Nereye kadar?

4 Nisan 2002


<#comment>Ortadoğu'da olup bitenleri anlamak her zaman zor olmuştur. Son günlerde İsrail'in Batı Şeria'ya karşı saldırılarını izleyen gelişmeler ise kafaları büsbütün karıştırmıştır.
TV ekranlarına yansıyan trajik olayların nedenleri tartışıla dursun, durumun aldığı vahim boyutlar, şimdi herkesi bundan sonra ne olacağı konusunda kara kara düşünmeye sevk ediyor.
Bu konuda okurlarımızın da ilettiği bazı soruları burada yanıtlamaya çalışacağız.
* * *
* ŞARON NE YAPMAK İSTİYOR?Kendi deyişi ile İsrail ordusunu Filistin topraklarına sürmekte güttüğü amaç, İsrail'e yönelik terörizmi çökertmek, 'intifada'nın sorumlularını ele geçirmek veya saf dışı etmektir. Gene kendi görüşüne göre, İsrail bu hedefe ulaştıktan sonra geri çekilecek ve çözüm yollarını arayacak...
İsrail'de dahi (Şaron'a muhalif politikacılar ve yazarlar gibi) aklı başında kimseler, bu yoldan güvenlik ve barışın sağlanabileceğine inanmıyor. İsrail ordusunun - bütün dünyanın kınadığı - bu harekatı ile 'intifada'ya ve özellikle intihar saldırılarına son verebileceği çok kuşkuludur. Aksine bu davranış, Filistinlilerin direnişini daha da körükleyecek ve İsrail'i çok daha kötü durumlara

Yazının Devamı

Amerika ne bekliyor?

3 Nisan 2002

Günlerden beri BM'den AB'ye, Rusya'dan Arap ülkelerine kadar pek çok kuruluş ve devlet, İsrail'in derhal saldırılarını kesip işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi için çağrı üstüne çağrı yapıyor.Bunlar Ariel Şaron'un bir kulağından giriyor, diğer kulağından çıkıyor. İsrail'e s"z geçirebilecek, dediğini yaptırabilecek tek ülke Amerika. Şaron istediği kadar palazlansın, Washington'dan gelecek ağır baskıya boyun eğmemesi düşünülemez. ABD kendi çıkarları s"z konusu olduğunda, bu tür müdahaleleri pekala yapmasını biliyor. Ama Bush y"netimi, hala Filistin'deki drama seyirci kalıyor.* * *NEDEN? * ABD'nin İsrail ile çok güçlü stratejik bağları var. Bir bakıma İsrail, ABD'nin Ortadoğu'daki k"prü başısı durumunda. Geleneksel olarak ABD İsrail'in bir nevi hamisi olmuştur. Bu nedenle İsrail'i g"zü kapalı desteklemiştir. Bunda, ABD'deki etkin Yahudi toplumunun ve Washington'daki lobisinin büyük rolü de var...* George W. Bush işbaşına geldiği zaman, dış politika "nceliklerini kendi gündemine g"re belirlemişti. Selefi Başkan Clinton'ın aksine, Ortadoğu bu "ncelikler arasında yer almıyordu. Nitekim Bush y"netimi, bu soruna bulaşmamaya "zen g"sterdi... Geçen hafta İsrail tankları

Yazının Devamı

Amerika ne bekliyor?

3 Nisan 2002


<#comment>İsrail'in Ramallah başta olmak üzere Batı Şeria'da giriştiği saldırıları durdurabilecek tek bir güç var: ABD. O da ne yazık ki tam bir gaflet ve atalet içinde. Yani hiçbir şey yapmıyor. Üstelik yanlış mesajlar da veriyor...Günlerden beri BM'den AB'ye, Rusya'dan Arap ülkelerine kadar pek çok kuruluş ve devlet, İsrail'in derhal saldırılarını kesip işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi için çağrı üstüne çağrı yapıyor.
Bunlar Ariel Şaron'un bir kulağından giriyor, diğer kulağından çıkıyor. İsrail'e söz geçirebilecek, dediğini yaptırabilecek tek ülke Amerika. Şaron istediği kadar palazlansın, Washington'dan gelecek ağır baskıya boyun eğmemesi düşünülemez.ABD kendi çıkarları söz konusu olduğunda, bu tür müdahaleleri pekala yapmasını biliyor. Ama Bush yönetimi, hala Filistin'deki drama seyirci kalıyor.
* * *
NEDEN?
* ABD'nin İsrail ile çok güçlü stratejik bağları var. Bir bakıma İsrail, ABD'nin Ortadoğu'daki köprü başısı durumunda. Geleneksel olarak ABD İsrail'in bir nevi hamisi olmuştur. Bu nedenle İsrail'i gözü kapalı desteklemiştir. Bunda, ABD'deki etkin Yahudi toplumunun ve Washington'daki lobisinin büyük rolü de var...
*

Yazının Devamı

Kabus senaryosu

2 Nisan 2002


<#comment>Ortadoğu'da artık çığırından çıkan olayların "nereye kadar gideceği" sorusu, ister istemez bir felaket senaryosunu akla getiriyor. Yalnız İsrail'i ve Filistin'i değil, bütün bölgeyi ve dünyayı derinden sarsacak bir "kabus senaryosu"...Eğer İsrail tankları Ramallah'a girip Yaser Arafat'ı karargahında kıstırmasaydı ve eğer Filistin militan grupları İsrail sivil hedeflerine karşı intihar saldırılarını sıklaştırmasaydı, bugün bambaşka bir senaryo - bir "barış senaryosu" - gündeme gelmiş olacaktı. ABD'li temsilci Anthony Zinni'nin sağlamaya çalıştığı ateşkes gerçekleşebilecek, Tenet ve Mitchell planları uygulamaya konabilecek ve barış süreci yeniden başlayabilecekti...
Ne yazık ki bu senaryo artık hayal. Bölge barış değil, savaş sürecine girmiş durumda...* * *SON günlerde olup bitenler ve onun arkasındaki çeşitli faktörler dikkate alınınca, bundan sonra neler olabileceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.
Önce İsrail - Filistin cephesinde ve Ortadoğu'da şimdiki durumun nelere gebe olduğuna bakalım:
İsrail "terörü topyekün ortadan kaldırmak gerekçesi ile" bütün dünyayı ayağa kaldıran Ramallah operasyonuna girişti. Şaron'un

Yazının Devamı

Hep aynı tavır...

30 Mart 2002


<#comment>Kıbrıs görüşmelerinin ikinci turunun bitiminde Türk ve Rum tarafının paylaştığı tek görüş, şimdiye kadar çözüm yönünde herhangi bir ilerleme kaydedilmemiş olmasıdır!
Denktaş - Klerides görüşmelerini yakından izleyen BM ve diğer ilgili ülke temsilcilerinin de kanısı bu.
Şimdi umutlar, nisan ayı ortalarında yapılacak üçüncü turda...
Ocak ayında başlayan "yüz yüze görüşmeler"in ilk turunda tarafların pozisyonlarını ortaya koydukları, ikinci turda daha ayrıntılı olarak görüşlerini (yazılı olarak da) açıkladıkları ve tartıştıkları dikkate alınırsa, artık üçüncü turda "al - ver" esasına dayalı daha kapsamlı pazarlıkların yapılması gerekiyor.
Ancak şimdiye kadar konuşulanlara bakıldığında, açıkçası uzlaşma şansı hiç de parlak görünmüyor...* * *HER şey, iki tarafın da "olmazsa olmaz" saydığı ve ısrarla savunduğu temel pozisyonlarında düğümleniyor.
Türk tarafı çözümün mutlaka iki ayrı ve egemen varlığa dayanması şartını öne sürüyor. Denktaş son toplantıda, iki hafta önce Sırbistan ile Karadağ arasında varılan anlaşmayı örnek olarak gösterdi. Bu "model", var olan iki ayrı "devletin" kendi geniş özerkliklerini koruyarak "birlik" kurmasının

Yazının Devamı

Arap barış taarruzu

29 Mart 2002


<#comment>Arap Birliği'nin Beyrut'taki zirvesi, söylendiği kadar bir fiyasko olmadı. Toplantı her şeye rağmen tüm katılanların onayladığı bir "barış inisiyatifi" ile sonuçlandı.Fiyasko lafı, zirvenin ilk gününde görülen bir dizi olumsuzluk üzerine çıktı: Konferansa Arafat'ın dışında Başkan Mübarek ve Kral Abdullah gibi Arap dünyasının ağır topları gelmedi... Filistin liderinin Rahmallah'tan zirveye direkt olarak seslenmesine olanak sağlanamadı... Filistinlilerle birlikte başka Arap ülkelerinin temsilcileri de salonu terk etti... Suriye Başkanı Beşir el Esad, Suudi Arabistan'ın barış planına ters düşen sivri bir çıkış yaptı...
Kuşkusuz bu tablo, Arap Birliği'nin aslında "birlik"ten ne kadar uzak - ve dağınık - olduğunu gözlerin önüne serince, zirvede ana gündem maddesi olan "Arap barış girişimi" üzerinde mutabakat sağlamanın da pek mümkün olmayacağı tahmini yapıldı.
Ama bu olumsuzluklara rağmen, zirvede hiç olmazsa iki olumlu gelişme oldu: Birincisi, Suudi planının "oy birliği" ile benimsenmesidir. İkincisi de, Irak ile Kuveyt'in ve Irak ile Suudi Arabistan'ın (kucaklaşıp öpüşerek) barışmasıdır.
Herhalde 22 Arap ülkesinin liderleri ve temsilcileri Beyrut'ta

Yazının Devamı

Bu zirveden ne çıkar?

28 Mart 2002


<#comment>Arap Birliği zirvelerinin, bizzat Araplar tarafından da sıkça eleştirilen bir şöhreti var: Liderler çok laf ederler, hamasi deklarasyonlar yayımlarlar; ama çoğu zaman gerçekte ya kendi aralarında anlaşamazlar, ya da üzerinde mutabık kaldıkları hususları yaşama geçiremezler...
Bu kez nasıl olacak? Dün Beyrut'ta 22 ülkenin liderlerini bir araya getiren Arap Birliği zirvesinden somut bir sonuç çıkacak mı?
Bu zirveyi, bundan öncekilerden farklı kılan bir faktör var: İki gün sürecek olan toplantılar, Ortadoğu'da çatışmaların çok ciddi boyutlar aldığı ve hatta tüm bölgeye yayılabileceği bir dönemde yapılıyor. Zirvenin ana gündem maddesini de Suudi Arabistan Veliaht Prensi Abdullah'ın hazırladığı "barış planı" oluşturuyor.
* * *
KUŞKUSUZ bu zirve "tam kadro" yapılabilseydi, daha umut verici olurdu.
Filistin lideri Arafat, İsrail Başbakanı Şaron'un tehditleri yüzünden Beyrut'a gidemedi. Zirvede Arap dünyasının çok önemli ve etkin iki lideri de yok: Mısır Başkanı Mübarek ve Ürdün Kralı Abdullah.

Yazının Devamı

Zor(aki) görev...

27 Mart 2002


<#comment>Afganistan'da harekatın başladığı günlerde, Türkiye'nin bu ülkeye asker göndermesi ve hele uluslararası gücün başına geçmesi konusunda bir kamuoyu araştırması yapılsaydı, büyük çoğunluğun bunu hararetle desteklediği görülecekti. Nitekim o sırada herkeste, Mehmetçiğin (daha önce Somali'ye, Bosna'ya ve Kosova'ya olduğu gibi) Afganistan'a bir an önce gitmesi konusunda büyük bir istek ve heyecan vardı...
Bugün böyle bir kamuoyu araştırması yapılsa, sonuç ne olur, bilmiyoruz. Ama Afganistan'da - hele komutanlık gibi - ağır bir askeri sorumluluk yüklenme fikrine desteğin epey zayıfladığı, hatta buna karşı çıkanların sayısının da arttığı kesin.Bunun nedeni açık: Türk halkı, Afganistan'daki durumu şimdi daha iyi biliyor, Mehmetçiğin oralara gönderilmesinin ve çokuluslu gücün komutasını devralmanın risklerini daha iyi anlıyor.Bunun bilincinde olan Türk hükümetinin tereddüdünün ve müzakerelerde öne sürdüğü şartlar üzerindeki ısrarının sebebi de bu...
* * *
ULUSLARARASI camianın barışa kavuşturmaya çalıştığı Afganistan'ın bugün sergilediği tablo, gerçekten kaygı verici. Gerçi Taliban devrilmiş, El Kaide saf dışı edilmiş görünüyor; ama Kabil ülkeye

Yazının Devamı