<#comment>#comment>GÖNÜL arzu ederdi ki, 11 Eylül faciasını izleyen günlerde, pek çok yabancı ülke lideri gibi, Türk devlet büyüklerinden biri de, Washington'a gidip Başkan Bush'a ve diğer ABD yetkililerine Türkiye'nin sempatisini, desteğini ve düşüncelerini aktarsın...
Bunu kimler yapmadı ki?.. Fransa'dan Endonezya'ya, İngiltere'den Rusya'ya, Almanya'dan Suudi Arabistan'a kadar, birçok ülkenin başkanları, başbakanları veya Dışişleri bakanları Washington'a akın etti. Dünya bu liderlerin Başkan Bush ile görüşmelerinin ışığında, kendi ülkelerinin terörle savaş konusundaki tutumlarını da öğrenmiş oldu.
Uzun süreceği belli olan bu savaşın ilk raundunda, Türkiye'nin bu Washington tablosunda görünmemesi, bizce bir kayıp. Gerçekten gözler bu çerçeve içinde Ecevit'i veya Yılmaz'ı ya da Cem'i aradı. Herhalde böyle bir "halkla ilişkiler" egzersizi sayesinde, Ankara'nın bu çok önemli ve hassas aşamada, sesi çok daha iyi duyulacaktır...* * *ANKARA'da resmi ağızlar, "biz çeşitli açıklamalar ve demeçler yolu ile tavrımızı duyurduk" diyor. Doğru, ama bunu birinci derecede ilgili çevreler dışında bilen, pek az.Oysa gerçekten Türkiye'nin ABD'ye ve bütün dünyaya verdiği
<#comment>#comment>AFGANİSTAN dün Usame bin Ladin hakkında ilan ettiği karar ile, ABD'nin daha önce koştuğu şartlar arasındaki derin farka bakılırsa, gerginliğin ve askeri müdahale olasılığının hala devam etmekte olduğu açıkça anlaşılır.
Gerçi Taliban yönetimi, ilk katı pozisyonuna oranla, daha esnek bir tavır sergilemiş ve bir anlamda Afganistan'ı bekleyen büyük tehlikeyi anlayarak geri adım atmış sayılabilir.Ulemanın oluşturduğu şuranın Bin Ladin'e ülkeyi "terk etmesi tavsiyesinde" bulunması, pratikte "git emri" anlamına geliyor. Tabii bu, Washington'un - ve onun adına Kabil nezdinde yoğun çaba harcayan Pakistan'ın - Bin Ladin'in teslim edilmesi talebini karşılamaktan uzak.
Herhalde Taliban yönetiminin hesabı, şimdiye kadar - duyduğu minnettarlığının da gereği - barındırdığı Suudi kökenli konuğunun bu sözü dinleyeceği ve böylece Afganistan'ın da yıkıcı bir Amerikan müdahalesinden kurtulacağı yönünde olmuştur.
Gerçekten, Bin Ladin hızla çekip giderse, ABD'nin Afganistan'ı "vurması" için bir neden kalmaz. Tabii yeter ki, bunun doğruluğu ortaya çıksın ve ABD buna inansın...* * *BİN Ladin gerçekten Afganistan'dan ayrılırsa, nereye gider? Doğrusu onu
<#comment>#comment>HEMEN hemen bütün ülkeler şimdi terörizmle mücadele edilmesinin gereği üzerinde hemfikir. ABD'deki terörist saldırısının ilk sonucu, bu konuda oluşan uluslararası konsensüs. İlk kez Batılısı, Doğulusu, Kuzeylisi, Güneylisi ile dünyanın çeşitli ülkeleri, öylesine "geniş bir koalisyon" meydana getiriyorlar.
Ancak bu "ilke mutabakatı", terörle savaşın nasıl yürütülmesi gerektiği konusunda herkesin aynı görüşte olduğu ve ABD'ye beyan edilen desteğin de bir "açık çek" niteliğini taşıdığı anlamına gelmez. Nitekim her geçen gün farklı fikirlerin ortaya atıldığı görülüyor.
Bu görüş ayrılıkları iki noktada toplanıyor: Birincisi yöntem ile ilgili. İkincisi ise sorunun özünü içeriyor.
İki konuda da beliren anlaşmazlıklar hızla giderilemediği takdirde, "teröre karşı savaş" ile ilgili hep bir ağızdan söylenenler lafta kalabilir ve pratikte beklenen sonuç da alınmayabilir...
* * *
BUGÜNLERDE gerçekleşmesi beklenen "Amerikan askeri müdahalesi", terörizme karşı savaş yöntemleri üzerinde şimdiden hararetli tartışmalara yol açıyor. Afganistan'ı vurmak neye yarar? Bin Ladin'in geçen haftaki eylemin sorumlusu olduğu kanıtlanmadan onu hedef alan bir operasyona
<#comment>#comment>Afganistan'ın Taliban yönetimi, ABD'nin kendi topraklarına saldırması halinde cihad ilan edeceğini açıklıyor... Başkan Bush, terör odaklarına karşı savaştan söz ederken, sürçülisan da olsa, haçlı seferi anlamındaki "crusade" terimini kullanıyor...
Ne oluyor? Dünya 21. yüzyılın başlarında, orta çağın karanlık zihniyetine mi dönüyor? ABD'nin geçen hafta uğradığı vahşi terör eylemini izleyen gelişmeler, Samuel Huntington'un "Uygarlıklar Çatışması" kitabındaki senaryo doğrultusunda, bir din kavgasına doğru mu gidiyor?..
* * *
BÖYLE bir cepheleşme, insanlık tarihinin en korkunç ve utanç verici bir sayfasını oluşturur. Neyse ki, en azından şu anda, bu tehlikeyi dikkate alan ve bunu önlemeye çalışan sağduyu sahibi insanlar var.
"Crusade" sözcüğünü din savaşı anlamında kullanmadığını belirten Bush, Washington'da İslam merkezini ziyaretinde, Amerikalılara hoşgörü ve beraberlik mesajını vermek gereğini duydu... Birçok Müslüman ülkesi lideri, terörle İslam arasında ilinti kurulmasına karşı çıktı ve kendi ülkelerinin de terörizme karşı oluşturulmakta olan "geniş koalisyon"da yer almaya hazır olduklarını ilan etti.
Şu sırada gerek İslam, gerekse
<#comment>#comment>ABD'deki meşum terörist eylemden hemen sonraki hararetli uluslararası dayanışmanın ve desteğin yerine, şimdi yavaş yavaş tereddütlerin ve çekingenliğin almakta olduğu görülüyor.
Dramatik olayı izleyen ilk günlerde, NATO'dan Rusya'ya, Çin'den birçok Arap ülkesine kadar, uluslararası camia, terörizme karşı ortak bir cephenin oluşması gereği üzerinde hızla birleşti. "Le Monde" gazetesinin başyazısının "Hepimiz Amerikalıyız" şeklindeki başlığı, o anda dünyada egemen olan "birlik - beraberlik" havasını yansıttı.
Bush yönetimi, bundan aldığı cesaretle, yeni stratejisini uygulamaya hazırlanırken, şimdi farklı seslerin çıkmaya başladığı gözleniyor.ABD Başkanı, teröristlere ve onları destekleyenlere karşı topyekün bir savaş ilan ediyor. Uzun, çetin ve kanlı bir savaş... Şimdilik hangi hedeflere (ve hangi ülkelere) yöneleceği tam bilinmeyen "sui generis" (kendine özgü) bir savaş...
ABD halen böyle bir savaşın stratejisini hazırlamakla meşgul. Bir ABD'li analiste göre, bu bir nevi "beş yıllık plan" şeklinde olacak...
İşte daha düne kadar "Hepimiz Amerikalıyız" deyip ABD'ye sempati ve desteğini ilan eden ülkelerin (ve halklarının) bir kısmı, böyle bir
<#comment>#comment>Savaş benzetmesi yanlış değil; ama olanları Üçüncü Dünya Savaşı'nın başlangıcı olarak göstermek, yanıltıcı olur. Çünkü bu, topyekün, konvansiyonel savaş sınıfına girmiyor...
Pearl Harbor baskını benzetmesi, yarattığı dehşet ve şok bakımından, bir ölçüde doğru. O meşum Japon saldırısından sonra ABD, belli olan düşmana, yani Japonya'ya karşı savaş ilan etmişti. Ama bu kez, ortada bilinmeyen, görünmeyen bir düşman var. En azından şimdilik düşman olarak adresi belirlenen bir devlet yok ortada. Dolayısı ile, ABD savaşı genel ifadesi ile terörizme ve teröristlere karşı ilan ediyor; ama bu arada onun arkasındaki gücü de aramaya devam ediyor.
* * *
BİZ bu nedenle ABD'deki korkunç olaydan sonra, bir "yeni tür savaş"tan söz etmiş, bunun Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'ndan veya Kore ya da Vietnam Savaşı'ndan farklı olduğunu belirtmiştik. Şimdilik bu yeni tip savaşın temelinde, Fransız siyasal bilimcisi Dominique Moisi'nin deyişi ile "hiper - terörizm" yatıyor.
Bu savaşı daha karmaşık ve zor hale getiren de terörizmin bu yeni şeklidir. New York ve Washington'da girişilen terör eylemleri, benzerlerinden de farklı - ve çok daha dehşet verici. Yoksa buna da "post
<#comment>#comment>Türkiye, ABD'deki terörist saldırının yol açacağı önemli siyasal değişikliklerden nasıl etkilenecek?İlk bakışta yeni oluşumlar, "ülkenin hayrına" görünebilir. Nitekim yetkili ağızlardan duyulan argüman şudur: ABD'deki olaylar, terör tehdidinin artık bütün dünya tarafından daha iyi anlaşılmasına yol açıyor. Bundan böyle Türkiye daha büyük anlayış ve ilgi görecektir. Türkiye'nin dünya politikasındaki önemi ve rolü artacaktır...
Kuşkusuz bu görüşte doğruluk payı vardır. Yeni durum Türkiye için birtakım avantajlar ve fırsatlar yaratacaktır. Ancak bunun yanı sıra yeni koşulların bazı sıkıntılar ve zorluklara yol açması olasılığı da vardır...* * *ABD'deki dehşetin ardından, siyasal alanda ortaya çıkan ilk sonuçlardan biri, terörizm konusunda yeni bir uluslararası anlayıştır. Gerçekten New York ve Washington'daki olaylar, yalnız Amerikalıları değil, tüm dünyayı sarsmış ve terör konusunda - tabir caizse - uyandırmıştır.
İşte, NATO'nun "bir üyeye karşı yapılan saldırı tüm üyelere karşı yapılmış sayılır" diyen ünlü 5. maddesi, şimdi teröre karşı savaşta yeni bir doktrin haline getiriliyor. Nereden gelirse gelsin, böyle bir tehdit karşısında 19
<#comment>#comment>Dehşet gününün ertesinde, New York'un Dünya Ticaret Merkezi'nin bulunduğu bölgenin görüntüsü, ilk saatlerdeki tablodan pek farklı değildi: Yıkılan dev gökdelenlerin oluşturduğu geniş enkaz yığını... Hala yükselen alevler ve kentin üzerine yayılan duman tabakası... Kurbanların arasında canlı bulma çabası... Ve devam eden şok...
New Yorklular ve bütün Amerikalılar için, "ertesi gün", (bu başlığı taşıyan ünlü filmde olduğu gibi) olay günü kadar korkunç ve dehşet verici idi...Nasıl olmasın ki? ABD halkı, şimdiye kadar, hiçbir savaşta, kendi toprağında (hem de New York'un ve Washington'un candamarı sayılan bölgelerinde) böyle bir yıkımla karşılaşmamıştı. Bu nedenle neye vardığını anlayamamıştı bile...
Amerikalıların bu şoku ve travmayı atlatması kolay olmayacak. Yaşlı gözler artık New York'un siluetinden silinen ünlü "ikiz kuleler"i daha uzun zaman arayacak. Onlar için "ertesi gün" daha çok sürecek...
* * *
ABD yöneticileri için, "ertesi gün", yeni bir dönemin başlangıcını simgeliyor. Nitekim Amerikan yetkilileri bu trajediden gereken sonuçları çıkarıp yeni stratejiler belirlemek üzere kolları sıvamış durumdalar.
* Kuşkusuz ilk öncelik,