<#comment>#comment>Olanları Hollywood'un bir dehşet filminde görseydik, bunu yapımcının hayal gücüne atfederdik.
Dün TV ekranlarına canlı olarak yansıyan dehşet verici görüntüler, malesef hep gerçek.
New York'un ünlü Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kulelerinden, Washington'daki beşgen Pentagon'ununa kadar ABD'nin siyasal, askeri, ekonomik gücünü simgeleyen pekçok önemli binasına karşı girişilen eş zamanlı saldırılar, şimdiye kadar dünyada gerçekleştirilen en korkunç terör eylemi.
Yalnız ABD'yi değil tüm dünyayı dehşet içinde bırakan bu saldırılar, sanki son yıllarda yayınlanan terörist saldırılarla ilgili "Science Fiction" türünden kitaplarda okuduğumuz sahneleri andırıyor: Tamamen planlı, en ileri terör tekniklerine dayalı... Akla sığmayacak kadar çılgın... Hiçbir kurala, hiçbir insanlık duygusuna aldırmayan, tarihte emsali görülmeyen bir terör vahşeti...
***
<#comment>#comment>Önceki günkü yazımızda, Kıbrıs için "kötü olasılık senaryoları"ndan söz etmiş, görüşmelerin başlamaması ve uzlaşma şansının tamamen yok olması halinde meydana gelebilecek olumsuzlukları saymıştık.
En çok üzerinde durulan senaryoya göre, bu durumda AB, Kıbrıs'ı üye olarak kabul edebilir, bu da KKTC'nin anavatan ile bütünleşmesine ve sonuçta Türkiye - AB bağlarının kopmasına ve Türk - Yunan gerginliğine yol açabilir...
Kuşkusuz böyle bir senaryo gerçekleşebilir diye Türk tarafının pozisyonunu topyekün değiştirip önüne konan her isteğe veya şarta boyun eğmesi düşünülemez. Ancak çözüm arayışı sürecinde, iplerin kopmasının yaratabileceği "kötü olasılıklar"ı ve bunun ülkenin temel politikaları üzerindeki etkilerini de hesaba katmak gerekir.
* * *
EĞER çözüm yolu tamamen tıkanırsa, "kötü senaryo" mutlaka gerçekleşecek demek değildir. Her ne kadar son zamanlarda bu tür senaryolardan epey söz edildi ise de, bu konuda tereddütler, kaygılar ifade edenler de ortaya çıkıyor.
Nitekim AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi'nin geçen gün "Kıbrıs sorunu, AB genişlemesi öncesinde çözümlenmelidir" şeklindeki beyanı, üst düzey AB'li yöneticiler arasında, Kıbrıs'ın -
<#comment>#comment>Kıbrıs'la ilgili görüşme umutları kaybolmaya yüz tuttuğunda, "en kötü olasılık" senaryolarından söz edilir. Öyle görünüyor ki, şimdi de böyle bir noktaya geliyoruz.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın önerdiği 12 Eylül New York randevusu gerçekleşmezse ne olur? Müzakereler başlamaz ve uzlaşma şansı tamamen ortadan kalkarsa, bundan kim kazançlı, kim zararlı çıkar?
Taraflar bu ve buna benzer sorular üzerinde kafa yorarken en kötü olasılık senaryolarında dahi, kendilerine göre bazı avantajlar görüyorlar veya kendi kamuoylarına bunu böyle göstermeye çalışıyorlar.
Rumlar, hiçbir anlaşma olmayacaksa dahi, "Kıbrıs Cumhuriyeti" adı altında AB'ye girebileceklerini, bugünkü statülerini, refahlarını ve dış ilişkilerini rahatça sürdürebileceklerini düşünüyorlar...
Türk tarafına göre ise, çözüm bulunamazsa, Rum kesimi AB'ye girerse, adanın bölünmüşlüğü tescil edilmiş olur, o zaman da KKTC Türkiye ile tam bütünleşir, artık Kıbrıs diye bir sorun da kalmaz...
* * *
<#comment>#comment>Kıbrıs için geçen ayın sonlarında Denktaş - Annan buluşması ile başlayan, daha sonra adada BM temsilcisi De Soto'nun temasları ile devam eden "görüşmeler için görüşme" süreci, fiyasko ile noktalandı.
Böylece Kıbrıs sorununa çözüm aramaya yönelik esas "müzakere süreci"nin başlaması umutları kayboldu, gitti.Bu noktaya neden gelindiği sorusu kadar, meselenin şimdi iyice kilitlenmesinin ne gibi sonuçlar yaratacağı konusu, herhalde önümüzdeki günlerde bol bol tartışılacak...
* * *
LEFKOŞA'daki görüşmeler, De Soto'nun, tarafları 12 Eylül'de Kofi Annan ile görüşmek üzere New York'a davet etmesi üzerine tıkandı. Daha doğrusu bu davet, bir türlü giderilemeyen görüş ayrılıklarını yüzeye çıkardı.Denktaş, esas müzakereler için zemin oluşmadan, New York'a gitmenin yarar sağlamayacağını söyledi. De Soto ise, New York'taki müzakerelerin "koşulsuz" olacağını ve her türlü fikir ve önerinin tartışılabileceğini belirtti.
BM temsilcisinin 12 Eylül tarihi üzerindeki ısrarı, Kıbrıs Türk liderini çileden çıkarttı. Denktaş taktik değiştirerek Klerides ile yüz yüze bir görüşme önerdi. De Soto, Klerides'in buna yanaşmadığını öne sürdü. Denktaş "Peki New York
<#comment>#comment>Avrupa Parlamentosu'nun Kıbrıs'la ilgili kararı sürpriz değil. AB Meclisi'nin Dışişleri Komisyonu'ndan sonra genel kurulu da, "Rum yanlısı" sayılan Kıbrıs raportörü Lüksemburglu Jacques Poos'un Kıbrıs raporunu aynen, büyük çoğunlukla onayladı.
Kıbrıs Rum ve Yunan tarafı için bunun hatırı sayılır bir başarı olduğunu kabul etmek lazım.Yunan - Rum tarafının kendi davası lehinde bir rapor çıkartmaya çalışması doğal da, AB'nin Yunanistan dışındaki diğer 14 üye ülkenin parlamenterlerinin bunu olduğu gibi benimsemesi, doğrusu bu kurumun rolüne ve sorumluluğuna gölge düşürüyor.
* * *
RAPOR, bugünkü fiili şekli ile sadece Güney Kıbrıs'ın üyeliğini garantiye almakla yetinmiyor, aynı zamanda Türk tarafına karşı da bir tavır sergiliyor.
Raporda "Kıbrıs hükümetinin TÜM Kıbrıslılar adına üyelik müzakerelerini yürüttüğü" belirtiliyor. Bu ifade, Parlamento'nun gerçekleri ne kadar görmezlikten geldiğini ortaya koyan öğelerden sadece bir tanesi. Raporun diğer bölümlerinde de benzer saçmalıklar var. Örneğin Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs'ı "82. vilayeti olarak ilhak etme" niyetinden söz ediliyor. Ve bu durumda Türkiye'nin AB üyeliği isteğine "son vereceği" tehdidi
<#comment>#comment>Resmi adı oldukça uzun: Irkçılığa, Irk Ayrımcılığına, Yabancı Düşmanlığına ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Birleşmiş Milletler Konferansı... Medyada kullanılan daha kısa deyişi ile, Irkçılığa Karşı Dünya Konferansı veya BM Irkçılık Konferansı...
Geçen cuma günü Güney Afrika'nın Durban kentinde başlayan ve önümüzdeki cuma günü sona erecek olan bu toplantıya 160 küsur ülkenin temsilcileri katılıyor. Bunlardan sadece 15'i (daha çok "Üçüncü Dünya"dan) devlet başkanları.
Aslında konferansın çok kabarık bir gündemi var. Irkçılığın çeşitli şekillerinden, sömürgecilikten, köle ticaretinden tutun, Tibet halkının tabi olduğu baskılara, Hindistan'daki kast sistemine, Guatemala'daki yerlilerin acıklı haline kadar, düzinelerce sorun tartışılıyor...
Sömürgecilik veya köle ticareti gibi konularda, Afrika, Asya ülkeleri, ABD'yi, Avrupa devletlerini suçluyor. Irkçılık ve hoşgörüsüzlük çerçevesinde, sadece "beyazlar" veya zengin ülkeler değil, Çinlilerden Afrikalılara kadar çeşitli uluslar da karalanıyor. Bu bakımdan Durban konferansı, Kuzey - Güney sürtüşmesine sahne olan benzeri uluslararası toplantılardan daha farklı. Burada, az veya çok, herkes mazlum, herkes suçlu!..*
<#comment>#comment>Güneydoğu Anadolu gezimiz ile ilgili yazılarımızda vatandaşların genelde her şeyi devletten beklediğini, oysa bazı yetersizliklerin giderilmesinde bizzat onların ve sivil toplumun da bir şeyler yapabileceğini belirtmiştik.
Güneydoğu'da gerçekten (kasaba ve köylerde bile) girişimci kişiler kadar, bölgedeki sorunlarla ilgilenen gönüllü kuruluşlar (NGO'lar) da, buna önayak olabilirler.
Atılımcı ve yaratıcı bir zihniyetle, sivil toplum örgütlerinin bu çabalarında dış destek sağlaması ve böylece bazı projelerini yabancı kaynakların yardımı ile gerçekleştirmeleri mümkündür.* * *BUNUN bir örneğini kısaca İNKADE diye bilinen İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği veriyor.
Bu kuruluşun amacı, Doğu Anadolu'da iş olanakları yaratmak için, çeşitli eğitim programlarını hayata geçirmektir. Gönüllülerden oluşan İNKADE bu amaçla projeler üretiyor ve bunları Dünya Bankası, AB ve benzeri uluslararası kuruluşlara sunuyor.
Derneğin Başkanı Yücel Atış'ın bize verdiği bilgiye göre, Dünya Bankası'nın Türkiye'ye ayırdığı 125 milyon dolarlık proje finansmanı faslından 30 milyon dolarlık bir desteğin İNKADE'ye aktarılması bekleniyor. Bu sağlanabilirse, özellikle
Kuşkusuz her bölgenin, hatta her ilin kendine özgü bazı sorunları var. Örneğin bu turda ilk ziyaret ettiğimiz Kocaeli - Sakarya bölgesinde herkesin bir numaralı derdi, depremin hâlâ çözümlenmeyen büyük problemleri... Güneydoğuda ise, birçokları için öncelik "Habur sorunu" veya bazısı için "etnik kimlik" meselesi... MİLLİYET - TIR ekibi olarak Güneydoğu Anadoludaki turumuzun sonunda, notlarımızı topluca değerlendirdiğimizde düşündürücü sonuçlar çıkarıyoruz. Vaat, lafta kaldı... Bu bölge 15 yıl teröre sahne olmuş, bu nedenle büyük felaketler, sıkıntılar ve huzursuzluklar yaşamıştır. Şimdi PKKnın eylemleri son bulmuş ve bölgeye nipbi bir sükûnet gelmiştir. Ama buranın insanları henüz tam rahatlamış değil. Beklentilerinin gerçekleşmesi için sabırsızlanıyor.Bu beklentiler de iki alanda: Birincisi devlet büyüklerinin "Terör bitti, şimdi sıra kalkınmada" sözünün yerine getirilmesi ile ilgili. Ne yazık ki, aylardır Ankarada tekrarlanan bu söz havada kalmış durumda. Ve bu, bölge insanını umutsuzluğa sevk ediyor. Bölgenin önemli bir yetkilisi, Başbakan dahil pek çok devlet büyüğünün Güneydoğu için kalkınma ve reform paketi ile ilgili sözlerinin "lafta kaldığını", şu ana kadar bu yönde "bir