<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
TÜRKİYE'nin Irak'a asker göndermesinin "istenip istenmediği" konusunda Washington'dan hala çelişkili sinyaller geliyor.
Önceki günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, ABD şimdi işi aceleye getirmemek eğiliminde. Bu tavır değişikliğinin bir nedeni, Irak'taki çeşitli grupların ve bu arada Geçici Yönetim Konseyi'nin Irak'ta Türk askerini - kendilerine göre çeşitli nedenlerden ötürü - istememesidir. Diğer bir neden de, Bush yönetiminin, Türkiye'nin öne sürdüğü bazı şartları ağır bulması ve bunları kabul etmesi halinde Irak'ta izlediği denge politikasının tehlikeye girmesinden korkmasıdır.
Akla şu soru geliyor: Acaba ABD bütün bunları yeni mi keşfetti veya diğer bir deyişle böyle tepkilerin geleceğini ve sorunların çıkacağını daha önceden kestiremedi mi? O ayrı bir konu. Gerçek şudur ki, ABD şimdi zaman kazanmaya yönelik bir "bekleme ve bekletme" politikası izliyor.
* * *
BU durum karşısında Türkiye ne yapabilir?
Dolu tarafı şöyle: İki ülke arasında iyi bir hava esiyor. Üç - dört yıl öncesine kadar hüküm süren gerginlikler geride kaldı. Her düzeyde çok sık temaslar yapılıyor. Ayrıca iki hükümet samimi bir diyalog içinde...İşte Gülün Atina ziyareti böyle bir ortamda, gayet iyi geçti. Gelişen ekonomik ilişkilerde yeni adımlar atıldı, çifte vergilendirmeyi önleyecek anlaşmaya son şekli verildi, 2004 Olimpiyatları sırasında meşalenin İstanbuldan geçirilmesi kararlaştırıldı... Hatta Yunan Dışişleri Bakanı Papandreu bu kez İstanbula (Konstantinopolis yerine) İstanbul dedi!.. Bardağın boş tarafı ise şöyle: Dostluk lafları ediliyor, temaslar, (ticaret, turizm vs.) artıyor; ama anlaşmazlıklar (Ege, Kıbrıs vs.) yerinde sayıyor...Gülün ziyaretinde bu sorunların çözümü yönünde bir ilerleme görülmedi. İki taraf, özellikle Kıbrıs ve Ege meselelerinde, bilinen görüşlerini tekrarladılar. Yani Atinadan bu kez de çözüm yönünde somut bir sonuç çıkmadı...* * * BARDAĞIN sadece boş kısmına bakanların bir hatası, birkaç saatlik görüşmelerde, yarım yüzyıllık sorunları halledilebileceğini sanmasıdır. Böyle toplantılardan elle tutulur bir sonuç çıkmayınca, bu çevreler düş kırıklığı veya umutsuzluk ifade
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül'ün Atina ziyaretinin bilançosu, yarısı dolu, yarısı boş olan bir bardağa nasıl bakıldığına göre değerlendirilebilir.
Tam bu sırada Iraktaki Kürt örgütlerinden, aşiret reislerinden ve de Geçici Konseyden Türk askerini görmek istemediklerine ilişkin haberler gelmeye başladı...Ve bu kez ABD ağız değiştirerek aceleye gerek olmadığı, bu durumda Türk askerinin Iraka sevk edilmesinin yarardan çok zarar getireceği mesajını verdi...Bunun üzerine Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül de daha önceki tutumunu değiştirerek, Türkiyenin zaten asker gönderme konusunda pek arzulu olmadığını ve "istenmiyorsa gidilmeyeceğini" açıkladı.Kısacası, daha bir iki hafta öncesine kadar Türk askerinin Iraka gitmesi için güçlü bir istek ve yoğun çaba varken, şimdi kimsenin bu konuda fazla hevesli olmadığı ve daha önce alınan kararın "beklemeye alındığı" görülüyor...* * * ABDnin bu konuda eski tutumunu neden değiştirdiğini izah eden başlıca iki neden var.Birincisi, Irak toplumunun çeşitli kesimlerinden ve özellikle Konseyden gelen itirazlar... Washington beklemediği bu tepkiler karşısında duraklamak, yeni dengeleri dikkate alan bir tavır takınmak ihtiyacını duyuyor.İkincisi, Türkiyenin asker göndermek için öne sürdüğü koşullar... ABD bunların (ve özellikle Ankaranın PKK/KADEK konusundaki isteğinin) hızla yerine
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İLK bakışta bu işte bir gariplik var... Başta ABD Türkiye'nin Irak'a acele asker göndermesini istiyordu. Hükümet bu konuda tereddütleri aşarak hazırladığı tezkereyi - aslında pek hevesli olmayan - Meclis'ten geçirdi...
Tam bu sırada Irak'taki Kürt örgütlerinden, aşiret reislerinden ve de Geçici Konsey'den Türk askerini görmek istemediklerine ilişkin haberler gelmeye başladı...
Ve bu kez ABD ağız değiştirerek aceleye gerek olmadığı, bu durumda Türk askerinin Irak'a sevk edilmesinin yarardan çok zarar getireceği mesajını verdi...
Bunun üzerine Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül de daha önceki tutumunu değiştirerek, Türkiye'nin zaten asker gönderme konusunda pek arzulu olmadığını ve "istenmiyorsa gidilmeyeceğini" açıkladı.
Kısacası, daha bir iki hafta öncesine kadar Türk askerinin Irak'a gitmesi için güçlü bir istek ve yoğun çaba varken, şimdi kimsenin bu konuda fazla hevesli olmadığı ve daha önce alınan kararın "beklemeye alındığı" görülüyor...
Gülün belirttiği başlıca noktaları şöyle özetleyebiliriz: İslam ile modernizasyon karşıt kavramlar değil. "Türk deneyimi" İslam kültür ve geleneklerinin bireylerin yaşamında etkin olduğu toplumlarda, siyasal, ekonomik ve sosyal gelişmenin pekala mümkün olduğunu gösteriyor. Manevi değerler ile çağdaşlaşma ve modern yaşam arasında uyum sağlanabilir... Müslüman toplumlar, demokrasi, eşitlik ve sosyal haklar alanında yüksek standartlara ulaşamadı. Ancak bu zorlukların üstesinden gelme ve bu yüksek standartlara ulaşma konusunda, özellikle genç kuşaklarda giderek yaygınlaşan bir arzu var... Türkiyede geleneksel değerlere dayalı bir partinin kurduğu hükümet, liberalleri dahi şaşırtan reformları gerçekleştiriyor. Türkiyede bugün her şey mükemmel olmasa dahi, değişimi ve yenilenmeyi gerçekleştirme yönünde dinamik bir süreç başlamıştır... Müslüman toplumların rahatsızlıkları tedavi edilebilir, zorluklar yenilebilir ve kurumlar yeniden yapılanabilir. Ancak, çözümü en zor görünen sorunlar, aslında bazı Batı toplumlarında görülen ırkçılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm, materyalizm, şiddet, uyuşturucu gibi problemlerdir. Bu, herkesçe ele alınması gereken bir meseledir...***DIŞİŞLERİ
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül'ün İslam Örgütü Konferansı zirvesi için gittiği Malezya'da düzenlenen İKÖ İş Forumu'nda yaptığı konuşma maalesef basına yansımadı. Oysa İslam dünyasının önde gelen devlet adamlarının katıldığı toplantıda Bakan'ın söyledikleri anlamlı mesajlar içeriyordu. Bu konuşma bir bakıma Gül'ün geçen mayısta Tahran'daki İKÖ Dışişleri bakanları konferansında verdiği mesajların teyidi ve devamı niteliğini taşıyordu.
Gül'ün belirttiği başlıca noktaları şöyle özetleyebiliriz:
Yarın yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin önemi, bir yandan Azerbaycandaki demokrasinin geleceği, öte yandan bu ülkedeki ve dolayısı ile Kafkasyadaki istikrar için bir sınav niteliğini taşımasıdır.Bu bağlamda ilginç olan husus, Haydar Aliyevin çekilmesinden sonra Azerbaycanın yeni siyasi döneme "yumuşak geçiş" yapmasının tüm "ilgili" ülkelerin ortak arzusu olmasıdır. Bunu ABD kadar Rusya, Gürcistan kadar Ermenistan da istiyor. Tabii Türkiye de...***AZERBAYCANnın yeni cumhurbaşkanının kim olacağına Azeri halkı karar verecek. Ama şimdiden yukarıda saydığımız "ilgili" ülkelerin - resmen veya alenen değilse de - tercihlerini İlham Aliyevin lehinde belli ettikleri görülüyor. 42 yaşındaki İlham Aliyevin, 80 yaşındaki babasının yetenek ve deneyimine sahip olduğuna inandıkları için mi? Hayır; ama genç Aliyevin iktidara gelmesinin (bir hanedan görüntüsü vermesine rağmen), baba Aliyevin izlediği politikalarda bir "süreklilik" sağlayacağı umudunu taşıdıkları için...ABD, İlham Aliyeve petrol şirketleri ile olan yakın ilişkileri ve Amerikan yanlısı duruşu nedeni ile, rakiplerinden daha çok sempati ve güven besliyor...Rusya, Haydar Aliyevin "kredi"sini oğlunun lehinde kullanıyor ve