<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
KAFKASYA'nın önemi, istikrarı bozacak olaylar çıktığı zaman, daha iyi anlaşılıyor. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi...
Türkiye açısından stratejik, siyasal ve ekonomik değeri Ortadoğu'dakinden daha düşük olmayan bu bölgede barış ve sükunetin bozulması, ciddi tehlikeler yaratabilir.
Kafkasya'nın Türkiye için güvenlik bakımından büyük önemi vardır. Zengin petrol ve doğalgaz havzası ve - Türkiye'ye kadar uzanan - "enerji koridoru" olarak da bölge, çok zengin bir potansiyel oluşturuyor. Ayrıca Kafkasya Türkiye'nin Orta Asya'ya açılan kapısı durumundadır.
Türk diplomasisi bu nedenle Kafkasya'ya - bölge ülkelerinin SSCB'den ayrılıp bağımsızlığa kavuştukları günden itibaren - özel bir yer vermiş, bölgesel işbirliğini en üst düzeye çıkarmaya çalışmıştır.
Bölgede istikrarın bozulması başta ABD ve Rusya olmak üzere "ilgili" ülkelerin, mevcut dengeleri altüst edecek hareketlere girişmesine yol açabilir. Bu tür dış müdahaleler sonunda Kafkasya giderek "Balkanlaşabilir" veya "Ortadoğulaşabilir"... Bu da tabii Ankara'nın hiç arzulamadığı bir durumdur...
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
TÜRKİYE'nin dış politikadaki öncelikleri (Irak, Avrupa Birliği, ABD ile ilişkiler, Kıbrıs sorunu), diğer önemli "dünya olayları"na gereken ilginin gösterilmesine fırsat bırakmıyor. Oysa, bu olaylar da, bizden uzak bölgelerde değil, aksine içinde bulunduğumuz coğrafyada cereyan ediyor. Örneğin Ortadoğu'da ve Kafkasya'da...
Ortadoğu'daki çatışma, şiddet ve istikrarsızlık dalgası giderek çok geniş alana yayılıyor. Filistin ve Irak başlıca odak noktaları olarak kalmakla beraber, bu dalga şimdi Suudi Arabistan'ı da kapsıyor.
Isınmaya başlayan diğer hassas bir bölge de Kafkasya. Azerbaycan'ın ardından Gürcistan'daki seçimler, siyasal ve sosyal kaynaşmaya yol açmış bulunuyor. Özellikle Gürcistan'da son kanlı gösteriler, bu ülkeyi - ve bölgeyi - istikrarsızlığın eşiğine getiriyor.
Bir an için Türkiye'nin öncelikli dış sorunlarını bir yana bırakıp gözlerimizi biraz bu iki bölgeye çevirdiğimizde ortaya çıkan tablo, gerçekten kaygı verici. Yani daha basit deyişi ile, biz bir yangın yerinin tam ortasında yaşıyoruz!
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
TÜRKİYE'nin Irak politikası, bu ülkeye asker göndermeme kararı ile yeni bir aşamaya giriyor. Bu, Irak'taki gerçekleri dikkate alan, yeni değerlendirmeler ve stratejiler gerektiren bir aşamadır.
Kuşkusuz Türk hükümeti büyük stres yaratan "Irak'a askeri katkı" konusunun gündemden düşmesinden sonra rahatlamıştır. Ancak Türkiye, komşu ülkede giderek tırmanan karmaşa karşısında "ne olursa olsun - veya - ABD ne yaparsa yapsın, bu bizi ilgilendirmez" diyecek durumda değildir. Bölgeden uzak ülkelerin böyle bir lüksü olabilir; ama Türkiye'nin Irak'ta kendi güvenliğini ve stratejik çıkarlarını olumsuz etkileyecek gelişmelere seyirci kalması düşünülemez...
Şimdiye kadar Türkiye'nin Irak'ın geleceği konusunda söz sahibi olması için mutlaka "askeri bir rol" oynaması gerektiği savunulmuştu. Şimdi ise Türkiye'nin "sivil bir rol" oynayabileceği, yani Irak'ta siyasal, ekonomik, sosyal bir işlev üstlenebileceği belirtiliyor ve "yeni aşama" için planlar ona göre hazırlanıyor...
* * *
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Konu dönüp dolaşıp - halk dili ile - şu soruya dayanıyor: "AB bizi alır mı?" Veya - daha politik bir lisanla - AB içinde bu yönde bir istek ve siyasi irade var mı?"
AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu ile Strateji Belgesi'nin ayrıntıları tartışılırken, Türk kamuoyunda sorulan esas soru bu.
Biz de bunu dün İstanbul'da bir grup köşe yazarı ile bir araya gelen AB'nin Türkiye'deki temsilcisi Büyükelçi Hansjörg Kretschmer'e sorduk. Ve de şu hatırlatmayı yaptık: Türkiye'de yaygın bir görüşe göre, Türkiye Kopenhag kriterlerine tam uyarsa bile, peş peşe yeni şartlar öne sürülecektir. Halen Kıbrıs şartı koşulduğu gibi. Oysa, AB standartlarına tam uymayan başka aday ülkelere farklı davranılıyor... Bu doğru mu ve böyle ise nedeni nedir?
* * *
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
AB'nin açıkça "Kıbrıs sorununa çözüm bulunamaması, Türkiye'nin AB beklentilerine engel oluşturabilir" mesajını vermesinden sonra Ankara ne yapacak?
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün deyişi ile Türkiye, çözüm için ciddi çabalar harcamaya kararlı. Yani Ankara, AB Komisyonu'nun Strateji Belgesi'nde böyle bir cümlenin yer almasından hoşlanmamakla beraber, bu mesajı dikkate almış bulunuyor. Zaten açıkçası bu cümle Gül ve diğer yetkililerin yoğun çabaları sonucu, Belge'den çıkarılmış olsaydı bile, bu AB'nin fikir değiştirdiği ve artık böyle bir şey düşünmediği anlamına gelmeyecekti...
Evet, Ankara bunun farkında. Aslında AKP iktidarı daha işe başlar başlamaz, Kıbrıs sorununda "çözümsüzlüğün çözüm olmadığı" pozisyonunu cesaretle ortaya koymuştu. Ne var ki, sonradan Denktaş'ın ve Türkiye'deki bazı etkin çevrelerin baskısı ile, Erdoğan hükümeti bu işi ağırdan almayı yeğledi.
Şimdi - AB'nin yaptığı uyarı ile - varılan noktada, Ankara yeni bir değerlendirme aşamasına giriyor. Kuşkusuz bu durumda Türkiye'nin hiçbir şey yapmaması söz konusu olamaz. Ancak ne yapılacağı konusunda karar almak ve bunu dar bir zaman limiti içinde hızla yaşama geçirmek de hiç kolay
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
SON 24 saatte bütün dikkatler Kıbrıs ile ilgili tek cümle üzerinde odaklandı. Önceden basına sızdıktan sonra günlerce konuşulan AB İlerleme Raporu bir yana bırakıldı ve raporun değerlendirme bölümünü oluşturan Strateji Belgesi'ndeki o hassas cümle üzerinde duruldu... Türk diplomasisi Kıbrıs sorununa çözüm bulunamamasının Türkiye'nin AB beklentileri açısından "ciddi bir engel" oluşturabileceğini belirten bu cümleyi değiştirmek veya yumuşatmak için yoğun çabalar harcadı. Ama sonuçta bu cümle aynen kullanıldı. Bununla beraber Kıbrıs sorununun üyelik müzakerelerinin başlaması için bir önkoşul olmadığı Komisyon yetkililerince de vurgulandı...
İlk bakışta Strateji Belgesi'ndeki ifadeler, bir çelişki olarak görülebilir. Eğer AB Komisyonu gerçekten Kıbrıs işini bir önkoşul olarak öne sürmüyorsa, neden bir "engel"den söz ediyor?
Aslında Komisyon yetkilileri, "prensipte" Kıbrıs'ın müzakereler için belirleyici bir kriter olmadığını belirtiyorlar; ama çözüm olmadığı takdirde bunun "pratikte" engelleyici bir faktör sayılabileceği uyarısında da bulunuyor.
Bu tür uyarılar aylardan beri Komisyon yetkilileri ve üye ülkelerin liderleri tarafından çok yapıldı. Bu kez
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
ARTIK sürpriz yok. AB Komisyonu tarafından bugün yayımlanacak Türkiye ile ilgili İlerleme Raporu'nun ve ilişikteki strateji belgesinin ana hatları basına sızdığı için, tam metnini incelediğimizde önümüze herhalde beklenmedik bir unsur çıkmayacak...
İlerleme Raporu aday ülkelerin bir yıl içinde AB ile uyum sağlama yönünde ne kadar ilerlediklerini veya ilerleyemediklerini tespit eden bir dokümandır. Strateji belgesinde ise rapordaki objektif tespitlerin ışığında bazı değerlendirmelere yer verilir.
İlerleme Raporu ve strateji belgesi AB'nin yürütme organı olan Komisyon'un ve 15 üye devletin Dışişleri bakanlarından oluşan Konsey'in, aday ülkenin üyelik şansını belirlemesinde büyük ağırlık taşır.
* * *
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
AFGANİSTAN'da görevli Türk mühendisi Hasan Önal'ın Taliban tarafından kaçırılması, Türk ve dünya kamuoyunda nerede ise unutulan "Afgan gerçeği"ni gözlerin önüne seriverdi.
Gerçek, ABD'nin - bu kez uluslararası camianın desteği ile - giriştiği askeri müdahaleden iki yıl sonra, hala bu ülkede, siyasal çözüm bir yana, güvenlik ve istikrarın dahi sağlanamadığıdır.
Kabil - Kandahar yolunun inşaatında çalışan 45 yaşındaki Önal'ın kaçırılması, aslında haftalardır veya aylardır Afganistan'da Taliban militanlarının giriştiği sabotaj, suikast ve benzeri şiddet eylemleri zincirinin bir halkasını oluşturuyor...
* * *