<#comment>#comment>11 Eylül saldırısının ardından yapılan değerlendirmeler, bu olayın dünyada çok şey değiştireceği ve yeni bir dönem başlatacağı yönünde idi.
Önceki gün New York ve Washington'da facianın altıncı ayı münasebetiyle yapılan konuşmalar ve yayınlar, ABD'nin gerek siyasal, gerekse askeri stratejisinde köklü değişikliklerin yer almakta olduğunu gözlerin önüne serdi.Başkan Bush'un Washington'daki görkemli tören sırasında söyledikleri, ayrıca Pentagon'un son hazırladığı rapor, ABD'nin artık politikalarını 11 Eylül olayının yarattığı yeni faktörlere göre ayarladığını ortaya koyuyor.
* * *
BUSH'un konuşması, yeni siyasal doktrinin ana hatlarını net olarak çizdi: Kendi deyişi ile, terörizme karşı savaş şimdi ikinci aşamaya giriyor. ABD bu savaşı dünya çapında sürdürmeye kararlı. Bu amaçla Gürcistan'dan Yemen'e ve Filipinler'e kadar pek çok ülkeye asker gönderiyor, Asya'da birçok ülkede üs kuruyor. Bush "hareketsizlik seçenek olamaz" sloganı ile yola çıkıyor ve teröristleri nerede olursa olsun saf dışı etmeyi amaçlıyor. Teröristlerin ele geçirebileceği biyolojik, kimyasal ve nükleer silahları üreten veya bunlara sahip olan "haydut ülkeler"i de hedef sayıyor.
<#comment>#comment>İstanbul'daki Harp Akademileri konferans salonunda dün sunuşlar ve tartışmalar, sempozyumun esas konusu olan "Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur" teması üzerinde odaklandı.
Ancak, koridorlarda ve özel sohbetlerde, sempozyumun birinci gününde Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın AB ile ilgili olarak ortaya attığı - ve ülke çapında hararetli münakaşalara yol açan - görüş bol bol konuşuldu.
Herkesin kafasında, bizim de yanıtını almaya çalıştığımız şu sorular vardı: Tuncer Paşa'nın "kişisel" diye sunduğu düşünce ne ölçüde "askerin görüşü"nü yansıtıyor? Bu konuda askeri kesimin üst katında farklı görüşlerin bulunduğu doğru mu? Bu tartışmanın ardından beklenen nedir?* * *DÜN de belirttiğimiz gibi, MGK Genel Sekreteri'nin "şahsi" görüşü lalettayin bir vatandaşın düşüncesinden farklıdır ve akademide TSK'nın seçkin subaylarının da katıldığı bir toplantıda söylenenlerin ayrı bir anlamı vardır.
Diğer bir deyişle, Orgeneral Kılınç sert bir çıkış yapmış olabilir; ama konuşmasının ana hatlarının askeri kesimde onay gördüğü kuşkusuz.Sempozyumdaki birçok katılımcıdan şu sözü duyduk: "AB son zamanlarda o
<#comment>#comment>Söylenenler kadar, söyleyenin kişiliği de çok önemli idi.Dün İstanbul'daki Harp Akademileri Komutanlığı'nda düzenlenen "Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur?" başlıklı 2 günlük sempozyumun ilk oturumunda AB ile ilişkiler konusu hararetle tartışılırken, katılımcıların dile getirdiği görüşlerden biri, salonda tüm dikkatleri çekti.
Kısa, fakat kesin ifadelerle ortaya konan bu görüş, iki unsur içeriyordu: Birincisi, Türkiye'nin AB'den kendi çıkarlarını ilgilendiren sorunlar üzerinde, "en ufak bir yardım görmediği", ikincisi de bu durumda "Türkiye'nin yeni arayışlar içinde olması gerektiği" idi. Bu ikinci noktada bu arayışın, Rusya ile ve mümkünse İran'ı da içine alacak bir yakınlaşma üzerinde olması gerektiği de belirtiliyordu...
Bu görüşün sahibinin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın olması, söylenenlere özel bir anlam veriyordu. Gerçi Org. Kılınç, konuşmasının başında "görüşünün şahsi" olduğunu vurguladı, ama son günlerde askeri kesimden bu konuda gelen sesler de hatırlandığında, bunun gerçekte giderek yaygınlaşan bir düşünceyi yansıttığı söylenebilir...* * *AKADEMİDEKİ sempozyumun ilk gününde
<#comment>#comment>Başbakan Ecevit'in önceki gün dediği gibi, "şu anda Ortadoğu'da acil bir sorun varsa, o da Irak'tan çok, İsrail - Filistin sorunudur... Bununla ilgili gelişmeler çok endişe vericidir. Burada ABD'ye büyük görev düşüyor"...
Gerçi Irak sorunu da ciddiyetini korumuyor değil. Ama doğrusu İsrail - Filistin cephesinde olup bitenler, çok daha büyük tehlikeler arz ediyor.
* * *
ASLINDA Irak konusunda bazı yeni umutlar beliriyor. Bugün Birleşmiş Milletler'de önemli bir toplantı var: Irak Dışişleri Bakanı Naci Sabri'nin başkanlığındaki bir heyet, Genel Sekreter Kofi Annan, Irak'ta silah denetimi işini konuşacak.
Saddam hükümeti, 3 yıldır BM denetçilerinin Irak'a gelip "kitle imha silahları"na sahip olup olmadığını kontrol etmelerine karşı çıkıyor. ABD, Irak'ın gizlice bu silahları ürettiği veya satın aldığı iddiasında.
Washington'un Irak'a karşı askeri bir harekata girişme tehdidi, ayrıca Batı'nın ve Rusya'nın baskıları (ve de Ecevit'in "tavsiyeleri"), anlaşılan Saddam yönetimini, bu konuyu BM ile müzakere etmeye zorlamış bulunuyor.
<#comment>#comment>Afganistan'da savaş bitti sanılıyordu. Önceki gün 2 Amerikan helikopterinin düşürülmesine ve 8 Amerikan askerinin ölmesine yol açan çarpışmalar, savaşın devam ettiğini, El Kaide ve Taliban güçlerinin de hala ülkenin bazı dağlık bölgelerinde tutunduğunu ortaya koydu.Şimdi ABD, sayıları 2 - 3 bin olarak tahmin edilen (ve aralarında Arap ve Çeçen savaşçılarının da bulunduğu) bu "düşman güçler"e karşı daha geniş operasyonlar planlıyor.
Amaç, Afganistan'ı El Kaide ve Taliban militanlarından tamamen temizlemek... Nitekim önceki gün Pakistan sınırına yakın olan Şah - ı Kot bölgesinde girişilen harekatın hedefi de buydu.
ABD bu saldırıda lazer güdümlü füzeler ve mağaraları bile imha eden "thermobaric" bombalar gibi çok yeni ve sofistike silahlar kullandı. Ama bu dahi El Kaide - Taliban savaşçılarının direnişini kırmaya yetmiyor.* * *AFGANİSTAN'da çatışmaların kızışması, bizi de yakından ilgilendiren iki sonuç verebilir:
1) Bu olay, Afganistan'da barış ve istikrarın kurulmasının kolay bir iş olmadığını gösteriyor. Uluslararası camia, bu amaçla Afganistan'a asker göndermiştir. Çokuluslu güç (ISAF) halen sadece Kabil'de görev yapıyor. Bir
<#comment>#comment>Geçen hafta Zürih'ten gelen kısa bir haber, dikkatleri pek çekmedi. Haber, İsviçre'nin en büyük bankası UBS'nin Ilısu Barajı'nın finansman danışmanlığından çekildiğini bildiriyordu. Bankanın bu karar için gösterdiği gerekçe, bir süreden beri bu önemli baraj projesine karşı Avrupa'da yoğun bir kampanyaya girişen çeşitli lobilerin öne sürdüğü iddialara dayanıyordu.
UBS'nin bu kararı geçen kasımda İngiltere'nin ünlü mühendislik şirketi Balfour Beatty'nin, daha önce de İsveç'in Skanska firmasının bu işten çekilmesinden sonra, Ilısu Barajı'nın yapımı hayaline ağır bir darbe indiriyor.
* * *
ÜÇ yıl önce açılan ihale sonucu devreye giren konsorsiyumun belli başlı yabancı firmalarının teker teker neden "döküldükleri"ni anlatmadan önce, Ilısu Barajı ile ilgili bazı temel bilgileri anımsatalım.
1990'ların ortalarında hazırlanan Ilısu projesi, Güneydoğu Anadolu'da, Şırnak ili içinde, Dicle Nehri üzerinde enerji amaçlı bir baraj ile bir hidro - elektrik santralının kurulmasını öngörüyor. GAP'ın kilit projelerinden biri olan Ilısu, Atatürk Barajı'ndan sonra, en büyük ikinci baraj olacak.
Türk yetkilileri, 1.5 milyar dolara mal olacak olan bu barajın
<#comment>#comment>ABD'nin 11 Eylül'den sonra terörizme karşı açtığı savaş, dünyanın bir numaralı süper - gücü olarak etkinliğini dünyanın dört bucağına yayma olanağını daha da artırdı.
ABD Afganistan'daki başarılı müdahalesinin ardından şimdi askeri varlığını Kırgızistan'dan Filipinler'e ve Somali'ye kadar uzanan geniş bir coğrafyada hissettiriyor.Bu çerçevede son açılan "cephe", komşumuz Gürcistan.Hafta içinde ABD, şimdiye kadar Rusya'nın "arka bahçesi" sayılan bu ülkeye askeri personel ve malzeme sevk etmeye başladı.
Amaç: Afganistan'dan kaçan "El Kaide" mensuplarını ve onlarla işbirliği yaptığı söylenen Çeçen militanlarını yakalamak veya yok etmek. Ancak Amerikan yetkilileri bu "misyonu" Gürcistan'a gönderilen az sayıdaki (200 kadar) ABD askerleri tarafından değil, doğrudan Gürcistan güçleri tarafından gerçekleştirileceğini söylüyorlar.
Amerikalılar özel güçlerin yetiştirilmesinde ve gerekli silahlar ve araçlarla donatılmasında bir nevi "taşeron" olarak çalışacak. Yani terörizme karşı mücadeleyi Gürcüler yürütecek, ama Amerikalılar da "arka koltuk"tan bu savaşı yönlendirecek...
* * *
GÜRCİSTAN'ın kapılarını Amerikan askerlerine açmasının
<#comment>#comment>Bayram münasebeti ile verilen kısa aradan sonra, Kıbrıs'ta "yüz yüze görüşmeler"in ikinci turu bugün başlıyor.
4 Aralık'ta Denktaş - Klerides buluşmasında, "start" işareti verilen müzakere sürecinin bu ilk aşamasında, iki taraf da temel pozisyonlarını ortaya koydu, sorunun özüne ilişkin birtakım "kağıtlar" sundu ve karşılıklı bir zemin yoklaması egzersizine girişti.
Şimdiki yeni aşamada artık esas pazarlık başlıyor. Bu turdan beklenen şey, tarafların kendi formülleri arasında bir orta yol araması ve bir uzlaşma zemini oluşturmasıdır.
* * *
BU mümkün olacak mı?İlk tur hakkında iki tarafın da izlenimi parlak değil. Masaya getirilen görüşler ve öneriler, taraflar arasındaki pozisyonların birbirinden ne kadar farklı - hatta birbirine ne kadar zıt - olduğunu açıkça ortaya koydu.
"Gizli" olması gereken müzakerelerin başlıca unsurları (özellikle Rum basınına sızdırılması sonucunda) artık aşağı yukarı biliniyor.