<#comment>#comment>TÜRKİYE'nin Afganistan'a asker gönderme kararının dış dünyada yol açtığı tepkilerin, üzerinde durulacak ilginç ve düşündürücü yanları var.
İspanya'nın Mallorca Adası'nda düzenlenen "Formentor Forum" sırasında çeşitli ülkelerin temsilcileri ile yaptığımız özel sohbetlerde, olayları yakından izleyen gözlemciler arasında dahi Ankara'nın kararını yanlış algılayanların bulunduğunu gördük.
Genelde Batılı çevrelerin Türkiye'nin bu jestinden memnunluk duyması, "işte Türkler bir kez daha Batı'ya bağlılıklarını kanıtladı" demesi doğal.
Buna karşılık bazı İslam ülkelerinin temsilcilerinin bu kararı eleştirmesine de şaşmamak lazım.
Şimdi Türk diplomasisine, itibarını sarsacak ve oynamak istediği rolü de zayıflatabilecek yanlış anlamaları ortadan kaldırmak gibi zor bir görev düşüyor.* * *BİR Avrupalı diplomat, Türkiye'nin kararını överken, şöyle bir ifade kullandı: "Bunun esas önemi, Türkiye'nin Afganistan'daki askeri müdahaleye katılacak tek Müslüman ülke olmasıdır".
Bunu bazı İspanyol ve Avrupa gazetelerinde de gördük. Bu olayda Türkiye'nin Müslüman ülke niteliğini vurgulamanın bir anlamı var mı? Batı bunun üzerinde durursa, İslam
<#comment>#comment>Tatil mevsimi sona erdiği halde, İspanya'nın ünlü Mayorka (Mallorca) adasında bulunan binlerce turist, gördükleri manzara karşısında şaşırıp kaldılar: Karada, özellikle Formentor bölgesinde yollar polis araçları tarafından kontrol altına alındı... Havada, askeri helikopterler dolaşıp durdu... Denizde, sahil muhafaza botları devriye gezdi, bir firkateyn de ünlü "Formentor Hotel"in önünde demirledi...
Akdeniz'in genelde bu sakin ve huzurlu adasında bu alışılmamış güvenlik önlemlerinin nedenini duymamış olan yabancılar, elbet şaşırmakta haklı idiler. "Pastırma yazı"nın tadını çıkarmak için buraya gelen "Kuzeyli" (çoğu İngiliz ve Alman) turistler, Mayorka'nın birdenbire çok önemli bir "siyasi forum"a sahne olduğunu nereden bilsinler!..
Doğrusu "Formentor Forum"a bu kez Mısır Cumhurbaşkanı Mubarek, İsrail Dışişleri Bakanı Peres ve Filistin lideri Arafat'ın katılması, adadaki sükuneti bozdu; ama belki de Ortadoğu'da sükuneti sağlayabilecek bir hareketlilik yarattı...
* * *
EVET, Mayorka'da Ortadoğu barış sürecini yeniden başlatabilecek önemli bir adım atıldı. "Formentor Forum"da (dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi bir nevi Davos toplantıları gibi)
<#comment>#comment>
İspanya'nın Akdeniz sahillerindeki cennet adası Mayorka (Mallorca), dünyamızın şimdiki kasvet verici karanlık manzarasına biraz umut ışığı verebilecek bir konferansa sahne oluyor.
Ev sahipliğini İspanya Başbakanı Jose Maria Aznar'ın yaptığı, Hüsnü Mübarek, Yaser Arafat ve Şimon Peres gibi aktüalitenin gözde isimlerinin katıldığı bu iki günlük konferans, Formentor Forum adı ile anılıyor.
Bu, ünlü Davos toplantılarını andıran bir etkinlik. Formentor, adanın kuzeyinde, bir dağın eteğinde yer alan şirin bir bölge. Bundan 75 yıl önce burada bir köşk olarak inşa edilen şimdiki Formentor oteli, son zamanlarda AB zirvesi dahil, birçok önemli toplantılara sahne oldu. Formentor Forum da, birkaç yıldır sürdürülen ve Akdeniz bölgesi ülkelerinin liderlerini, diplomatlarını ve aydınlarını bir araya getiren bu tür toplantılardan biri...
* * *
<#comment>#comment>ABD'nin Afganistan'a karşı sürdürdüğü bombardımanın 4. haftasında, şu sorular hala zihinleri meşgul ediyor: Böyle bir askeri harekata mutlaka gerek var mıydı? Terörle mücadelede başka bir yol seçilemez miydi? Afganistan'daki savaş, büyük riskler ve tehlikeler yaratmıyor mu?
Dün de belirttiğimiz gibi, üç haftalık operasyonların bilançosu, bu arada sivillerin ölmesi ve bu savaşın daha çok sürmesi olasılığı, bu soruların "koalisyon"a dahil ülkelerde ve hatta ABD'de de sorulmasına yol açıyor.
Buna karşılık şunu da sormak gerek: ABD'ye karşı girişilen ve yeni bir uluslararası terörizm kampanyasının sinyalini veren terörist saldırıları karşısında ne yapılabilirdi? Ve halen de ne yapılabilir?
* * *
BUSH yönetiminin (böyle bir durumla karşılaşan başka bir ülkede herhangi bir hükümet gibi) ikiz kuleler dramından sonra, Amerikan kamuoyunun, mutlaka intikam alınması ve teröristlerin yok edilmesi talebi ve baskısı altında hareket ettiği açık.
Bunda sorun - ve Washington için talihsizlik - Bin Ladin ve yanlılarının Afganistan gibi bir ülkede üslenmiş olmasıdır. Belki başka bir ülke olsaydı, terörist başının teslim edilmesi ve örgütünün dağıtılması için,
<#comment>#comment>Dünyanın dört yanından Washington'a giden mesaj şu: Elini çabuk tut ve şu işi bir an önce bitir...ABD'ye Afganistan'ı bombalaması konusunda bu tavsiyede bulunanlar arasında, Pakistan ve Özbekistan'dan, Kuzey İttifakı'na dahil Afgan mücahit gruplarına kadar, "Koalisyon safları"nda yer alan "dost" ülkeler ve örgütler de var. Hatta Avrupa ve ABD içinde böyle düşünenlerin sayısı da giderek artıyor.
Afganistan'a karşı harekatın başlamasının dördüncü haftasında, uluslararası camiada sabırsızlık belirtileri görülüyor.Hava harekatı hala bitmedi. Kara operasyonları ise henüz doğru dürüst başlamadı.
* * *
WASHINGTON'da resmi ağızlar, Afganistan'a karşı müdahalenin ilk aşamasında, ülkenin askeri altyapısının yıkıldığını, birçok önemli savunma tesisinin saf dışı edildiğini söylüyorlar. Stratejistler şimdi ikinci aşamaya geçileceğini, ülkenin kuzeyinde bir üssün kurulacağını, komando operasyonlarının gerçekleştirileceğini ve işin üst tarafının da Kuzey İttifakı tarafından tamamlanacağını öne sürüyorlar.
Ne var ki, üç haftalık harekatın bilançosunu çıkaran tarafsız uzmanlar, şimdiye kadar olup bitenlerin daha çok olumsuz yönleri üzerinde
<#comment>#comment>Olay, geçen hafta gerçekleşti. Ne yazık ki, şu sırada Afganistan konusundaki "sıcak haberler"in dışında başka dış olaylarla pek ilgilenmeyen basınımız, bu önemli gelişmeyi pas geçti...
Olay, Kuzey İrlanda'da 30 yıl terörist eylemlerini sürdüren (ve 3 bin kişinin ölümüne yol açan) IRA'nın nihayet "silahlara veda" etmeye karar vermesi ile ilgilidir.
Bu, sadece İrlandalıları ve İngiltere'yi ilgilendiren bir olay değil. Terör ile karşılaşan ülkeler ve hele 11 Eylül saldırısından sonra bütün dünya için bu olayın, üzerinde durulması gereken anlamlı birçok yanı var...* * *YILLARCA Kuzey İrlanda'da Katoliklerle Protestanlar arasında süren çatışmalardan sonra 1998'de varılan "Kutsal Cuma" mutabakatı, İngiltere'nin egemenliğindeki bölgede, geniş özerkliğe dayanan ortak bir yönetimin kurulmasını öngörmüştü.
Bu anlaşmanın sağlanmasında, İngiliz Başbakanı Tony Blair'in sağduyusu, eski Başkan Clihton'ın girişimi, Katolik ve Protestan toplum liderlerinin ve bu arada IRA'nın siyasi kanadı Sinn Fein'in başındaki Gerry Adams'ın gerçekçi tutumunun büyük rolü olmuştu.
Anlaşmaya göre, IRA'nın askeri kanadının terörden tamamen vazgeçmesi ve silahlarını
<#comment>#comment>
11 Eylül'den sonraki olaylar ve siyasi dengelerde ilk işaretleri görülen değişiklikler, Türkiye'nin çok önemsediği Bakü - Ceyhan petrol boru hattı projesini ne şekilde etkileyecek?
TESEV'in Brüksel'de düzenlediği "Kafkasya'da İstikrar Arayışı" başlıklı konferansın ikinci gününde bu konu enine boyuna tartışıldı.
Doğrusu bu proje ile ilgilenen bazı çevrelerde yeni durumun, yıllardan beri üzerinde çalışılan bu önemli enerji hattının gerçekleşmesini zorlaştırabileceği kaygısı var. Örneğin kriz nedeni ile petrol fiyatlarının düşmesi, ekonomik olarak bu projeyi bir süre rafa kaldırabilir. Veya Rusya'nın ABD ile yakınlaşması, Washington'u bu projeye sıcak bakmayan Moskova'yı darıltmamak için şimdilik bu konuyu daha ağırdan almaya sevk edebilir. Yahut İran'ın Batı'ya, hatta ABD'ye karşı tutumunu yumuşatması, Washington'da da taraftarları olduğu bilinen "İran opsiyonu"nun gündeme gelmesine yol açabilir...
TESEV'in konferansında konuşan - ve bizim ayrıca sohbet ettiğimiz - uzmanlar, ilk bakışta akla yakın görünen bu olasılıkların hiçbirini geçerli saymıyor. Dolayısı ile buradan çıkan mesaj (veya müjde) Bakü - Ceyhan boru hattı projesinin planlandığı gibi
<#comment>#comment>
Dikkatlerin tamamen Afganistan üzerinde odaklandığı bir sırada Kafkasya'dan söz etmek, ilk bakışta garip görünebilir. Ama Türkiye öyle bir coğrafi konumda ki, etrafındaki - yani Balkanlar - Ortadoğu - Kafkasya üçgenindeki - "atış çemberi ile yakından ilgilenmemesi imkansız.
Bu bağlamda, Türkiye'nin önde gelen dinamik düşünce kuruluşlarından TESEV'in şu sırada Brüksel'de Kafkasya üzerinde uluslararası bir konferans düzenlemiş olmasına şaşmamak lazım.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in bir konuşması ile 2 günlük çalışmalarına başlayan "Kafkasya'da İstikrar Arayışı" başlıklı bu konferansın, 11 Eylül'ü izleyen olaylar sırasında - ve bir bakıma Afganistan'daki savaşın gölgesinde - yapılması, zamanlama olarak da aslında, dünyanın bu hassas bölgesinin durumuna eğilmenin ne kadar gerekli olduğunu ortaya koyuyor...
* * *