Evet, hava dünya genelinde her geçen gün biraz daha ısınıyor ve insanlık için -hele gelecek kuşaklar için- çok büyük tehlikeler yaratıyor.Neyse ki bilim adamlarının tespitleri ve uyarıları sayesinde dünyanın bir kısmı, gelebilecek felaketin farkında. Zaten alarm sinyalleri, çıplak gözle görülebilecek kadar net...Birkaç örnek:Havanın ısınması sonunda, kutuplarda buzlar, Himalayalarda karlar erimeye, Amazonlarda yağmur ormanları yok olmaya, Afrikada kuraklık artmaya ve su kaynakları kurumaya başladı...Okyanuslar dahil, denizler de ısındıkça, karbondioksit miktarı artıyor ve canlıların bu yeni ortamda yaşaması zorlaşıyor...Doğadaki dengesizlikler son zamanlarda sıklaşan afetlere -sellere, siklonlara, fırtınalara- yol açıyor. Bunun da son örneği Güney Asyadaki tsunami faciası. BM Genel Sekreteri Kofi Annanın dediği gibi, "Hepimizin koruması gereken aynı dünyada yaşadığımızı anlamamız için (tsunami gibi) bir felakete maruz kalınması gerekiyormuş"...* * *EVET, bugün hiçbirimiz "Kutuplar veya Amazon gibi uzak diyarlardaki doğal değişikliklerden bize ne" diyemeyiz. Kürenin öbür ucundaki olaylar (sadece siyasal değil, fiziksel olaylar da), hepimizin günlük yaşamına yansıyor. "Havanın
Kuzey Kıbrısta Türk işadamları ile görüşmeler yapacak olan ABD heyetinde, büyük Amerikan şirketlerinin temsilcileri ve resmi sıfatı bulunan bir görevli (Ankaradaki ABD Elçiliği ticari müşaviri) bulunacak.Bu ziyaretin bu yoldan gerçekleşen bir "ilk" olması, siyasal bir anlam taşıyor. Yıllardır Kıbrıs Türklerine karşı uygulanan "izolasyon" politikası, böylece deliniyor. Ve bu şekilde, Papadopulos yönetimine önemli bir mesaj da veriliyor.* * *KKTC Ticaret Odası Başkanı Ali Erelin dün bize dediği gibi, "Kıbrıs Türklerinin izolasyonuna son verilmekte olduğu mesajı Rumları sarsacak ve onlara da çözüme ihtiyaçları olduğu gerçeğini hatırlatacaktır... Rum yöneticilerin Türk kesiminin dünyaya açılıp kendi ayakları üstünde duracak duruma gelmekte olduğunu nihayet fark etmeleri gerekir"...ABDden ilk kez bir delegasyonun direkt olarak KKTCye gelmesinin Rum hükümetini çileden çıkardığı her hali ile o kadar belli ki, buna misilleme olarak Papadopulos yönetiminin ABDnin -İran ve Suriye gibi- bölgedeki düşmanlarıyla işbirliği kuracağından bile söz ediliyor.Bu tehditlerin bir işe yarayacağı çok şüpheli. Washingtonda ABD yetkilileri, bu ziyaretin Türk kesiminin izolasyonunun sona erdirilmesi vaadi
Bu konuda, ABD başta olmak üzere, Batıdan Arap dünyasına kadar, birçok ülkede ciddi kaygılar ifade ediliyor."Washington Post"taki bir yazıda, Irakta Şiilerin galibiyetiyle sonuçlanan seçimlerin, ABDnin bu ülkeye karşı askeri harekâta girişirken yapmak istediklerine tam ters düştüğü belirtiliyor. Gazeteye göre, Bush yönetimi Bağdatta laik bir rejimin kurulmasını beklerken, şimdi Şiilerin zaferi sonucunda teokratik bir yönetimin ortaya çıkması olasılığı" ile karşı karşıya bulunuyor.Bununla beraber, gazeteye göre ABDnin hükümet yetkilileri, Irakta Şiilerin ve diğer etnik grupların farklı kültür ve tarihlerini dikkate alarak, bu ülkenin İranın dümen suyundan gitmeyeceğine inanıyorlar.***ASLINDA bu son görüş daha mantıklı görünüyor.Doğru, seçimlerden Şiiler galip çıktı. Halen büyük Ayetullah Ali el Sistani, "Irakın en güçlü adamı" durumunda. Ama, Irak uzmanlarının belirttiği gibi, İran ve Irak Şiilerini birbirinden ayırt etmek gerek. Nitekim El Sistaninin çevresindekiler dahi, bunu vurguluyorlar ve Ayetullahın amacının İran modeli bir İslam rejimi oluşturmak olmadığını söylüyorlar.El Sistani her ne kadar İranda doğmuş ve hayatının önemli kısmını orada geçirmişse de, görüşleri
30 Ocakta yapılan ve ancak 2 hafta sonra (önceki gün) kesin rakamları açıklanan ilk çok partili seçimlerden çıkan sonuç bu.Ancak hemen şunu anımsatalım: Bu seçimler bir nevi kurucu meclis görevini yapacak olan bir "geçiş" yönetimi için yapıldı. Şimdi yeni anayasa hazırlanacak, referanduma sunulacak ve esas seçimler yıl sonunda gerçekleşecek. Tabii her şey yolunda giderse...* * *Baştaki tahminimize dönersek, bu aşamada ortaya çıkan tablo şöyle: Seçimlerin galibi Şiiler. Nüfus çoğunluğu (yüzde 60) nedeniyle böyle bir sonuç çıkması normal... Anormal olan, Sünnilerin (nüfusun yüzde 20si) mecliste çok silik hale düşmesi. Bunun da nedeni, Sünni seçmenlerin ya "boykot"tan veya "korku"dan, sandık başına gitmemiş olması... Kürtlere gelince, onlar ulusal parlamento ve yerel meclislerde nüfuslarının çok üstünde temsil hakkını elde ettiler. Çünkü sandığa gitmekte en büyük kararlılığı ve çabayı onlar gösterdi...Bu tabloda ne yazık ki Türkmenler çok marjinal hale düştüler. Bunun bir nedeni kuşkusuz yapılan baskılar, hileler, düzensizlikler... Ancak bir Dışişleri yetkilisinin bize dediği gibi, Türkmenler hem seçimlere gereken ilgiyi tam göstermediler, hem de kendi aralarında bölündüler. İki
Örneğin İran nükleer alandaki çalışmalarını sadece barışçı amaçlarla (yani enerji üretimi için) yaptığını söylemekte, kendisine karşı yöneltilen iddiaları reddetmektedir...Birkaç yıl öncesine kadar Pakistan da kendisi hakkında dolaşan söylentileri yalanlıyordu. Ta ki, 1998de ilk denemelerini yapıncaya ve komşusu Hindistan gibi artık kendisinin de nükleer bombaya sahip olduğunu açıklayıncaya kadar..."Nükleer güce" sahip diğer bir ülke de İsrail. Onun önemli sayıda nükleer bombaya sahip olduğu herkesçe biliniyor, ama resmi ağızlar bu "malum sır"rı hiçbir zaman açıklamıyor...Hal böyle iken Kuzey Korenin önceki gün resmi bir bildiriyle "Evet, bizde nükleer silah var" demesi doğrusu herkesi şaşırttı. Başkent Pyongyangdan gelen açıklama özellikle şu ana kadar herhangi bir deneme de saptanmadığı için, kuşku da yaratmadı değil. Nitekim bunun bir "blöf" veya "siyasi manevra" olabileceğine inananlar var. Ancak bu "şüpheciler" bile, Kuzey Korenin artık nükleer güce sahip olma "yeteneği"ne ulaştığını kabul ediyorlar...* * *ASYAnın bu tamamen "izole" ülkesi, çok ciddi ekonomik sıkıntılar (hatta açlık) içinde kıvranırken, nasıl oluyor da nükleer teknolojiye sahip oluyor ve şimdi "Bende de
Bu petrol zengini ülkede 178 belediye meclisi için düzenlenen seçimlerde halk, üç aşamada üye sayısının sadece yarısını seçebiliyor. Diğer yarısını, kraliyet ailesi tayin ediyor... "Halk" dedik, ama 23 milyonu bulan nüfusun yarısını oluşturan kadınların seçme ve seçilme hakkı yok... Adayların hepsi bağımsız; çünkü Suudi Arabistanda siyasi parti yok... Seçim kampanyasında televizyon veya radyo kullanılamıyor: Adaylar konuşmalarını, çadırlarına davet ettikleri seçmenlere yapabiliyor... Zaten seçmenden de fazla ilgi yok: Örneğin 4 milyon nüfuslu Riyadda, 600 bin seçmenden sadece 160 bininin kaydı var...* * *YILLARDAN beri güçlü bir kraliyet ailesi tarafından totaliter ve teokratik bir düzen içinde yönetilen Suudi Arabistanda dün gerçekleşen yerel seçimlerin dünyada bu kadar ilgi -ve de umut- uyandırmasının sebebi ne?Nedeni, ilk kez "ülke çapında" seçimlerin yapılması. Bu, -yerel seçimler de olsa- sembolik bir gelişme.Siyasal bilim profesörü Abdülrahman el Habibin "Times" gazetesine söylediği gibi, "bu seçimler sokakları temizlemek ve çöpleri toplamak gibi belediye işleriyle ilgili değil. Bu, Suudiler için köklü, tarihi bir geçiş sürecinin simgesi..."Gerçekten yerel düzeyde ve kısmi
O günlerde ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de, "iki ayrı Avrupa"dan söz ediyordu: İngiltere ve Polonyanın başını çektiği "yeni Avrupa" ve Fransa ile Almanyanın yer aldığı "eski Avrupa"... ABD artık "eskimiş Avrupa"ya güvenemiyordu...Gerçekten o dönemde Fransa başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin Bush yönetimine karşı aldığı tavır ve Washingtonun buna gösterdiği tepki, ilk kez ciddi bir "Transatlantik kriz" yaratmıştı.* * *BU kez Dışişleri Bakanı olarak Avrupayı ziyaret eden Condoleezza Rice, müttefiklerin gönlünü almaya yönelik konuşmalarında, farklı bir üslup kullandı.Amerikan diplomasisinin yeni yöneticisi, Paristeki konuşmasında, geçmişteki görüş ayrılıklarının aşılması gerektiğini, ABD ile Fransa ve Avrupa arasında ortak değerlerin ve çıkarların bulunduğunu, söyledi ve "İlişkilerimizde artık yeni bir sayfa açmak zamanı geldi" şeklinde konuştu.Fransa Dışişleri Bakanı Michel Barnier de benzer ifadeler kullandı, ilişkilerde "yeni bir aşama"dan, daha iyi bir dünya için "birlikte çalışmaktan" söz etti...* * *ABD ile Fransa -ve Avrupa- arasında buzlar eriyor mu?"Condi"nin Avrupa turunda ve özellikle Pariste söyledikleri, buna Avrupalı liderlerin (Berlinde Şansölye
Şimdiye kadar düzenlenen birçok zirve toplantısında alınan kararların havada kaldığı hatırlandığında, bu soruları -şüpheyle- sormamak mümkün değil.Evet, dört buçuk yıllık bir şiddet döneminden sonra, İsrail ve Filistin liderlerinin -bu sefer Mısır ve Ürdün önderleriyle birlikte- Kızıldeniz sahilindeki tatil kentinde bir araya gelmiş olması dahi, önemli bir olay. Bu, aynı zamanda İsrail-Filistin uyuşmazlığının giderilmesinde ve barış yolunun açılmasında yeni bir başlangıç. Veya daha doğrusu yeni bir umut...Ama zirvenin asıl önemi, ortak güvenlik ve karşılıklı güven konusunda ileri bir adım atılmasıdır. Varılan mutabakat şiddet eylemlerine ve askeri operasyonlara son verilmesini, yani ateşkesin kesilmesini, sükûnet ve düzenin sağlanmasını öngörüyor. Bu anlaşma hayata geçirilebilirse, dünkü zirve geçekten tarihe bir dönüm noktası olarak geçecek...* * *BU kez başarı şansının daha fazla olduğu kanısı hâkim. Peki, neden? Birçok sebep var: Filistinliler de, İsrailliler de şiddet (veya savaş) yorgunu düştüler. şiddet -misilleme kısır döngüsü-, yol açtığı büyük kayıpların yanı sıra insanları yıprattı, bıktırdı. Bu sorunun silah zoruyla çözümlenemeyeceği ve müzakere masasına dönme zamanının