<#comment>#comment>Türkiye ile Arjantin'deki durum arasındaki benzerlikleri bir süredir burada yazıyoruz. Gerçekten 13 bin kilometrelik uzaklığa rağmen, iki ülkenin siyasal ve ekonomik yapısında bir hayli yakın veya ortak nokta var.
Benzerliklerin daha çok olumsuz noktalarda toplandığını belirtmek gerek. Örneğin Arjantin de yakın geçmişte teröre, askeri darbelere ve siyasal kaynaşmalara sahne olmuştur. Bugün Fernando de La Rua'nın koalisyon hükümeti, nispi bir istikrar sağlamış görünüyor... Ekonomik alanda ise, Arjantin'in sıkıntıları devam ediyor. Sonbaharda o da ciddi bir kriz geçirdi ve IMF ile yeni bir anlaşma imzaladı. Ülke, üç yıldır süregelen durgunluğu, işsizliği, gelir dağılımındaki dengesizliği, denediği çeşitli ekonomik paketlerle yenmeye uğraşıyor.
Tabii bu benzerliklere karşılık, Türkiye ile Arjantin arasında önemli farklar da var. Bazı alanlarda onlar bizden daha iyi, bazı hususlarda da biz onlardan iyiyiz. Arjantin'de enflasyon yok denecek kadar düşük, peso ise dolara bağlı, fert başına ulusal gelir, bizimkinin yaklaşık üç katı... Türk ekonomisi ise daha dinamik, sanayi daha gelişmiş durumda...
* * *
SON günlerde Arjantin'de olup bitenler, aynı
<#comment>#comment>Ünlü "domino teorisi" gene gündemde. Bosna ve Kosova'daki çatışmalar sırasında duyduğumuz kaygılar, şimdi Makedonya için de tekrarlanıyor. Özü şu: Makedonya'daki kanlı olaylar böyle devam ederse, komşu ülkelere de sıçrayacak, hatta bütün Balkanlar'a yayılacak ve dünya barışını tehdit edecek...
Son günlerde "Financial Times"tan "Le Monde"a kadar çeşitli ciddi gazetelerde dahi bu endişe dile getiriliyor. NATO'da, AB'de ve Washington'dan Moskova'ya kadar çeşitli başkentlerde bu "domino etkisi" olasılığı tartışılıyor.
* * *
GERÇEKTEN Makedonya'daki olaylar (Türkiye'yi de içine sürükleyecek şekilde) bütün Balkanlar'a yayılır mı?Biz buna ihtimal vermiyoruz. Çünkü Makedonya'daki durum karşısında bugün hemen hemen bütün dünya aynı safta. Yani herkes Arnavut militanlarının şiddet eylemlerine karşı çıkıyor, Makedonya'nın toprak bütünlüğünü savunuyor ve mevcut anlaşmazlıkların diyalog yolu ile hallini istiyor.
Bosna ve Kosova olaylarında ise böyle uluslararası bir konsensüs yoktu. Büyük güçler ve bölge ülkeleri arasında bir cepheleşme olmuştu.
Makedonya konusunda en azından bu aşamada geniş bir görüş birliği bulunması, - ve de dışarıdan bir
<#comment>#comment>Geçen hafta AB nezdindeki Büyükelçimiz Nihat Akyol'un AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen'e verdiği Ulusal Program'ın bir nüshası daha, dün Brüksel'de Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından - daha resmi ve törensel bir havada - aynı yetkiliye sunuldu...
Bu vesile ile Verheugen, AB'nin zaten son günlerde belli olan tepkisini birkaç anlamlı cümle ile açıkça ortaya koydu. Özetle: 1) AB, Ulusal Program'ı destekliyor. 2) Üyelik yolunun açılması için bazı koşulların yerine gelmesi gerektiğini anımsatıyor. 3) Türkiye'nin bu programın öngördüğü reformları bir an önce uygulamaya koyması çağrısında bulunuyor...* * *VERHEUGEN'in dile getirdiği destek, kuşkusuz cesaret vericidir. AB yetkilileri ve diplomatları arasında daha cesur, daha atılgan bir program bekleyenler dahi, bu desteği esirgemiyor. Reuter ajansının dün Brüksel'den verdiği haberde belirttiği gibi, "AB, Türkiye'nin halen karşılaştığı krizi daha ağırlaştırmamak için, Ulusal Program'ın daha çok olumlu tarafını vurgulamayı yeğliyor." Diğer bir deyişle, AB bu programa arka çıkmakla, Türkiye'ye üyelik yolunda ilerlemesi için bir şans tanıyor.Bununla beraber, Verheugen'in dün
<#comment>#comment>Büyük Millet Meclisi'nde bazı milletvekillerinin AB konusunda bilgilendirilmedikleri ve hatta devre dışı bırakıldıkları yolundaki şikayetleri, yerinde. Gerçekten Ulusal Program'ın hazırlanması sürecinde Meclis'e bilgi verilmedi, parlamenterlerin görüşü alınmadı.
Muhalefetin bu haklı eleştirisine karşı "siz de iktidarda iken, Gümrük Birliği müzakereleri sırasında Meclis'i dışladınız" tarzındaki argüman, saçma. Kötü misal, emsal olamaz.Ama ne yazık ki, öteden beri Meclis önemli dış politika konularında - ve hatta hayati kararların alınması sürecinde - hep yok farz edilir, doğru dürüst bilgi verilmez, tartışma açılmaz, fikir alınmaz...
Neden? Dış politikada ve özellikle AB konusunda deneyimli milletvekili Bülent Akarcalı'nın deyişi ile "Bu, Osmanlıdan beri süregelen bir alışkanlık... Yönetenler, Meclis'i adam yerine koymuyorlar"... Bunun partilerin siyasal yapısı ile de ilgisi var. İktidar partileri aldıkları kararların kendi iç disiplini ile, nasıl olsa Meclis'te onaylanacağından emin oluyorlar...
* * *
KUŞKUSUZ bu yanlış bir davranış. AB Ulusal Programı'nın kesinleşmeden önce Meclis'in de görüşünün alınması gerektiğini savunanlar haklı. Ancak,
<#comment>#comment>Dünkü elektronik postadan Darko Mitrevski adındaki bir Makedonyalı sanatçıdan ilginç bir mektup geldi. Bu idealist gencin yazdıkları, Makedonya'nın ve Balkanlar'ın içine düştüğü durumun vahametini yansıtıyor.
"Son on yılda komşularımız olan Hırvatistan'ın, Bosna'nın ve Yugoslavya'nın çöküşüne tanık olduk" diyor Darko Mitrevski. "Şeytanın bizim topraklarımıza girmeyeceğini, savaş ateşinin yuvalarımızı yakmayacağını umuyorduk. Biz çok ırklı bir toplum, özgür ve demokratik bir devlet kurmaya çalışıyorduk. Çocuk iken bize annelerimiz, babalarımız, insanları Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Makedon, Arnavut, Türk, Sırp, Yunan diye değil, 'iyi' ya da 'kötü' olarak değerlendirmemiz gerektiğini öğretiyordu. On yıllık bağımsızlık döneminde ben bu yönde elde edilen başarıdan gurur duyuyordum... Ve şimdi terör ve korku içinde "ortak hayata, ortak geleceğe son" işaretleri geliyor... Ülkem yanıyor, aziz dostum. Şu anda ihtiyacımız silah veya yabancı asker değil, anlayıştır. Makedonya'nın yeni bir Saraybosna olmasına izin vermeyin..."
* * *
BU duygusal yazı daha önce Yugoslavya'da, Bosna'da, Kosova'da olduğu gibi şimdi Makedonya'da da etnik ve dinsel bir mozaik çerçevesi
<#comment>#comment>Türkiye'de ekonomik krizin patlak vermesi üzerine ilk destek Washington'dan geldi. Başkan Bush başta olmak üzere ABD'li yetkililer, özellikle Kemal Derviş'in de işe başlamasından sonra, Türkiye'ye arka çıktı. Şimdi de Derviş'in önümüzdeki günlerde Washington'da yapacağı görüşmelerin bu desteği daha somut hale getirmesi bekleniyor.Şunu bilmemiz lazım: Bu temasların ardından Türkiye'ye hemen paralar yağacak değil. Halkın böyle bir beklentiye kapılması yanlış ve düş kırıcı olur.Ankara, krizi atlatmaya yarayacak dış destek arayışında. Ama bunun bir açık çek tarzında olamayacağının da bilincinde. Bununla beraber ABD - ve diğer ülkeler - IMF, Dünya Bankası gibi finans kuruluşlarını ve diğer enstrümanları devreye sokabilir; Türkiye'ye krediler sağlanmasına yardımcı olabilir.
Bu bakımdan Washington'un Türkiye'ye güven duyarak destek sinyalini vermesi çok önemli. Ancak bu güveni vermek de Türkiye'nin kararlılığına bağlı...* * *DIŞ destek derken ABD'nin - en önemlisi olmakla beraber - "tek kaynak" olmadığını da hatırlamak lazım. Bu nedenle Ankara "zenginler kulübü" olarak bilinen G - 7'leri, AB'yi ve bireysel olarak bazı Avrupa ülkelerini de
<#comment>#comment>Geçen kasım ayında Türkiye'de mali kriz patlak verdiği zaman Buenos Aires'te idim. Türkiye'deki olay binlerce kilometre uzaklıktaki Arjantin'de inanılmayacak bir ilgi uyandırmış, gazeteler "El Efecto Turco" (Türk Etkisi) veya "Artık Hepimiz Türk Olduk" gibi manşetler atmıştı.
Bu ayın başlarında doların dalgalanmaya bırakılması ile ortaya çıkan yeni kriz, bir kez daha Arjantin'de büyük yankı buldu. Buenos Aires'te borsa dahi bundan etkilendi. Yerel basın gene Türk etkisinden söz etti.
Dünya basını da son günlerde bu konudaki şaşkınlığını dile getirdi. "Newsweek" dergisi Ankara'daki krizin, "aynen Türkiye gibi IMF'ye bel bağlayan ve parasını koruma mücadelesini veren Arjantin'e bulaşacağını" belirtirken, "Financial Times" gazetesi de "iki ülke birbirinden 8 bin mil (13 bin km.) uzaklakta olduğu halde, Ankara'da olanlar hemen Buenos Aires'e yansıyıveriyor" diye yazdı...
* * *
TÜRKİYE nire, Arjantin nire! Özellikle bu Latin Amerika ülkesinin "Türk krizi"nden bu kadar etkilenmesinin sebebi ne?Bunun çeşitli nedenleri var: İki ülke de "kalkınma halindeki" toplumların ekonomik, sosyal ve siyasal özelliklerine sahip... Günümüzün globalleşme sürecinde
<#comment>#comment>Türkiye'nin önünde şimdi, siyasal ve ekonomik yapısında önemli değişikliklere yol açacak iki program var: Biri, Bakanlar Kurulu'nun onayı ile kesinleşen AB Ulusal Programı; diğeri de ana hatları açıklanan ve halen ayrıntıları üzerinde çalışılan ekonomik Ulusal Program...
İki programın da aynı zamanda "ulusal" diye adlandırılması - ilk bakışta karışıklığa neden olsa da - ilginç bir rastlantı. Aslında ikisi birbiri ile örtüşüyor, birbirini tamamlıyor. Ve ikisi de Türkiye'de köklü bir değişimin yolunu çiziyor...* * *AB Ulusal Programı, özellikle tartışmalı siyasal kriterler üzerinde sağlanan uzlaşmadan sonra nihai şeklini alarak onaylandı.
Programın bu bölümdeki ifadeler aslında AB'nin Katılım Ortaklığı Belgesi'nde dile getirilen beklentilerine tam uymuyor. Diğer bir deyişle, üç koalisyon ortağının siyasal kriterler üzerinde mutabık kalabilmesi için, genel ve muğlak ifadeler kullanılmış, ayrıca (idam cezası, MGK'nın statüsü ve Türkçe dışındaki diller gibi) hassas konular "orta vade"ye bağlanmıştır.
Bunun anlamı, Türkiye'nin esas üyelik müzakerelerine başta söylendiği gibi bir - iki yıl içinde değil, ancak 2003 - 4'te (veya sonrasında) hazır