içeriğin kendisidir"...* * *BUSHun Avrupa turnesinin ilk 48 saatinde, "içerik" bağlamında bazı ilerlemeler kaydedildi. Bunun sağlanmasında ABD tarafının olduğu kadar, Avrupanın da uyuşmazlık yaratan konularda daha esnek ve uzlaşıcı davranmasının büyük payı var.Önceki akşam baş başa yemek yiyen Bush ile Chirac "eski görüş anlaşmazlıklarını geride bırakıp", Irak, Suriye, Filistin, İran gibi konularda bundan böyle politikalarını nasıl ayarlayabileceklerini görüştüler. Ve bazı konularda (Suriye-Lübnan) görüş birliğine vardılar.Diğer somut bir adım da, Irakla ilgili. AB, Irakın yeni yargıç, savcı, polis kadrolarının yetiştirilmesini üstlenmeyi kabul etti. Tıpkı

Yazının Devamı

"Evet"e yeni destek

22 Şubat 2005

Sandıktan çıkan sonuç, çoğunluğun -bazı düş kırıklıklarına ve bıkkınlığa rağmen- geçen nisan ayındaki referandumda ağır basan "evet" pozisyonunu koruduğunu ve iktidara "devam" sinyalini verdiğini gösteriyor.Özellikle CTPnin bu kez 14 ay önceki seçimlerden çok daha güçlü (yüzde 44.5 oy, 25 sandalye) çıkması, Kıbrıs Türk toplumundaki önemli bir tavır değişikliğini ortaya koyuyor: Henüz birkaç yıl öncesine kadar CTP, birçok kesimde "alerji" yaratan, hatta büyük kuşku ile bakılan bir parti idi. UBPnin başını çektiği "sağ" oyların üç ikisini, CTPnin içinde bulunduğu "sol" da üçte birini elde ediyordu.Şimdi seçmenler, partiler gibi, katı ideolojik çizgilerle birbirlerinden ayrılmıyorlar. "Statükocu" kesim, oyların ancak üçte birini, "çözüm yanlısı" kesim ise üçte ikisini temsil ediyor...* * *Bu sosyopolitik değişimin birçok nedeni var: Adada ve bölgede koşullar değişti... "AB faktörü" mevcut şartlardan bıkan geniş kitleyi ve özellikle yeni kuşağı değişim ve çözüm yönünde itti... CTP, Mehmet Ali Talatın liderliğinde, daha merkeze ve pragmatik bir çizgiye kaydı... Ankarada AKP iktidarı çözüm yönünde, yeni stratejiler geliştirmeye başladı...Nedenleri ne olursa olsun, pazar günkü

Yazının Devamı